2 Ekim 2010
AŞKI, bir illüzyon da olsa, iki ayrı birey olduğunuzu unutmadan ilişkiye dönüştürmeniz gerek. Beraberlik sürerse böyle sürer... Galatasaray’daki Cezayir Lokantası’na giderken bu cümleyi düşünüyordum! Eyüp Can, tabloid olarak çıkan yeni Radikal’le ilgili Tempo Dergisi’ne verdiği röportajda özel bir soruya vermiş bu yanıtı.
Cezayir Lokantası’nın üst katında bir konferans salonu var. Dün orada Heinrich Böll Derneği’nin düzenlediği “Tren Nasıl Rayda Kalabilir - 5 yıllık Türkiye-AB Müzakereleri ve Sonrası” başlıklı toplantı vardı. Egemen Bağış ile AB temsilcisi Marc Pierini konuştu, Birand moderatörlük yaptı. Konuşmalarda anlatılanlardan varılan nokta, Eyüp Can’ın cümlesi gibiydi.
Avrupa Birliği aşkını nasıl ilişkiye dönüştürebiliriz?
Türkiye, Avrupa’nın kapısını ilk tıklatalı 51 yıl olmuş, aşk çoktan unutulmuş. Hadi bunu geçelim, üyelik müzakereleri başlayalı 5 yıl oldu. 5 yıl da ilk aşk heyecanının sönmesi için yeterli süre. AB’nin bundan önceki evliliklerinde böyle uzun flört yok, aşk sürerken basmışlar imzayı.
Fazla naz âşık usandırır. Türkiye-AB aşkının hızla tükendiğini kamuoyu desteğinin yüzde 48’e inmesi gösteriyor zaten. O zaman nasıl bir ilişki kurulacak ki birliktelik sorunsuz devam etsin? AB üyeleri bunu bulmaya çalışıyor. Türkiye’de ise yeni bir strateji gelişti. Ankara artık defansta değil, topu karşı sahada koşturuyor, ama gol de yok.
Türkiye’de giderek Norveç modelinden söz ediliyor. Türk basınına net yansımadı, ama AB’den sorumlu bakanımız Bağış, Brüksel’de Euractiv’e verdiği demeçte “Norveç gibi referandum yapar, Türk halkına sorarız AB üyeliğini isteyip istemediğini” dedi. Norveçliler referandumla hayır demişlerdi AB’ye.
Referandum giderek moda oluyor. Fransa’da bugün referandum yapılsa Romanları hemen atalım sonucu kesin çıkar. Almanlara sorsan hemen Euro’yu bırakıp Mark’a geçelim derler. İsviçre’de yapılan son referandumda göçmenlerin oy hakkının olmaması sonucu çıktı. Tophane’de “Sanat galerileri kalsın mı?” diye sorsan muhtemelen “Gitsinler” sonucu alınır.
Özetle referandum bir silah, ama namlusundan çıkan kurşunun nereyi ve kimi vuracağı belirsiz olan bir silah.
¡ ¡ ¡
Bu nasıl ilişkiyse Türkiye 2004 yılından bu yana AB platformlarına davet edilmiyor. Bakan Bağış’ın haklı olarak yakındığı gibi bir yandan gelip Ankara ile stratejik işbirliğinden söz ediyorlar, diğer yandan da o kararların alındığı ortama sokmuyorlar. Sonra da enerji konusunda işbirliği istiyorlar. Türkiye de oyalanıyor. Neden? Çünkü Güney Kıbrıs gibi nüfusu 790 bin olan bir yarım ülke Türkiye’nin üyelik müzakerelerinde Enerji başlığının açılmasını engelliyor. 500 milyon Avrupalıyı ilgilendiren bir konuda Güney Kıbrıs’la baş edemeyen bir AB!
İlişkinin başlar gibiyken darboğaza girdiğini söylemek en doğrusu. Gümrük Birliği sorunlarına rağmen Türkiye için iyi oldu. Bugün Türkiye, Avrupa Birliği için çok daha önemli bir ülke. Bunu AB temsilcisi Pierini de söylüyor. Gelgelelim müzakereler tıkanmak üzere.
