Türk berber Metin ile Yunan psikoterapist Dora’nın evlenip çocuklarıyla beraber aynı evde yaşamaya başlamasını anlatan dizinin senaryosu çok beğeniliyor. Bizdeki, Münir Özkul’lu, Adile Naşit’li efsane film ‘Bizim Aile’nin tadını veren sıcak dizi Yunan televizyonlarının yeni fenomeni
Tam dokuz sene önce, takvimler 2005’i gösterirken Yunan televizyonlarında yepyeni bir döneme girildi. O sene, bir Yunan delikanlının Gaziantepli bir aileye damat olmasının çevresinde gelişen olayları anlatan ve Türkiye’de çok tutan ‘Yabancı Damat’ dizisi, komşunun televizyonlarında da bir furya başlattı. Bu yıl bu furya artık onuncu senesine girecek. ‘Aşk-ı Memnu’, ‘Ezel’, ‘Binbir Gece’, ‘Muhteşem Yüzyıl’ gibi diziler Yunanistan’da izlenme rekorları kırdı. Televizyonlarda halen ‘Karadayı’, ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ ve ‘Kuzey Güney’ devam ediyor.
Ancak, komşudaki reyting ölçümleri Türk dizileri için ‘yorgunluk belirtileri’ gösteriyor. Bunda, beş yıldır süren ekonomik kriz nedeniyle ekranlardan kaybolan yeni dönem Yunan dizilerinin ürkek de olsa geri dönme teşebbüsünün etkisi var. Tabii kilisenin, aşırı milliyetçilerin ve medyanın bir bölümünün Türk dizilerine karşı tepkilerini de göz ardı etmiyorum.
Türk’ü, Yunan’ı aynı evde
‘Time’ dergisi 2011’de onu yılın ‘100 şahsiyeti’ arasına dahil etti. BBC, CNN ve Al Jazeera gibi haber kanalları onun için özel programlar yaptılar. Yunan ve yabancı gazetelerde geniş yer aldı. Şarkı yazıldı adına. Çizgi film kahramanı oldu. Sosyal paylaşım sitelerinde yıldızdı. Hatta İspanya’da bir restorana da adı verildi. Yunanistan’ın ‘devrimci’ köpeği Lukanikos’un yani ‘Sosisçi’den bahsediyorum. Lukanikos ‘Devrimci bayrağı’nı Kanelos’tan devraldı. Atina’nın ‘anarşist’ semti Eksarhia’da her öğrenci yürüyüşünde, hep en önde olan Kanelos’tan. Körolası bir göz yaşartıcı bomba iki ayağını sakat bırakmasına rağmen her direnişte hep orada olan Kanelos’tan. Yine Eskarhia semti doğumlu Lukanikos’un ‘karargâhı’ ise 1 kilometre ötede, parlamento binasının da bulunduğu Sintagma Medyanı’ydı.
Takvimler 2011’i gösterdiğinde ekonomik krizi protesto için sokaklara dökülen yüz binlerce insan haftalarca Sintagma’da “Hırsızlar. Çaldıklarınızı geri verin” diye haykırırken, Lukanikos da kendi dilinde slogan atıyordu.
Göstericilerin yanındaydı hep. Polis gördü mü başlıyordu havlamaya. Elbette siyasi görüşü yoktu, elbette ekonomik krizi anlamıyordu ama galiba onu kim seviyor hissediyordu. Isırmıyordu polisleri sadece havlıyordu. Belli ki sevdiklerini koruyordu. Ha bir de o günlerde parlamentoya girmek isteyen milletvekillerini yuhalayanlara ‘eşlik’ ediyordu. Haftalarca aynı tablo Sintagma’da. Bir tarafta, göstericiler, bir tarafta polis ve ortalarında Lukanikos. Molotofkokteyliymiş, biber gazıymış, göz yaşartıcı bombaymış takmıyordu. Bütün dünya işte o günlerde bu ‘direnişçi’ sokak köpeğiyle tanıştı.
Sintagma’daki kantinciler besliyordu. En çok da sosisi sevdiği için Lukanikos adını verdiler ona. Bütün gün meydanda dolaşır, sevgiyle uzanan ellerin sırtını okşamasına memnuniyetle izin verirdi. Göstericiler toplandığında aralarına karışır oynardı. Ama üniformalılar çıkınca ortaya, bambaşka bir köpek olurdu. Öfke dinip meydanda protesto gösterileri bitince, o da kayboldu ortadan. Sintagma direnişinin ‘müdavimleri’ arayıp sordular. Göstericilerden biri çok sevmiş olmalı ki yanına almış. Üç yıl hiç haber yoktu Lukanikos’tan.
