Yakın zamanda memleketimizi şereflendirmesi vesilesiyle Kate Moss’u yeniden dilimize doluyoruz. Etten ve kemikten (onun durumunda sinirden ve kemikten) Kate Moss ile bir kavram olarak Kate Moss arasındaki mesafeyi kapatmaya moda yeter mi?
Ayıptır söylemesi milli takımın Hırvatistan’ı yendiği o gayet şekilli maçı Viyana’da izlemiş bulunuyorum. Meslek büyüklerime yalvardım, bana birkaç tüyo verin ki; Türkiye’ye döndüğümde geniş geniş hava atabileyim diye. Ağızlarından laf almak kolay olmadı ama "Almanya yenilmeyecek takım değil arkadaşlar!" Bir de güzel Hırvat bir kız "Good luck with Germany" diye bağırdı bana, niye şansa ihtiyacımız olduğunu hiç ama hiç anlamadım...
Şimdi bu girişi modaya ve Kate Moss’a nasıl bağlayacağımı düşünüyorsunuzdur. Bağlarım vallahi; futbolun beşiği İngiltere değil mi? (Viyana seferimizde milletin başının etini yiyerek öğrenmedim, biliyordum zaten). Eee, Kate Moss’un beşiği de İngiltere. Tamam, futbol artık çok şükür Kate kadar İngiliz değil ama toprak aynı toprak, zemin top çevirmeye müsait. Bir de futbol, fado ve fiesta vardı galiba ama bunu Kate Moss’a bağlayamadım şimdi. Futbol ve modanın kitle kültürü üzerinde yarattığı benzer etkiyi de anarak, tamamen Kate Moss üzerine odaklanmaya çalışalım şimdi.
SUS VE GÜZEL OL KATE
Kate Moss hakkında ileri geri konuşanı çarpacak kadar dokunulmaz bir kadın. Moda dünyasındaki konumu malum. Uyuşturucu bağımlılığı, zayıflığı, acayip sevgilileri, tartışılan anneliği, imzaladığı kontratlar, biseksüelliği ve kazandığı anormal para üzerinde çenemizi boşuna yormayalım şimdi. Zaten İngiliz bulvar basını bu işi yaklaşık yirmi yıldır harika bir şekilde yapıyor. Bizim konumuz hatunun stil ikonluğu.
Bu stil ikonu lafı fena halde mundar oldu biliyorum ama söz konusu insan Kate Moss ise bu tanımı yapmaktan başka çaremiz kalmıyor, zira bu laf Moss için icat edilmiş sanki. Bir anlamda parlak kağıtlı dergilerin paralel evreninde yaşayan Moss çok uzun zamandır değil röportaj, demeç bile vermiyor. Kendini bildi bileli kamera karşısında yaşayan ve görüntüsüyle varolan biri için dahiyane bir karar. Greta Garbo ve Salinger’vari enigmatik bir durum da yok ortada, sadece anlatacak bir şeyi olmayan insanların suskunluğu var onda. Neyse ki bu durgunluk ve donukluk da imajına önemli bir katkıda bulunuyor. Kanımca Kate Moss’u Kate Moss yapan en önemli şey az konuşması. Diğerleriyse az gülmesi ve az yemesi. Onun dışındaki her şeyi çok ama çok aşırı. Aşırı, aşırı, aşırı...
HERKES ONA BENZEMEK İSTİYOR
Kendine zarar vermenin pek moda olduğu 90’lı yılların mahsulü olan Kate Moss’un bu ruhu günümüze taşıması bir tür istikrar. Tavır, dağınıklık ve umursamazlığın karışımı olan tarzına hasta olanların sayısı az değil. Marmaris’te on sekiz bira içip kara yağız garsonla fingirdeyen on beş yaşındaki İngiliz kız da Fransız Vogue’un heykel gibi seksi müdürü Carine Rotfield da ona hayran. Vaziyet öyle kontrolden çıkmış durumda ki, onu sevmeyenler bile bir parça Kate Moss’a benzemek istiyor. Moss ameliyathane gömleği giyse aynısını isteyecek kadar...
Para kazanmak konusunda gayet becerikli olan Kate Moss’un tuttuğu altın oluyor. Kendisi gibi halis muhlis İngiliz sokak modası markası Topshop için tasarladığı koleksiyon için millet Oxford Caddesi’nde geceledi! İçeride de bayram arifesindeki Mahmutpaşa izdihamı yaşandı. Buyrun size 100 pound’luk Kate Moss!