Treni rayda tutmak ya da ilişkiyi kurtarmak nasıl olacak? Farklı yöntemler denenecek. Kendini ağıra satmakta yarar var. İşe heyecan katmak içinse “Kaçan kovalanır” yöntemi denenebilir.
Yazının Devamını Oku 25 Eylül 2010
BRÜKSEL’de üç gün boyunca güneşi yakalamak her babayiğidin harcı değildir... Depresif gökyüzünün sürekli gözyaşı döktüğü Avrupa Başkenti’nde tek tesellimiz güneşin gülümseyen yüzü olmadı neyse ki. Biraz da içimizi döktük. TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu “AB’ye üye olmazsak depresyona girmeyiz” dedi.
Türkiye’nin hiperaktif gündemi malum. Biz bile kendimizi takipte zorlanırken buradan Türkiye’yi izlemek kolay değil. Örneğin Türk ekonomisinde ne oluyor? Yüzde 10 oranındaki göz kamaştırıcı büyüme ne anlama geliyor? TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve OECD’nin Türkiye Raportörü Rauf Gönenç Brüksel’deki fikir önderlerine ve medya temsilcilerine Türkiye’nin ekonomik durumunu anlattılar. Özellikle Yunanlılar kulaklarını açıp dinlediler. Avrupa kan ağlarken Türkiye’nin dinamizmi kıskançlık yaratabilir. Öyle ya da böyle şu son yüzde 10’luk büyüme gözlerin Türkiye’ye çevrilmesine yol açtı.
OECD bu yılın bitiminde Türkiye’de yüzde 7 ile 8 arasında büyüme bekliyor. Soru, bu keskin büyümenin süreklilik kazanıp kazanmayacağı. Türkiye krizden kredi reytingini yükselterek geçen tek ülke. Ancak rekabetçiliğin ve verimliliğin artması gerekiyor.
Rauf Gönenç Türkiye’nin her yerinde asgari ücretin aynı olmasını, yüksek sosyal güvenlik katkısını, yarı zamanlı ya da esnek çalışmaya getirilen sınırlamaları Türk ekonomisi için tehdit algılaması içine yerleştiriyor. Türk şirketlerinin çoğu ancak kurallara uymaktan kaçınarak ayakta kalabiliyorlar. OECD’ye göre artık bu durum değişmeli. Özetle ekonominin tümü kayıt altına girmeli.
Peki AB bu kayıt dışılık ya da kuralları çiğneme durumuna çok mu yabancı? Hayır. İtalya’da, İspanya’da, Portekiz’de de bunlar yaşandı. İtalya ve özellikle İspanya sonunda çok esnek çalışma kuralları yarattılar. Zor bir konu, ama Türkiye artık bunu çözmek durumunda.
* * *
Avrupa Komisyonu’na yakın kaynaklar Türkiye ile müzakerelerin Kıbrıs nedeniyle yıl sonu itibarıyla duvara toslamasından ciddi endişeli görünüyorlar. Geçen yıl da aynı hava vardı, ama AB ile Türkiye arasında devam eden üyelik müzakerelerinde açılması mümkün olan birkaç başlık vardı. Bugünkü durumda ise elde açılacak başlık kalmıyor, Güney Kıbrıs ve Fransa’nın engellemesi var.
Öte yandan Almanya Dışişleri Bakanı’nın üç gün önce müzakerelerin devamı yönünde verdiği desteği Fransa’ya ve Güney Kıbrıs’a mesaj olarak da okumak mümkün. Ya da Almanya müzakerelerin duracağını anladığı için Türkiye’ye el sallıyor.
Geçen hafta Avrupa Parlamentosu’nda Fransızların başını çektiği sağ grubun “Artık kimseye üyelik havucu yok” yaklaşımını benimsediğini yazmıştım.
AB bizim için bir havuç-sopa politikası idi. Üyelik havucu varsa sopayı da görürsün. AB’ye uyum pek çok konuda zoraki de olsa böyle ilerliyordu.
