PERŞEMBE günü saat 10.15. Aracımız Haliç Köprüsü’nden Beyoğlu Adliyesi’ne döner dönmez gördüğüm manzara karşısında içim cız etti.
Atatürk’ün büyük boy kalpaklı posterleri ve Türk bayraklarını taşıyan bir grup, 301. madde kapsamında Türklüğe hakaretten yargılanacak olan yazar Elif Şafak’ı protesto için oradaydı. Benim için bu görüntünün camilere sığınıp gecekondu yıktırmamak için duygu sömürüsü yapanlardan çok da farkı yoktu. Cumhuriyetin kurucusunu yerli yersiz böyle gösterilerle marjinalleştirmeye çalışanlar, "ulusal değerler"e ve "Türklüğe" asıl zarar veren tarafın kendileri olduğunun bilincinde elbette değiller.
* * *
Göstericiler Adliye’nin bahçesine alınmamışlardı, destekçiler ise içerideydi.
Destekçiler deyince, çoğu artık yaşını başını almış sol kökenli 68 kuşağı aydınları. Birkaç dernek temsilcisi. Uluslararası birkaç temsilci. Kadın kuruluşlarından temsilciler. Yaklaşık 10 kişilik genç bir grup. Benim gibi dava izlemek için değil destek anlamında orada bulunan birkaç gazeteci.
İşin doğrusu o ki davayı takip etmek için gelmiş olan Türk ve yabancı medya mensuplarının sayısı her iki tarafın toplamından da fazlaydı. Davanın sonunda müdahil avukatların üzerlerinde uçuşan cübbeleri, kurt işareti yaparak ve ağza alınmayacak küfürler savurarak önümden geçişlerini ise etkileyici bir sinema sahnesi gibi unutmak mümkün olmayacak. Tabii bu arada destekçilerin arasına karışmış olan küçük gençlik grubunun yumruklar havada slogan atmaya başlaması da provokatif ortamı iyice keskinleştirmekten başka bir işe yaramadı. Bu noktada emniyet güçlerinin işi de zor. Kimin gerçekten entelektüel anlamda destekçi, kimin ise bu fırsattan istifade ortalığı bulandırmaya çalışan tipler olduğunun ayrımını yapmak mümkün değil.
* * *
Sonuç benim açımdan "Türklük" adına sevindirici oldu. 301. maddenin olur olmaz nedenlerle kullanımı başımızı umarım bir kez daha böyle ağrıtıp hepimizi ele güne rezil etmez. Türkiye’de kafalar değişmedikçe maddenin yeni baştan ele alınması kaçınılmaz görünüyor.
Elif Şafak’ın "Baba ve Piç" romanını okumayanlara tavsiye ediyorum. Benim de bu romanda katılmadığım noktalar var. Mesela Avrupa’daki bazı araştırmalar, Mimar Sinan’ın Latince ve İtalyanca da bilmesinden yola çıkarak, bir Osmanlı paşası tarafından sahiplenilen annesinin Hırvat ya da Avusturyalı olması ihtimalini yabana atmamaktalar. Ama esas mesele bu değil. Farklı düşünceye tahammül etmeme bir hastalığımız olarak sürüyor. Daha da kötüsü, sırf adı bir yerlerde canımızı acıttığı için okumadığımız bir romandan yola çıkarak cepheleşmelerdeki yerimizi alabiliyoruz. Elif Şafak’ın romanının adı Baba ve Piç yerine Baba ve Kızı olsaydı aynı tepkiler gösterilecek miydi? Bakın bunda bile emin değilim.