İçimizdeki Kate Moss’u uyandırmak
Neyse ki Kate Moss ve Topshop işbirliği bu sene de devam ediyor. Koleksiyonu Türkiye’de de bulmak mümkün. Esasında Moss’un formülü çok basit. 60’lar ve 70’lerin rock’n’roll tavrını kendine özgü bir stil duygusuyla ve İngiliz eksantrikliğiyle günümüze uyarlamak. Sokak modasından da geri kalmamak elbette. Biraz Anita Pallenberg, biraz Marianne Faithfull biraz Jane Birkin ve gerisi Kate Moss tuşesi. Bu formülü biraz daha basite indirgersek; cool bir saç kesimi, minicik şortlar, kocaman kara gözlükler, küçük çiçekli elbiseler, daracık jean’ler, yelekler, incecik atletler, püsküllü deri çantalar ve kemerler, bol bol siyah ve gladyatör sandaletler...
Haftanın Benzersiz Moda Dahisi
Yves Saint Laurent
Yves Saint Laurent’i anmadan geçen moda sayfası taş olur. Geçen haftalarda yitirdiğimiz ünlü Fransız modacı ülkesinde bir modacı olarak değil, sanatçı olarak tanınıyor. Memleketinde uğruna gazete manşetleri değişen bu adam, Dubrovnik’ten Kastamonu’ya kadar dünyanın her yerindeki kadının giyim tarzını değiştirdi. Pantolonları, kruvaze ceketleri, transparan gömlekleri, etnik kıyafetleri ve safari tarzını büyük ölçüde Yves Saint Laurent’ne borçluyuz. 21 yaşında Christian Dior Modaevi’nin başına geçen bu genç dahi, çok geçmeden kendi markasını yarattı. Bu markayı milyarlarca liralık bir imparatorluğa dönüştürüp devrettikten sonra modadan elini eteğini çekmesiyse 2000’li yıllara denk düşüyor. İçine kapanık, depresif ve uyuşturucuyla sorunları olması efsanesine gölge düşürmediyse de Marakeş’teki evine çekilmesine yol açtı. Belki duymayan kalmamıştır ama büyük Laurent’nin meşhur sözünü yeniden aktaralım: "Moda geçicidir, kalıcı olan stildir."
Sokak modasından etkilenen, giyinmeyi demokratikleştiren, entelektüel ve büyük bir sanat aşığı olan Yves Saint Laurent 20. yüzyılın seyrini değiştiren son büyük modacıydı. Benim için onu çok özel yapan şeylerden biri de 1968 ruhunu büyük bir başarıyla modaya tercüme etmesiydi. Ve elbette kadın hareketini de gayet zekice sezmesi ve takdir etmesiydi. Bir moda devrimcisi olan Laurent pek çok ilke de imza atmıştı. Podyuma ilk siyahi manken çıkaran da oydu, kendi adını taşıyan erkek parfümü için üzerinde alameti farikası olan gözlüklerinden başka hiçbir şey olmadan poz veren de... Merci Monseiur Laurent, külleriniz Majorel Bahçeleri’ndeki yaseminlere karışsın...
MODA AJANS
Bu elmayı rahatça ısırabilirsiniz
Red Apple (Kırmızı Elma) en az Tarkan kadar yerli bir Türk markası. Kendi ifadeleriyle 15 yaş üstü kızlara hitap ediyorlar. Yani bir bakıma hem anneler hem kızların giyebileceği bir marka. Biraz Miami-Milano havalı hafif gösterişli ve seksi bir spor giyim koleksiyonu var. Üste tam oturan daracık süslü jean pantolonları askılı seksi üstlerle ve topuklu ayakkabılarla giymeyi sevenlere göre. Bu Red Apple ademleri cennetten kovduramasa da boğazına takılır...
Audrey Tautou, Chanel ve İstanbul
Amelie Amelie bacaksız Audrey Tautou birkaç hafta önce İstanbul’daydı! Matmazel Tautou, botoksurat Nicole Kidman’ı yerinden ederek Chanel No.5 parfümünün yeni reklam yıldızı oldu. Şarküteri ve Amelie gibi kült filmlerin yönetmeni Jean-Pierre Jeunet’nin yönettiği reklam filmi Boğaz’da geçen masalsı bir aşk filmi olarak kurgulanmış. Ortaköy’de çekilen ve figüranlara bile özel makyöz-kuaför tahsis edilen bu süper prodüksiyonu merakla bekliyoruz. Bu arada efsanevi modacı Coco Chanel’in hayatını da Anne Fontaine çekiyor ve Coco’yu artık iyice Cokorriko olmuş Tautou canlandırıyor.
Gece elbisesine kimin ihtiyacı var
Tuvana Büyükçınar hiçbir şey yapmadıysa, en azından gece elbiselerine renk getirdi ve abiyeye dozunda bir yaramazlık kattı. Büyükçınar’ın yarattığı A46 markası şimdi yüzde elli indirimde. Üstelik A46’da sadece abiye ve gece elbisesi yok, enteresan yabancı markalar da bulunuyor.