Artık havuç yoksa, sopa da yok demektir. Türkiye’nin Avrupa standartlarına kavuşması bakalım bundan sonra hangi hızda ilerleyecek. Zaten bütün mesele de bu değil mi? Harman yel ile, düğün el ile... Kamuoyunun düşen desteğine ve Cumhurbaşkanı düzeyindeki demeçlere bakarsak, içeride AB rüzgârı diniyor. Yel de yoksa el de yoksa AB ile düğün olmaz...
Yazının Devamını Oku 18 Eylül 2010
MACARİSTAN’ın başkentinde Avrupa sağının her yıl düzenlediği Yaz Üniversitesi’ndeyim.
Oturumlarda Avrupa’nın 2020 vizyonu tartışılıyor. Avrupa sağının temsilcileri Türkiye’nin adını bile duymak istemiyorlar. Duyduklarında da diken batmış gibi rahatsız oluyorlar.
Kısa adı EIN olan Avrupa Fikirler Ağı’nın Yaz Üniversitesi’ni düzenleyenler Avrupa Parlamentosu’nun en geniş katılımı olan EPP adlı muhafazakâr ve merkez sağ grubu. Bu gruba Fransızlar ve Almanlar hâkim. İngilizler kendi ayrı gruplarını kurdular. AK Parti’den kimseyi davet ettiklerini sanmıyorum. Tek Türk olarak Brüksel’deki TR PLUS-Avrupa’da Türkiye Merkezi’ni temsilen çağrılıyım.
AB’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış’tan aldığım bilgiye göre AK Parti’nin EPP’deki üyelik statüsünün yükseltilmesi için başvurusu var. Bu arada AK Parti’yi liberaller de çağırmış, hatta başkan yardımcılığı vaadi bile olmuş. Ancak AK Parti Türkiye’ye en muhalif grup olduğu için EPP’de ısrar etmekteymiş. Sanırım ısrarı artırmakta yarar var, burada gördüğüm tablo fazlasıyla iç kapatıcı.
* * *
German Marshall Fund adlı düşünce kuruluşunun Türkiye’de yaptığı Avrupa Birliği’ne destek araştırmasının sonuçları açıklandı. Türklerin AB’ye verdikleri destek görülmemiş bir orana geriledi: Yüzde 38. Bu düşüşün sebebi Budapeşte toplantılarında daha da berraklaştı. Katılımcılar artık “Hiçbir ülkeye havuç yok” demekteler. Havuçtan kastedilen AB’ye tam üyelik.
Avrupa’nın çok önem verdiği Komşuluk Politikaları’nın tartışıldığı toplantıyı sizlerle paylaşmalıyım. Avrupa coğrafyasından Arnavutluk ve Moldova gibi, Karadeniz’den Ukrayna ve Gürcistan gibi, Kafkasya’dan Azerbaycan ve Ermenistan gibi, K. Afrika’da Fas gibi 16 ülke bu politika kapsamında AB ile işbirliği yapıyor. Gelgelelim AB bu konuda ne yaptığının çerçevesini çizmemiş. 16 ülkenin hepsine farklı davranılıyor.
Avrupa sağı “Komşuluk politikasına dahil olmak tam üyeliğe giden yol değildir, havuç yok” diye lafı açıyor. Bu tabloda Türkiye’nin havucunu soran gazetecilere de “Unutun” babından laflar ediliyor. Yani bizim havuç, Avrupa sağı nezdinde çoktan çürümüş.
Yazının Devamını Oku 11 Eylül 2010
Avrupalı entelektüellerin büyük çoğunluğu geçen yüzyılın son 20 yılında “çok kültürcülük” akımını savundular. Bu ne anlama geliyordu? Farklı kültürlerden gelen, dini ve dili aynı olmayan insanlar yan yana barış içinde yaşayabilir, özetle bir ülke “çok kimlikli” olabilirdi... Türkiye de bu akımdan etkilendi.
2010 yılında ise Avrupa çok kültürcülüğün ölüm ayinini yapıyor.
Peki biz ne olacağız? Biz de burada cenaze namazında saf mı tutacağız?
