ALTI eski dışişleri bakanı, Can Dündar’ın programına çıkıp "AB ile müzakerelere ara verilsin" demişler.
"Askıya alınsın" demek kolay. Ancak bunu söylerken herhalde ara verilen müzakerelerin tekrar nasıl açılabileceğini düşünmeden konuşmuşlar.
Müzakereler bir kere durursa yeniden başlatılması için 25 üye ülkenin 3 Kasım 2005’te esirgemedikleri onayı teker teker yeniden vermeleri gerekecek.
Kolay mı böyle bir momentumu tekrar yakalamak? Müzakerelere ara verme "coffee break-kahve molası" almaya benzemez.
* * *
Ankara’nın da, AB’nin de müzakereleri askıya alma lüksüne yanaşmayacaklarını ve sürecin kesintisiz devam etmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Türkiye-AB ilişkilerinde en büyük çözümlere her zaman en gergin anlardan sonra ulaşıldığını hatırlayalım.
AB, her düzeyde insanın bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğu konuların başında geliyor. 6-7-8 Kasım günlerini Brüksel’de geçirdik. Uluslararası medyanın yaklaşımının da bizim buradakinden farklı olmadığını gördük.
Türkiye ve AB dendi mi uluslararası medya kendini olumsuza kurmuş. Bu yılın İlerleme Raporu’nun da öncekilerden daha kötü çıkacağına ilişkin genel bir kanı oluşmuştu. Herkes kaza bekliyor. AB kamuoyunda Türkiye açısından bir kötüleşme söz konusu. Bunun en önemli sebeplerinden biri, AB’nin liderlik vasfı olmayan kasaba politikacıları tarafından yönetiliyor olması.
AB’yi oluşturan devletler bugün bazıları büyük, bazıları küçük birer kasaba görünümündeler. Örneğin, büyük kasabalardan Fransa’da cumhurbaşkanlığına aday üç liderin üçü de televizyona çıkıp vur abalıya hesabı Türkiye’ye çakma politikası güdüyorlar. Diğer büyük kasaba Almanya’ya bakalım. Frederich Ebert Vakfı’nın son kamuoyu araştırmasına göre, her dört Alman’dan biri aşırı sağa ve ırkçılığa meyilli çıkmış.
Ufukta Avrupa kaderine hákim olacak bir lider, hiçbir üye ülkede görünmüyor. Avrupa nüfusu yaşlanıyor, azalıyor, yabancı düşmanlığı artıyor. Bu durumun önünü kesecek lider de çıkmıyor.
* * *
Ne yapalım? AB yaşlanıyor, kendini yenileyemiyor diye ilişkimizi askıya mı alalım? Trenden aşağı mı atlayalım?
Hayır. Tren, yoluna Türkiye ile devam etmeli. Ancak Türkiye’de mutlaka yapılması gereken başka bir şey var. Türk modernleşmesini AB çapasından kurtarmak zorundayız. AB zoruyla modernleşme görüntüsü hoş değil, üstelik de tehlikeli. Zira bu kez de AB’ye kızan, modernleşme ve demokratikleşmeye karşı çıkıyor. Bu durumun adına "AB paradoksu" da diyebiliriz.
Türk modernleşmesini yeni bir perspektife oturtmanın zamanı gelmiştir. Bunun için AB karşıtı olmak gerekmiyor. Tam tersine modernleşmeyi AB çapasından kurtarabildiğimiz ölçüde, AB içinde de saygınlığımız artacak ve bindiğimiz AB treni daha hızlı hareket edecektir.