Geçenlerde gazetelerde okuduk. Meğer geçen 21 Mayıs’ta ölmüş. Yaşadığı evde, kanepede uyurken vermiş son nefesini. Sessiz sedasız Atina tepelerinden birine gömüldü. Öyle fazla yaşlı değildi ama yorgundu. Doktoru “Onca zaman onca kimyasal girdi ciğerlerine, hastaydı” dedi. Önce Kanelos, şimdi de Lukanikos göçtü bu diyardan.
Direniş yasta. Sintagma Meydanı öksüz...
Hemen “Ya bu adam Atina’dan bildirmiyor muydu? Atina’da haber kalmadı da Estonya’ya mı merak sardı” demeyin. Konumuz Estonya Başbakanı Roivas’ın Yunanistan’daki tatili.
Roivas, eşini, kızını ve yeğenini alıp geçen hafta Girit adasına geldi. Birkaç gün sonra Yunanistan Başbakanı Andonis Samaras kendisi ile görüşmek için başbakanlık uçağı ile Atina’dan Girit’e gidene kadar Estonya Başbakanı’nın tatilinden kimsenin haberi olmadı.
Bir ucundan bir ucuna 500 kilometre civarında olan Girit’te VİP ziyaretçiler için popüler tatil beldeleri Elunda, Sudas, Pelagia, Aya Nikola, Rethimo, Mallia ve Hanya’dır.
Adanın Lasithi bölgesinde bulunan Kalo Horio’nun (İyi Köy) adını hiç duymamıştım. Roivas’ın tatil yeri olarak bu sahili seçtiğini okuyunca internette şöyle bir dolaştım. Beş hatta dört yıldızlı otele rastlamadım. “Muhtemelen o köyde villası olan biri tarafından ağırlanıyor” diye düşünmem ile yanıldığımı anlamam birkaç dakika aldı.
Meğer Başbakan Roivas, günlüğü sadece evet sadece 40 euro olan bir pansiyon odasında kalıyormuş.
Meğer yanında koruma filan yokmuş,
Meğer makam aracı da yokmuş.
Estonya Başbakanı bir hafta kaldığı Girit’te her sabah ailesi ile birlikte pansiyondan çıktı plaja gitti. Akşama kadar da orada kaldı. Köyün salaş lokantalarında yemek yedi.
HEYBELİADA NASIL KURTULDU?Kitapları Türkiye’de de yayınlanan (Gece Bülteni, Che İntihar Etti, Alan Savunması v.s) Petros Markaris 18 yaşındaydı o zaman. Ailesiyle beraber Heybeliada’daki yazlık evindeydi. Rumlar ve Ermeniler ile birlikte büyüyen adadaki askeri okul komutanı amiralin, karakol komiserine “Eğer vapurlardan kişi bile inerse seni Şark hizmetine yollarım” demesi ve komiserin de tabancasını çekip iskeleye kimseyi yaklaştırmaması sayesinde kurtulmuş Heybeliada. Felaketin boyutlarını ertesi gün İstanbul’a gittiğinde görmüş:
KIBRIS’IN BEDELİNİ RUMLAR ÖDEDİ
“İstanbul büyük bir felaket yaşadı. Kimliğini yitirdi. Çok kültürlü, kozmopolit özelliğini yitirdi. Türkiye’nin uluslararası alandaki itibarı yerle bir oldu” diyor.
Ve ilginç bir tespitte bulunuyor: “İstanbullu Rumlar, Ermeniler, Yahudiler bu şehri memleketleri, ülkeleri sayarlardı. Dünyanın başka bir şehrinde böyle bir şey yoktur".
Markaris, 6-7 Eylül olaylarından sonra İstanbul’dan giden çok Rum olmadığı gerçeğini vurguluyor. “Hayatlarını memleketleri İstanbul’da yeniden kurmayı başardılar. Ancak, yara çok büyüktü. Ne yapsanız ne etseniz kapanamıyordu, iz kalmıştı” diyor.
6-7 Eylül olaylarını Kıbrıs sorununun bir parçası olarak görüyor yazar: “Türkiye, Yunanistan’ın Kıbrıs’ta taviz vermesi için İstanbul’daki Rumları gözden çıkardı. Yunanistan da bu insanları Kıbrıs davasının tali hasarları gibi gördü. Rumlar, Kıbrıs’ın bedelini çok ağır ödedi”.