* * *
Avrupa bugün yoğun olarak göç, göçmen, etnik köken, İslam, milliyetçilik ve nüfus sorunlarını tartışıyor.
Almanya’da Sarrazin vakası yaşanıyor. Sarrazin, Alman Merkez Bankası (Bundesbank) Yönetim Kurulu üyesi. Aynı zamanda sosyal demokrat, yani SPD’li. Geçmişten beri göçmen ve İslam karşıtı söylemleri ile dikkat çekiyor. Geçtiğimiz yıllarda “Berlin sokaklarında türbanlı bebekler dolaşmasın. Türkler manavlıktan başka iş yapamaz” gibi açıklamalar yapmıştı.
Sarrazin son olarak “Almanya Kendini Yok Ediyor” adlı kitabı çıkardı. Görüşleri özetle şöyle: “Göçmenler Alman toplumunu geriletiyor ve aptallaştırıyor. Bu gidişle Almanya’da Alman kalmayacak. Kimse buna dur demiyor”...
Sarrazin’in kitabı yok sattı. Göçmen kuruluşlar, Türkler, Araplar ve Museviler ayağa kalktı. Almanya Türk Toplumu Başkanı Kenan Kolat, Sarrazin’e “Entelektüel ırkçı” dedi. Bundesbank yönetimi Cumhurbaşkanı’nın Sarrazin’i görevden almasını istedi.
Ancak kamuoyu yoklamalarında Sarrazin’e halktan büyük destek çıktı. SPD ise Sarrazin’i partiden atmaya çalışıyor ama parti içi tepkiden korkuyor. Alman sosyal demokratları eskiden “multi-kulti” diye çok kültürlülüğü savunurlardı. Şimdi o slogan Yeşiller Partisi’ne kaldı. SPD tutucu bir çizgiye kaydı. Göçmen karşıtlığı parti tabanında yaygın.
Bu arada Almanya’ya uyum sağlamayana, dil öğrenmeyene, belli davranış kodlarını göstermeyene ülkeden atmaya kadar varan önlemler öngören bir yasa hazırlığının haberi geldi.
* * *
Çarşafı yasaklayan yasayı geçiren Fransa’da son olay Sarkozy’nin Romanları ülkeden kovması ile patlak verdi. Bu gelişme malların ve insanların serbest dolaşımı üzerine kurulu “Avrupa ruhu”na indirilmiş bir darbe olarak karşılandı. Sarkozy’ye karşı gösteriler başladı.
Yetmezmiş gibi işin içine Kaddafi de karıştı. İtalya gezisi sırasında, “İtalya ve AB bana yardım yapmazsa, Afrikalıların Avrupa’ya göçünü durduramam, Avrupa yakında siyahlaşabilir. Barbar istilalar olduğunda Avrupa’nın ilerlemiş ve yekpare bir kıta olarak kalıp kalamayacağını bilemeyiz” diye tehdit etti.
Altın vuruş ise Vatikan’dan geldi. Papalık Dış Misyonlar Enstitüsü’nden Papaz Gheddo, Müslüman göçmenlerin görülmemiş bir göç dalgasıyla Avrupa’ya gelmesi sonucunda birkaç kuşak sonra Avrupa’nın İslamiyet’in hakimiyetine geçeceğini ileri sürdü. Vatikan temsilcisi, İslamiyet’in “eninde sonunda Avrupa’nın büyük bölümünü fethedeceği” öngörüsünde bulundu.
* * *
Günümüz Avrupa’sı, halkların baskısıyla kimlik sorunlarına demokratik çözüm arayışına “dur” dedi. Özetle, yaşayarak öğrendik ki Avrupa’ya kefil olunmaz. Bu da geçer, ama en az bir 20 yıl daha böyle gider.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2010
KONYA Beyşehir’in Çavuş Beldesi yakınlarında, bozkırın ortasındaki kerpiç ev inşaatında bir yer sofrası. Sanatçısı, yazarı, çizeri yere bağdaş kurup inşaatta çalışan işçilerin hazırladığı kahvaltıda buluşuyoruz. Ev sahibimiz projenin fikir babası Mehmet Taşdiken. 156 kerpiç köy evinden oluşan bu ütopik projenin ilk 10 -15 evi tamamlanmak üzere. Uzaktan Beyşehir Gölü’nün sakin ışıltısını seyrediyoruz.
