Dondan modaya

OSMANLI padişahları kendi zamanlarının hükümdarlarına hediye sandığı gönderirken içine ‘‘don’’ da koyulurdu. En güzel kumaşlardan yapılmış en ilginç tasarımlı donlar Osmanlılarınkiydi.

‘‘Don’’ kelimesinin ‘‘donanmak’’ ve eşanlamlı olarak ‘‘giysi-giyinmek’’ anlamına geldiğini bilmeyen bazı mühim Türk aydınları, akılları sıra bu fırsatı yakalayıp sarayla ve kültürümüzle alay ederler. Bu aynı ekip Büyük Petro'ya ‘‘deli’’ dendiği için de dalga geçer, ama ‘‘deli’’nin ‘‘cesur’’ anlamına gelen bir iltifat olduğunu bilmeyecek kadar cahil ya da kendi kültürlerine ilgisizdirler.

Delilik ya da cesaret hepimize lazım ve sözü getireceğim yer moda. Bu hafta İstanbul'da dünya modacılarını ve giyim sektörünü bir araya getiren uluslararası bir kongre ve bir de fuar yapıldı. Gelen modacıların çoğu Fransızdı. Başta Fransız Moda Federasyonu'nun Başkanı olmak üzere, katılan Fransızların hepsinin moda merkezi olarak Paris'e sahip çıktıklarını duyduk. New York'un adını bile işitmek istemiyorlar. İçlerinden biri (Jean Paul Knott) yaratıcılığın sadece Paris, Londra ve Milano'da olduğu görüşünde. Böyle bakınca da İstanbul'un moda merkezi olma şansı yok tabii.

Bu yorum karşısında sordum: 30 yıl önce Milano var mıydı? Yoktu tabii ki. Altta kalmamak için bir başkası ‘‘Ama Milano'dan evvel Roma vardı’’ diye lafa karışacak oldu. İşte buna verilecek çok iyi bir cevabımız var: Orası Batı Roma ise Doğu Roma'nın merkezi burası; İstanbul!

İstanbul, dünya hazır giyimcilerinin kongresinde geleceğin moda merkezlerinden biri olmak iddiasıyla ortaya çıktı. Tepki gelmesi doğaldı. Herkes kıskançlıkla kendi konumunu korumaya çalışıyor. Özellikle Fransızlar bir zamanlar tek olan Paris'e yeni rakipler çıkmasından hazzetmiyorlar.

Biz kendimize bakalım. İstanbul nasıl moda merkezi olacak? Bunun içi boş bir slogan olarak kalmaması lazım. Açılışlarda yaptıkları konuşmalarda ‘‘İstanbul'u moda merkezi yapacağız’’, ‘‘Türk markaları geliyor’’ diyen hazır giyim sektör liderlerinin heyecan verici söylemlerinin arkasında durmaları gerekir. Sektör temsilcileri olarak bir araya gelip 10 yıllık bir strateji ve eylem planı çıkarmadan bunu yapamazlar.

* * *

Markalaşma 10 ile 20 yıl arasında zaman alan bir süreç. Bizden bir örnek: Ece ve Ayşe Ege kardeşlerin Dice Kayek markası 1992'de beyaz gömlek koleksiyonuyla adını duyurdu. İki kardeş bundan önce de beşer yıl tasarım sektöründe ter dökmüşlerdi. 2003'e geldiğimizde Ayşe Ege artık kendi markasının yanında ünlü Japon markası Hanae Mori'nin de tasarım direktörlüğünü yapan küresel bir tasarımcı. Ve başlangıçtan bu yana geçen süre 20 yıla yakın...

İstanbul'un moda merkezi olması, işi şansa bırakmadan yapılacak planlamaya bağlı. Tasarımcı istihdam edip tasarım yönetimi yapmadan marka olunamaz.

Bugünün dünyasında moda sektöründe tüketici taleplerini bireyselleştirebilenler kazanıyor.

Türk hazır giyimcisi bugün artık ‘‘farklı olmaya cesaret etmek’’ noktasında ki, moda da zaten budur.
Yazarın Tüm Yazıları