Geçen mayıs Avrupa Parlamentosu’na girmesiyle ‘Avrupa’nın en seksi siyasetçisi’ unvanına kavuştu. Yunan parlamenter Eva Kaili’yle Brüksel’de buluştuk: “Kadınlar politikada daha sistemli, sabırlı ve ısrarcı”
Sarı saçları, havalı tarzı ve gösterişli fiziğiyle giridiği her ortamda dikkat çeken Eva Kaili’den model ya da stil ikonu olmasını bekleyebilirsiniz. Ancak o, ülkesinde 11 yıldır aktif olarak siyasette yer alan, çevre konularına duyarlı Türk-Yunan ilişkilerinde de yeni bir döneme girilmesi için çaba sarfeden bir parlamenter.
Ondan bahsedilirken ‘Yunan siyasetinin parlak yıldızı’ deniyor. Ancak Kaili’nin başka pek çok lakabı var: ‘Barbie’den ‘Parlamento Güzeli’ne liste uzayıp gidiyor. Bu yakıştırmalar sadece ülkesi Yunanistan’da yapılmıyor. Geçen Mayıs ayında sosyalist PASOK partisinden Avrupa Parlamenteri seçildiğinde İngiliz The Sun gazetesinde hakkında çıkan haberin başlığı ‘Avrupa Parlamentosu’na seks bombası’ şeklindeydi. Ancak o, kendisine yakıştırılan bu sıfatları ne seviyor, ne de benimsiyor. Görünüşüyle ilgili belaltı saldırıları sertlikle bertaraf etmeyi de başarıyor. Hemen bir örnek: 2011’de Parlamento’da konuşurken kendisine “jartiyer giyip de konuşmak kolay” diyen iki meslektaşının disiplin kuruluna sevk edilmelerini sağladı.
Kökleri İstanbul’a dayanan Kaili’nin siyasete ilgisi 14 yaşında başladı. PASOK partisinin gençlik kollarına katılan Kaili, Aristo Üniversitesi’nde mimarlık okurken de öğrenci birliği başkanı oldu. 2002 yılında mezun olunca yine PASOK partisinden yerel seçimlere katılan Kaili, Selanik belediye başkanı seçildi. 2004-2007 yılları arasında aktif siyasette yer almaya devam ederken MEGA Channel adlı bir televizyon kanalında haber spikerliği rolünü üstlenmeyi de ihmal etmedi. Bu, ülkesinde geniş kitlelerce tanınmasına neden oldu.
İstanbul’u babamdan çok dinledim
Kaili için Türkiye’nin yeri ayrı, ne de olsa kökleri İstanbul’a dayanıyor. Beyoğlu’ndaki Zoğrafyon Lisesi’nden mezun elektrik mühendisi İstanbullu Aleksandros Kailos ile Selanikli şair-şazar Maria İgnatiadu’nun kızı o. Brüksel’de buluştuğumuz Kaili, kendi İstanbul’unu anlattı.
Rodos-Simi (Sömbeki)-Kastellorizo (Meis) üçgeninde avlanıyor bu karides türü. Meis’liler “Simi Karidesi” denmesinden hoşlanmıyorlar. "İlk kez Simi'de avlandığı için o isim kalmış. Gerçekte Kastellorizo Karidesi o" diyorlar.
“Lezzet” 4 ile 900 metre arası derinlikte kayalık “mekanları” tercih ediyor. Bilimsel adı “Plesionika narval”. Çiğ iken de piştikten sonra tabakta da göz zevkine pek hitap etmiyor. Minnacık. Ortalama üç, irisi beş santim. Rengi kırmızı. Çiğ tatsanız bile başka hiçbir karides türünde kolay rastlayamayacağınız kadar “şekerli”, yani basbayağı tatlı.
Avlanma mevsimi nisan-ekim arası. Simi ve Rodos’daki balıkçılar günde 10 kilo Simi Karidesi toplayabildiklerinde kendilerini çok şanslı sayıyarlar. Fiyatı balık pazarlarında kilosu 30 euroya kadar çıkıyor. Yani ıstakozun fiyatına yakın.
Pişirilmesi hiç de zor değil. Kafası koparılmış az miktarda Simi karidesi tavada kızarmaya başlayan az miktardaki zeytinyağı ile buluşuyor. Hepsi o kadar. Kızarma süresi bir buçuk dakika civarında. Kırmızı, turuncu-pembe arası bir renge dönüştü mü tamam.
Kilisenin ve aşırı milliyetçilerin “Türk propagandası yapılıyor” gibi abuk subuk iddialarına ve medyanın bir bölümünün de “Bu dizileri izlemeyin” şeklindeki yayınlarına rağmen, Türk dizileri “modası” geçmek bilmiyor buralarda.