“Ekolojik” evlerin sahipleri çevreci ütopyanın peşinde bir avuç idealist sanatçı ve entelektüel. Kimi evler atölye olarak kullanılacak, organik tarım yapılacak, domates sebze tarladan gelecek, süt inekten sağılacak.
Burasının adı Şükran Köyü...
Cemil İpekçi’den Yüksel Aksu’ya, Devrim Erbil’den Zeynep Tunuslu’ya, Nilüfer Narlı’dan Halil Ergün’e kadar pek çok tanıdık isim Şükran Köyü’nden ev alarak projeye destek veriyor. Evler şimdilik 30 bin lira. Çavuş Beldesi Başkanı Mehmet Çiğdem projeden gururlu. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da Şükran Köyü projesine destek için burada.
* * *
Şükran Köyü’ne varmadan önce Beyşehir’de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’la birlikte Anadolu ahşap mimarisinin en önemli örneği olan Eşrefoğlu Camii’ni ziyaret ettik. Bakan bizi Burdur’a, Sagalassos harabelerinin açılışına davet ediyor. Gitmemek olmaz.
Orası Batı Torosların en önemli antik kenti. Gözümüz Çavuşlu olan Ahmet Sever’i arıyor ama Cumhurbaşkanı danışmanı olarak işi başından aşkın, bize katılamıyor.
Sanatçılar ise Yortanlı Barajı’nın suları altında kalma riski taşıyan Bergama’daki antik Allianoi kenti için bir bildiri hazırlamakla meşguller. “Beyşehir’deyiz, sırası mı Bergama’nın” denmiyor. Aramızda ünlü arkeolog ve editör Nezih Başgelen de var. Henüz Tarkan’ın web sitesinde duyuru çıkmamış. Çevre Bakanı da “Tarkan kuru sıkı atmasın, Allianoi uydurma bir yer” diye açıklama yapmamış. Ressam, heykeltıraş, oyuncu, yazar çizer takımı... Nezih Başgelen, Yüksel Aksu, Figen Özden, Kamer Batıoğlu, Nilhan Sesalan, Işıl Karaçor, Belgin Alagöz, Güler Kazmacı, Vedat Akman, Mehmet Taşdiken ve ben. Kafa kafaya verilip hemen o gün bakana sunulmak üzere kısa bir Allianoi mektubu hazırlanıyor.
Araçlara doluşup Sagalassos’a varıyoruz. Güneşi orada batıracağız. Tanrının şanslı kullarıyız ki rehberimiz Nezih Başgalen.
* * *
Hafta başında ortalık karışıyor. Allianoi gündeme oturuyor. Kültür ve Turizm Bakanı, Çevre ve Orman Bakanı’na karşı çıkıp Tarkan’a ve çevrecilere destek veriyor.
Referanduma rağmen Türkiye’nin çevreci gündemi arada kaynamıyorsa bu şaşırtıcı bir durum. Türkiye çevreciliği özümsüyor. Göç ve hızlı kalkınmanın akıl yitimi anlamına gelmediğinin farkına varıyor ve belki de özüne dönüyor.
Bir insanı anlamak için, “Otu çek köküne bak” derler Anadolu’da. Bilinçaltının uyanışından söz edilebilir belki de... Bozkırdaki Şükran Köyü, Türkiye’nin kendi kültürünün unutulan altyapısında, göçerlikte ve dininde doğaya saygının olduğunu hatırlamaya başladığının simgesi. Allianoi eylemi de bir tür zulme başkaldırının...
Eylemcilere destek için bugün ben de Allianoi’de olacağım.
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2010
ROMALILAR süper güç olmadan önceki dönemde Kuzey Denizi’nden Hazar’a kadar olan topraklarda Seltler yaşardı.
