Paylaş
İnsanın nefesi kesiliyor. En sevmediğim şeydir, bu tür bir güzelliğin üstüne “Öyle de olsaydı, böyle de olsaydı,” demek. Muradım hiç o değil. Sadece “Armağan olsun Hüseyin Çakıroğlu’na da” diyesim var, Vamos Bien beni affetsin.
Hüseyin Çakıroğlu, Fenerbahçeli çocukların, özellikle de 18 Eylül 1985’i radyo başında geçiren çocukların futboldaki ilk kahramanlarından biridir. O çocuklar, maç sırasında televizyonun önünden geçmenin ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu zaten bilirler. Kaç maç onlar televizyonun önünden geçti diye kaybedilmiştir! Ama “radyo seyretmek” denen bir şey olduğunu o gün öğrenirler.
Fenerbahçe, Şampiyon Kulüpler Kupası’nda eşleşe eşleşe Bordeaux ile eşleşmiştir; babalar fena halde sıkıntılıdır, içlerini “tarihi hezimet” korkusu kemirmektedir. Dolayısıyla bir kenara ilişip, ayakaltında dolanmamakta, şurda kenarda sessiz sessiz ödev yapmakta büyük fayda vardır. Yalnız her Türk öğrencisinin vazgeçilmez malzemesi olan kırmızı kalem salonun öbür tarafında kalmıştır ve öğretmen hiç tekin biri değildir.
Babaların korkusunu, Murat Ünlü’nün 20. dakikada “Selçuuuk! Gooool!” diye bağıran sesi dağıtır. Babalarının rahatladığını gören çocuklar kırmızı kaleme doğru hamle yaptıklarında “Sakın radyonun önünden geçme!” gibi akıl dışı bir şey duyarlar. Zaten ondan sonrasını akılla fikirle filan açıklamak olanaksızdır.
Bordeaux’nun beraberlik golüyle bir Eylül sıkıntısı çöker, ama 59. dakikada Şenol Çorlu’nun golü sıkıntıyı dağıtır. Tam kırmızı kalemi alma zamanıdır ki, Bordeaux durumu yine eşitler. 77. dakikada Hüseyin Çakıroğlu o golü attığında, Murat Ünlü “Hüseyin sağa çekti, Hüseyin vurdu gooooool!” diye bağırdığında, Fenerbahçe Bordeaux’yu 3-2 yendiğinde, önünden geçmenin yasak olduğu radyo çoktan omuzlara alınmıştır. O çocuklar, o ödevleri o gün bitirebildilerse Hüseyin Çakıroğlu sayesindedir.
Hüseyin Çakıroğlu, artık Fenerbahçelilerin her derdinin devasıdır. Lakabı doktorudur. Futbol üzerine düşünür, mesleği üzerine edecek lafları vardır. “Altyapı” der, “tesis” der, bozuk sahalardan yakınır, yetersiz beslenme üzerinde durur, sorunları gidermesi gerekenlerin bilinçsizliğinden dem vurur, kaliteli futbol özler. Kitap okumak Türk futbolcusu için hiçbir zaman klasik olmamışken, Hüseyin Çakıroğlu Rus klasiklerini okur, en çok Dostoyevski’yi sever. Mütevazıdır, düşüncelidir, incedir. Çok sevilir. Bir lakabı da “Sarı”dır. Lacivertin sarısı.
Fenerbahçe’nin ve Milli Takımın göz bebeğiyken, daha uzun yıllar futbolunun doya doya izleneceği düşünülürken, bacağında yavaş yavaş büyüyen bir ben fark edilir. Alınan ben kötü huyludur, üstelik vücuduna yayılmıştır.
1986 yılının Ekim ayında Türkiyeli futbolseverler duyduklarına inanmak istemezler, haberi alan futbolcu arkadaşları Hüseyin Çakıroğlu’nun evine koşar, herkes perişandır. Beşiktaşlı Metin kapının önüne kadar gelir ama yukarı çıkamaz, “Tutamam kendimi, ağlarım” der. Yugoslavya deplasmanına doğru yola çıkmış olan Milli Takım arkadaşları tutamazlar kendilerini, ağlaya ağlaya oynarlar o maçı.
Taraftar, Hüseyin Çakıroğlu’nun ardından bir uzun ağıt yakar, Fenerbahçe Basketbol Takımı’nın oynadığı bir lig maçından önce hep bir ağızdan söylenir. O ağıtın bir yerinde şöyle der: Ne sen bizlere doydun/ Ne de doyduk biz sana/ Fenerbahçe forması/ Kefen mi oldu sana?
Fenerbahçe’nin 19. şampiyonluğu kutlu olsun. Ali İsmail’e, Burak Yıldırım’a, Ahmet Atakan’a, Fatma Abla’ya, Mümtaz Amca’ya, Selçuk Yula’ya armağan olsun. Sarı Doktor Hüseyin Çakıroğlu’na da!
Paylaş