Soru eğer “Türk dizileri neden seviliyor?” ise cevap çok ve çeşitli. Yunanistan’daki ekonomik kriz nedeniyle hemen hiç yerli dizinin çekilmemesi, Türk dizilerinin hem kaliteli hem de Yunan televizyonları için maliyetlerinin düşük olması ve Yunan izleyicinin tercihlerine-taleplerine-beklentilerine uyması cevaplardan bazıları.
“ATİNA’YI ESİR ALACAK”
Gerçekte Yunan halkı, Türk dizilerinden, hatta televizyonun buralara gelmesinden çok ama önce Türk sinemasını da seviyordu.
Geçenlerde 1930’lu yılların gazetelerinden üç ilan ilişti gözüme:
Birincisi şöyle diyor: “Büyük eğlence yarın başlıyor... Ünlü Türk opereti Lebleci Horhor Ağa’nın filmi tüm Atina’yı esir alacak. Avrupa’dakilerden daha iyi bir operet. 1934 Türkiye Güzeli’nin ve Türk Devlet Tiyatrosu sanatçılarının rol aldığı, Boğaziçi’nde, dillere destan İstanbul’da çekilmiş filmi kaçırmayın. Patheon Sineması.”
İkinci ilanda “Lebleci Horhor Ağa filmi dünden itibaren sinemamızda gösteriliyor. İlk gün seanslarına Atina’nın elit sınıfı büyük ilgi gösterdi. Filmin yanı sıra Fox News haberlerini ve Miki Fare çizgi filmini de izleyebilirsiniz. Splendit Sineması” diye yazıyor.
Üçüncüsünde ise “İstanbul dilencisi ” (İstanbul Sokaklarında) filminin müthiş başarısından sonra bütün dünya Türk sinemasının yeni zaferini izleyecek. “İstanbul Kaçakçıları” ‘’ (Orijinal adı acaba ne?) filminde yine Galip bey, Hasım bey ve Talat bey oynuyor. Ayrıca Türkiye Güzeli Feriha Tevfik Hanım da başrolde. İlk seans yarın saat 14.00’de . İdeal Sineması”.
Berkin Elvan’ın ölümü, dünyanın belki de biri hariç tüm ülkelerinde ‘15 yaşındaki bir çocuğun Gezi Parkı olayları esnasında biber gazı fişeğiyle vurulması sonucu 269 gün sonra hayatını kaybetmesi’ olarak duyuruldu.
Yunanistan için bu ölüm farklı bir anlam taşıyordu. Çünkü, Berkin “tanıdık” biriydi. Çünkü Berkin “Türkiye’nin Aleksis”i idi.
Karakaşlı çocuk, beş buçuk yıl öncesine götürdü bu diyarın insanlarını. Takvimler 6 Aralık 2008’i, saatler de 21.00’i gösterdiğinde Atina’da ‘anarşistlerin semti’ olarak bilinen Eksarhia’da arkadaşlarıyla dolaşan 15 yaşındaki Aleksis Grigoropulos, polis memurları Epaminontas Korkoneas ve Vasilis Saraliotis ile tartıştı. Sonra kavga başladı. Memur Korkoneas silahı çekti, ateşledi. Mermilerden biri Aleksis’in tam kalbine isabet etti. Oracıkta verdi son nefesini.
6 Aralık gecesi iki polis görevden alındı ve savcı cinayet suçlamasıyla soruşturma açtı. 7 Aralık sabahı dönemin Başbakanı Kostas Karamanlis, Grigoropulos ailesine gönderdiği başsağlığı telgrafında “Oğlunuzun haksız ölümü için lütfen samimi başsağlığı duygularımı kabul edin. Tüm Yunanlılar gibi derin üzüntü duyuyorum. Biliyorum ki şu anda hiçbir şey acınızı yumuşatamaz ama emin olun ki sorumluların cezalandırılmasında en ufak hoşgörü sözkonusu değildir. Devlet, görevi olduğu üzere bu trajedinin tekrarlanmaması için elinden geleni yapacaktır” diyordu. Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas ise “Oğlunuzun ölümü hukuk devleti için yaradır” diyecekti.
Şimdi 21 olacaktım
Ancak, insanları vicdanları Aleksis’in daha 16’ncı baharını bile göremeden, bir polis kurşunuyla göçüp gitmesine razı olmadı. Yüzbinler sokaklara döküldü. Aleksis’in ölümü ta Dedeağaç’tan Girit adasına kadar adeta ‘devlet terörüne karşı isyana’ dönüştü.
Hatırlıyorum da, Atina Ekonomi ve İşletme Fakültesi (ASOEE) öğrencilerinin fakülte binasını işgal ettiklerinde yayınladıkları bildiri, Nazım Hikmet’in mısralarıyla başlıyordu: Sen yanmasan / Ben yanmasam / Biz yanmasak / Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...