Seltik toplumlarda yazı yasaktı. Drüid denilen Selt rahipleri yazıyı sadece kendi aralarında kullanırdı. Bu yasağın kendine göre bir felsefesi vardı. Seltlerde yazının olayları sabitlediğine, evrimi ve gelişmeyi engellediğine inanılırdı.
Şimdi de cemaat kisvesindeki bizim Seltler, Hanefi Avcı onların istediği türdeki evrilmeyi engelleyebilecek bir kitap yazıp, “içerde” olup biteni anlattı diye bozuk atıyorlar. Öyle bir duygu geliyor ki insana, hani birileri ellerinden gelse 12 Eylül darbecilerini taklit edip toplattıracaklar bu kitabı, kütüphaneleri dağıtıp atacaklar içeri okuyanı. Beğenelim beğenmeyelim, “Haliç’te Yaşayan Simonlar”, farklı fikirlerin tartışılabileceği bir ortam yaratılmasını savunan (s. 388) önemli bir kitap. Kaldı ki, öyle ya da böyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin önde gelen bir emniyet müdürünün içeriden değerlendirmelerini ve dünyaya bakışını anlatıyor.
* * *
Bakın ne diyor Hanefi Avcı: “Bizim gibi ülkelerde... hızlı bir ilerleme sağlamak akla, bilime ve mantığa aykırı mevcut yapılar ve kanaatler nedeniyle çok zordur. Zihniyet değişikliği gerçekleşmediği sürece yalnızca görünür olan yapıyı değiştirmekle hiçbir sorun kalıcı olarak çözümlenemez...”
Yazının Devamını Oku 21 Ağustos 2010
BATI kültürüyle yetişen Türk entelektüellerinin pek çoğunun Batı yanaşmasına dönüşmesiyle 18’inci yüzyıldan bu yana tanışığız.
Günümüzde gerek Avrupa Birliği gerekse Kıbrıs konusunda kimi aydınlarımızın takındığı Batı yanaşması tavrı sinirleri bozan bir durumda. Oysa bu kolaycılığa gerek yok. AB konusunda yalakaların ve ret cephesinin dışında bir üçüncü duruşa ihtiyaç olduğunu öteden beri yazarım. Örneğin Kıbrıs’ta uzun yıllar “Çözümsüzlük çözümdür” görüşü devlet politikası oldu. Bunun karşısında da Kıbrıs’ın hiçbir stratejik önemi kalmadı gibisinden cahilane bilgiler yumurtlayan Batı yanaşmaları yer aldı.
* * *
Bizim Batı’dan çok Batıcı olan kahramanlarımız laiklik meselesine de taktılar. Anayasa’dan laiklik meselesi çıksın demeye kadar vardırdılar işi. Bunu diyen mütedeyyin bir adam bile değil, Batı yanaşması olduğu yetmiyormuş gibi bir de iktidar yanaşması.
Halbuki Türk laikliği diye bir şey var. Tıpkı AB ülkelerinde birbirinden farklı uygulama olduğu gibi bizimki de kendine özgü bir durum. Birincisi Müslümanlık, Hıristiyanlık’tan farklı. İkincisi de bizim geçmişimizde hilafet var. Şeyhülislamlık gibi fetva veren bir müessese var. Bizdeki sorun Diyanet’in Alevileri temsil edebilecek hale gelmesi. Bunun dışında AB’nin Türk laikliğine edeceği tek kelime olamaz. Bunun içindir ki laikliğimizin liberalleşmesi gerektiğini söyleyen kimi liberal ve sol aydınlar Avrupa yanaşmalığından medet ummasınlar. Laiklik kavram olarak evrenseldir, ama uygulamada millidir.
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2010
<b>Bodrum</b><br>HERKESİN Bodrum’u farklı. Magazincilerin bikinili, yatlı, yaşlı adam-genç sevgili fotoğraflı Bodrum’u küçük bir kesiti yansıtıyor. Gün bir, gol bir, daha Bodrum’a ayak basar basmaz bendenizin kısmetine aynı plaj şemsiyesinin altında üç büyükelçiyle birden oturmak ya da Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth’la muhabbet etmek düşüyor.
