İnekleri güderken kulaklarında Beyoncé
Birleşik Krallık İstanbul Başkonsolosu Leigh Turner, önce Erzurum turuna çıktı, ardından Bayburt’taki Baksı Müzesi’ni gezdi, dilek ağacıyla tanıştı...
Antik anıt mezarların üzerinde yükselen başı karlı dağlar... Saltukids tarafından 12’nci yüzyılda inşa edilmiş olmalarına rağmen, bu dik çatılı mezarların Ermeni kiliselerini bu kadar çok andırdığını görmek beni şaşırttı. Yanlarındaki Selçuklu döneminden kalma medresenin Orta Asya tarzına özgü ikiz minareleri ve çift başlı Bizans kartalları da aynı derecede şaşırtıcıydı.
Şehrin üzerinde, minareyi andıran daha yeni bir yapıya tırmandım ve bunun aslında bir çan kulesi olduğunu gördüm. Burası, İmparator Theodosius tarafından 4. yüzyılda inşa edilmiş kalenin içerisinde.
Doğu Anadolu tarihinin ne kadar eskilere dayandığına şahit oldum: M. Ö 2000’den kalma Kafkas çömlekleri, M. Ö. 1000’den kalma Urartu taş metinlerinin yanında duruyor. Mimari yapılarda, eski eserlerde ve geleneklerde Hıristiyanlık, İslam ve hatta şamanlığın yankılarını görebiliyorsunuz. Persler, Romalılar, Emeviler, Bizanslılar, Gürcüler, Ermeniler, Selçuklular, Moğollar, Ruslar ve Osmanlı Türkleri, hepsinden izler var. Geçmiş, gelecek ve bugün arasında dengelenmiş bu yalın topraklar hayaletlerle dolu.
ANTİK GEÇİT GÖZDEN KAYBOLUYOR
Doğu Anadolu’ya, karlarla kaplı dağların üzerinden uçarak, mayıs ayında gittim. Erzurum’u Bayburt’a bağlayan Otlukbeli Dağları’ndaki yeni duble yolu kullandık. Yeni Kop Dağı Tüneli’nden, eski yol, 2 bin 400 metrelik Kop Dağı Geçidi’ne uzanıyor. Buraya, Rusya ile Osmanlı Türkiyesi arasında yaşanan savaşları gösteren bir anıt dikilmiş.
Çok yakında bu tünel, seyahat süresini kısaltmanın yanı sıra kar sebebiyle kapanan yolun tüm yıl boyunca açık kalmasını da sağlayacak. Ama ne yazık ki çoğu yolcunun bu anıtı ve anıtın bulunduğu antik geçidi göremeden geçip gitmesine de neden olacak.
Bayburt Kalesi, Ruslar tarafından yıkılmış ve birçok bölümü yeniden restore edilmiş. Kaleden Bayburt’un genellikle şehrin daha az gelişmiş bölgelerinde konuşlanmış geleneksel taş evlerinden geride kalanları görmek mümkün. Hemen yakınlardaki Aydıntepe yeraltı şehri ise gerçekten gizemli: Kimse bu şehri kimin, ne zaman ya da neden inşa ettiğini bilmiyor. Ama tüneller ve yan odalar, gizemli sakinlerinin mağara devrindeki varlıklarını ne tür zorluklara göğüs gererek sürdürdükleri hakkında fikir sahibi olmanızı sağlıyor.
Hüsamettin Koçan ve ben, Baksı Müzesi önünde...
Hüsamettin Koçan, çocukluğunu Baksı Köyü’nün hemen dışındaki tepenin eteklerinde geçirmiş. Burada oturup Almanya’da çalışan babasının dönmesini bekleyerek geçirmiş. Yıllar sonra, bölgenin nüfusunun azalmasını izledikçe, o tepenin üzerinde bir güzel sanatlar müzesi kurarak bu gidişatı tersine çevirmek için üzerine düşeni yapmaya yemin etmiş.
Buna gerçekten ihtiyaç var. Bölgenin hemen altındaki nehrin kıyısında kavak tomruklarını kesen bir çiftçi hayatın zor olduğundan bahsediyor. Daha popüler bölgelerle rekabet etmek kolay değil. “İnsanlar”, diyor, “para kazanmak için şehirlere göç etmek istiyor.”
Baksı Müzesi, 2010’da açılmış. 2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü üzerindeki yazı, müzeyi ‘merkez ve taşra arasındaki boşluğun nasıl kapatılabileceğinin ilham verici bir örneği’ olarak tanımlamış. Köydeki kadınlar, dokuma atölyelerine katılmak için gelerek, müzeyi kesinlikle sahip olmanız gereken halılarla dolduruyor.
Koçan orada yaşıyor. Alçakgönüllü, babacan bir mizacı var. Bana müzenin kendisine mutluluk verdiğini anlattı. Tabii ki hiçbir şey kolay değil: Mavi metal bir heykeli işaret ediyor, rüzgâr devirdiğinde zarar görmüş. “Heykeller de yaşıyor” diyor ve ekliyor: “Ben ağlarım, heykel bükülür.”
Sanki dünyevi değilmiş gibi görünen bu yerde, kesişen yollar bölgesinin kökleşmiş geleneklerini hissetmek çok kolay. Baksı’nın hemen yukarısında, eğilmiş bir ardıç ağacının etrafına bir duvar çekilmiş, ağacın dalları kumaş parçalarıyla dolu. Bu, şamanizm geleneğinden kalma bir ‘dilek ağacıymış.’ Turistler ağaca bir kumaş bağlayıp, fotoğraf ya da videolarını kaydediyor, hatta bazen bir dilek tutuyorlar.
Geleneklerin hayatta kaldığını görmek gerçekten güzel. “Modern çağ, kimliği öldürüyor” diyor Koçan, “özellikle de şehirlerde... İstanbul’a geri dönmek için buraları bırakmakta zorlanıyorum.”
Tekrar otobüse döndüğümüzde, rehberimiz bu ağacı James Cameron’un ‘Avatar’ filmindeki ruhlar ağacına benzettiğini söyledi. Ve bize, ormandan geçirdiği yerleşimcilerden ruhları geride kalmasın diye yavaş gitmelerini isteyen Kızılderililerin hikâyesini anlattı.
İHTİŞAMLI ULU CAMİİ
Erzurum, arkeoloji ve Türkiye Cumhuriyet tarihinin ikonik sembolleriyle dolu. Atatürk, tarihi 1919 kongresini burada yapmış: Kaldığı evi gezip Cumhuriyet’in kuruluşundaki atmosferi yaşayabilirsiniz. 1176 yılında inşa edilmiş Ulu Cami ise dizi dizi kemerleriyle nefes kesici.
Her ne kadar, şehirler modern Anadolu’nun vitrini konumunda olsa da, bu uzak bölgeye zamanın ötesinde olma özelliğini en çok veren doku kırsalı. “Beyaz, gri, yeşil ve kahverenginin baharda ve yazın dağlarda yavaş yavaş yürüdüğünü görürsün” diyor Koçan, “Kışın ise vadilere inerler.”
Turistler, dilek ağacından yavaş yavaş otobüslerine dönüyor. İneklerini güden iki küçük çoban yaklaşıyor. Oğlanlar, ağacın gölgesine oturuyor, sürülerine göz gezdirirken bir yandan da gülümseyip konuşuyorlar. Sonra biri bir iPod çıkarıyor ve inekleri dağın çimenlerinde otlarken, Beyonce dinlemeye başlıyorlar.