Masum belgeselci Can Dündar, "Mustafa"yı seyretmeden eleştirenlere sitem etmiş.
Ne yani, o dönem ödevi bozması filmi eleştirmek için bir de filmine bilet alıp, Can Dündar’a para kazandırmak şart mı?
Bir film, hakkında onca şey yazıldıysa pekala seyredilmeden de eleştirilebilir. Sinematografisi, kurgusu gibi sanatsal özelliklerini eleştiremezsiniz seyretmeden tabii ama hakkında güvendiğiniz imzalarca yazılanlardan yola çıkarak içeriğini ve konusunu eleştirebilirsiniz.
Vakit Gazetesi yazarı 78 yaşındaki Hüseyin Üzmez’in 14 yaşındaki bir kızı taciz etmesini eleştirmek için, taciz anlarını seyretmemiz mi gerekiyordu da; Dündar’ın filmini eleştirmek için Atatürk’ün itibarına yönelik tacizini illa seyretmemiz gereksin?
Atatürk’ü gönülden sevdiğinden kuşkum olmayanlardan bazı isimler, filmi masum bulduklarını, filmi seyrettikten sonra Atatürk’ün kalplerindeki yerinin değişmediğini söylüyorlar. Atatürk’ü anlayanlar, bilenler için sorun yok tabii. Atatürk’ün onların kalbinde edindiği yerin, kalitesiz bir belgeselle sarsılacak hali yok ya. Sorun belgeselin Atatürk’ü, onu sadece heykellerden, sınıflara asılı tablolardan ve basmakalıp ders kitaplarından tanıyan, yani hiç tanımayan yeni nesillere nasıl tanıtacağında...
Kimse kusura bakmasın, Atatürk’ün insani yanını göstereceğim diye sadece içki ve sigara içmesini gösteren Can Dündar’da art niyet arayanları art niyetli olmakla suçlamak hiç de makul değil.
Atakan ailesinin ikinci nesil büyüklerinden Mustafa Atakan, soyadımız "Atakan"ı Atatürk’ün sofrasında Atatürk’ün önerisiyle alan Rahmi dedemden bizzat dinlemiş... Geçen haftaki yazımdan sonra telefonda aktardı.
Amcası, dedem Rahmi Atakan Ankara Halk Evi’nin kurucu müdürlüğünü yaptığı yıllarda, Atatürk sık sık ziyaret ettiği Ankara Halk Evi’nde zaman zaman yemek de yermiş. Bu ziyaretlerinden birine gelmeden önce dedemi arayıp, "Rahmi, bugün ne yemek var?" diye sormuş. Dedem günün yemeklerini sayınca, "Kuru fasulye yoksa yemekten sonra geleyim" demiş.
Dedem "Paşam hemen yaptırayım" deyince de, "Yok, israfa gerek yok, bugün ne piştiyse o tüketilsin. Sen beni ne gün kuru fasulye pişirilirse o gün ararsın" cevabını vermiş.
Dedem Rahmi Atakan o günden sonra kuru fasulyeyi günün mönüsüne sık sık koymaya başlamış ve her seferinde de Atatürk’ü haberdar etmeyi ihmal etmemiş. Atatürk de Ankara Halk Evi’nde çok daha sık yemek yer olmuş.
Atatürk’ün kuru fasulyeye olan düşkünlüğü, içki sofraları kadar bilinen bir gerçek. Can Dündar Atatürk’ün her akşam içtiği bir, iki kadeh içkiyi ve tellendirdiği sigarayı insani yanlarını vurgulamak için kullanıyor da, dayanamadığı kuru fasulyeyi neden bu denli vurgulamıyor filminde acaba? Kuru fasulyeyi önemsiz bir ayrıntı, içkiyi başrol sanatçısı yapan özellikleri neler?
Atatürk’ün insani yanı, içki, sigara ve Can Dündar’ın amatör psikanaliz bilgisiyle, hokkabaz numarası gibi şapkasından çıkartıverdiği yalnızlığı ile kindarlığından mı ibaret?
Kirliliği görmeyen o gözler balıkları nasıl görecek
TBMM Çevre Komisyonu’ndan 14 kişilik milletvekili heyeti, Bodrum Güllük Körfezi’ndeki balık çiftliklerinden açıkta kurulu ikisini inceledikten sonra "kirlilik göremedik" demişler.
Bu arada Komisyon Başkanı, Ankara’ya dönerlerken temiz bulduklarını söyledikleri çiftliklerin sahibi Kılıç Balıkçılık tarafından otobüslerine yüklenen 125 kilo çiftlik çipurasını da görmediklerini söylemiş. Balıkların yarattığı kirliliği görmeyen gözler için doğaldır.
Büyülübağ’ın ilk büyülü şarabı
Büyülübağ şaraplarını ilk kez geçen sene Topaz’da tatmış ve çok beğenmiştim. Büyülübağ bu şarabı, kendi bağları henüz çok genç olduğu için Çeşme bağlarından hasat edilen seçme üzümlerden yapmıştı.
Büyülübağ’ın tamamen Avşa’daki kendi bağlarından yaptığı ilk şarap olan Büyülübağ Cabarnet Sauvignon 2006’yı, yine Topaz’da ancak bu kez Büyülübağ’ın kurucusu Alp Törüner’in sunumuyla piyasaya çıkmadan önce tatma fırsatı buldum. Henüz üç yıllık bir bağdan böylesine başarılı bir şarap nasıl çıkmış, inanılır gibi değil. İşin sırrı Törüner’in iyi şarap bağda başlar felsefesine sıkı sıkıya bağlı kalması ve bağlarına büyük özen göstermesinden kaynaklanıyor.
Törüner iyi şarabın temeli olan iyi üzüm yetiştirmeye özen göstermekle de kalmamış, bağlarının içine Türkiye’nin ilk yerçekimine uyumlu akışlı çok katlı şarap üretim tesisini de kurmuş. Bu teknik kullanıldığında, üzüm tanklara sıkılmadan, tepeden dökülüyor ve suyu kendi ağırlığıyla sıkılarak alttaki fermantasyon fıçılarına akıyor. Bu da üzümün narin aromalarının diğer sıkma ve pompalama metotlarında yaşandığının aksine kaybolmasını önlüyor.
Törüner, bu genç bağlardan 14,1’lik alkol derecesine rağmen alkolün fazla hissedilmediği, güçlü ve kompleks aromalı böylesi bir şarap üretebildiyse, birkaç yıl sonra dünya piyasalarında da büyük ilgi görecek şaraplara imza atacaktır, adım gibi eminim. İşin en güzel yanına gelince. Daha önce sadece restoranlarda satılan Büyülübağ’ı, Cabarnet Sauvignon 2006’sıyla Carrefour raflarında 33 YTL’lik etiketiyle görebileceğiz artık. Büyülübağ, Carrefour’da diğer bazı çeşitleriyle de satılıyor olacak.