Claudia Roth ile başlayayım. Claudia 1993 yılından bu yana Beşiktaşlı. O yıl katıldığı bir Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu toplantısında gündem yine insan haklarıdır. Claudia’ya ise bu konudan gına gelmiştir. “Hadi biraz da futbol konuşalım” der ve sorar: “Türkiye’de en halk takımı olan hangisi?” Aldığı cevap “Beşiktaş” olur.
Toplantı bitince Claudia, Beşiktaş yöneticileriyle tanışır. Onu İnönü Stadyumu’na götürürler. Mermer tuvaletler, altın rengi musluklar hayli şaşaalı gözükür Claudia’nın gözüne. Halk takımının stadı buysa kimbilir G.S.’nin stadı nasıldır diye geçirir aklından. Fakat sonuç değişmez. Claudia Beşiktaşlıdır artık.
Kader cilvesi, gün gelir Claudia’nın seçim bölgesi Augsburg’dan hemşerisi Bernd Schuster Beşiktaş’ın antrenörü olur. Claudia, Schuster’le gurur duyuyor ve başarılı olacağına inanıyor.
* * *
Türkiye Claudia Roth’u şaşırtmaya devam ediyor. Ula’da yabancı gurmelere yemek kursları düzenlediği bir müze ev açan Engin Akın geçen hafta onu bu özgün Ege kasabasına götürür. Dondurmam Gaymak filminin Ulalı yönetmeni Yüksel Aksu da onlara eşlik eder.
Claudia, Ula yemeklerine ve hele dondurmasına hayran kalır. Herkesin bisiklete bindiği, insanların mahrem hayatlarından peynir ekmek yer gibi açıklıkla söz ettiği Ula, Claudia’yı biraz da şoke eder.
Kayaköy’de Zülfü Livaneli’ye komşu evi olan Claudia’yı bırakıp ertesi gün Aktur’a doğru yola çıkacağım.
* * *
Bodrum Aktur küçük bir kasaba. Ana plajda beni bekleyen okul arkadaşım Dizdar Çamlıbel ve eşi Canan’la buluşuyoruz. Ankara’dan dostlar Prof. Ayşe-Sencer Ayata, Nilgün Arısan Eralp ve Prof. Atilla Eralp da buradalar, ama onlar Yeşil Plaj’daymışlar. Bizim bulunduğumuz Ana Plaj’da o kadar çok büyükelçi var ki normal zamanda istesen de hepsini bir arada bulamazsın.
Atina Büyükelçimizden tutun Kıbrıs Dairesi Genel Müdürü’ne kadar hepsi eşleriyle birlikte çoluk çocuk buradalar.
Sınıf arkadaşım Atina Sefiremiz Zerrin Göğüş Türk dizilerinin uzmanı olmuş, zira şu anda tüm Yunanistan Gümüş’ü ve Aşk-ı Memnu’yu bekliyor. Bergüzar Korel Atina’daki 29 Ekim kutlamalarına katılacakmış.
Bir başka şemsiyenin altında Brüksel’de genç bir konsolos iken tanıdığım, şu anda Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Dairesi Genel Müdürlüğü görevini yürüten Necip Egüz’ü buluyorum. Hiç yeri değil ama Kıbrıs’taki son durumla ilgili sıkı bir brif alıyorum Egüz’den. Annan Planı sırasında görev yapan, sonra da Talat’ın ekibinde yer alan Kudret Özersay’ın şimdi de Derviş Eroğlu’nun ekibinde yer alması iyiye işaret.
Rumlarda işi yokuşa sürme eğilimi sürüyor. Kasımda çıkacak olan BM raporunu geciktirmeye çalışıyor Rumlar ve maalesef Ruslarla Fransızlardan destek alıyorlar.
Güneş şemsiyelerinin altında hayat en yavaş ritimde sürüyor. Ramazanda Bodrum yarı yarıya boşalmış olsa da tatil herkese gerekli, hele ülkemizin koşuşturmasında yaşayan bizlere. Haydi şimdi denize...
Yazının Devamını Oku