Lavanta kokan beyaz çarşaflar

Dün doğum günümdü; bugünse Çekirge’nin 100. yazısını yazıyorum.

Geçen hafta, hayatınızda "İşte o an" diyebileceğiniz dönüm noktasını yazmanızı rica etmiştim. Etkileyici bir hikayeyle karşılaştım. Teşekkürler Ergül İlter!

Lavanta kokan beyaz çarşaflar... Yatak odasındaydım; öylece kapıda durmuş, içeriye bakıyordum ama sanki orada değildim.İçeriye girip, şifoniyerin çekmecesini kulplarından tutup yavaşça öne doğru çektim, beyaz kar gibi çarşaflar göründü, aynı anda hafif bir lavanta kokusu duydum. Gözlerim yaş içindeydi, üzüntü içinde yatağımın ucuna oturdum. Kocam, az önce benim durduğum yerde durmuş, kapıya yaslanmış bana bakıyordu; sanki benden çok onun teselliye ihtiyacı vardı, birbirimize sarılıp ağladık.

***

Check-up yaptırmak için gittiğimiz hastanede, doktorun tahlil sonuçlarını okumasını bekliyorduk. Doktor, bana değil de kocama bir şeyler anlatıyordu; çünkü ben doktorun söylediği cümleden sonra "Allahım Allahım" diye inliyordum. Doktor, duvarda asılı şemadan tedavi şeklini anlatıyordu ama kulaklarımda sadece doktorun beni can evimden vuran cümlesi vardı: "Kanda hücre çoğalması..."

***

Eve gelirken yolda çok ağladım. Trafik çok yoğundu; yollar hiç bitmeyecekti sanki. Başımı arkaya yaslayıp düşünüyordum; biz 30 senedir evliydik, sevgiliydik, arkadaştık her şeydik. 50 yaşındaydım, meğer ölüm için genç sayılmazmışım, o kadar da üzülmeyeyim diye düşündüm; sözde kendi kendimi teselli ediyordum.

***

Şimdi çocuklarımıza, anneme, kardeşlerime, yakınlarıma ne diyecektik? Üzüntüden yorgun düşmüştük; kocam banyoda yüzünü yıkıyordu. Çekmecedeki lavanta kokulu beyaz çarşafları serip yatağımızı hazırladım. İçim yanıyordu, beyaz çarşaflara uzandım yattım ve gözlerimi kapattım; sanki uzaklardan, dağlardan bir esinti geldi, beni serinletti; sanki dağların eteklerindeki lavantalara gömülmüştüm. Öyle güzel kokuyorlardı ki, sanki ruhum da serinledi...

***

Bütün bunlar tam altı sene evveldi, geldi geçti, fırtına dindi... Ameliyatlar, içtiğim atom kapsülü, kapandığım çelik kaplı hastane odası, bir aylık radyoaktif karantina, altı ayda bir yapılan kontroller, testler, taramalar, tahliller ve en kötüsü de her seferinde ölüp ölüp dirilmeler... Tabii ki berbat anlardı; ben her şeye rağmen çok şanslıydım. Şimdi neredeyse hiç durmadan yazıyorum. Yakınlarımla çok güzellikler yaşıyoruz. Yedi yaşındaki erkek torunumuzla çok iyi arkadaşız. Düşünün ki, yanınızda sizi çok seven torununuz var ve onunla el ele tutuşmuş, sinemadaki çocuk filmini izliyorsunuz; bilseniz, nasıl müthiş bir keyif.
Yazarın Tüm Yazıları