‘Bir gün bana birileri ‘Sana göre, Türk hüznünün en güzel tarifi nedir?’ diye sorarsa, hiç tereddütsüz cevabım şu olurdu: ‘Bir Kayahan şarkısı.’
Çünkü o, sadece kendini hırpalayan bir egoizm, sadece kendini acıtan, başkasına sadece aşkı ileten bir hüzün simyacısı. Ben bugün yine Kayahan dinleyeceğim. Bıkmıyorum; çünkü her defasında farklı dinliyorum. Hüznün Türk hallerinin ne kadar renkli, ne kadar basit ve güzel olduğunu keşfediyorum. Teşekkürler Kayahan. Niye hiç bitmiyorsun, niye her defasında daha büyük hüzünlerle ve keyiflerle geliyorsun biliyorum. Çünkü içindeki o büyük Türk, büyük Akdenizli hiç yılmıyor, hiç eskimiyor. Hayatımda ilk defa bir CD bana çok kısa geldi. Bütün güzelliğine rağmen tatminsiz biten bir sevişme kadar kısa...’
Sevgili Ertuğrul Özkök, İzmirli hemşerisi Kayahan Açar’dan işte böyle söz ediyordu geçen haftaki pazar yazısında. ‘Kelebeğin Şansı’ adlı son albümüyle yine tayfunlar koparan dev besteci-şarkıcı için şunları da ekliyor: ‘Kayahan’ın her CD’si benim için bir müzik olayıdır. CD’yi almadan önce, baştaki üç şarkıyı dinlemeye falan ihtiyacım yoktur. Her defasında mutlaka bir ‘Sana Sevdanın Yolları, Bana Kurşunlar’ çıkar. O çıkmazsa, ‘Gönül Defteri’, bir başkası, bir başkası daha çıkar.
Kayahan beni hiç aldatmaz. Türk müziğini yeniden keşfetmeye başladığım 80’li yıllardan bu yana biz birbirimize hiç ihanet etmedik. O söyledi, ben dinledim.’
O Kayahan ki ipini kaçırır uçurtmanın, uçurumun kenarında bulur kendini. Uçurumun kenarında kelebeğin şansını seyreder, onu kıskanır. Çünkü kelebek istese de düşemez yükseklerden. O Kayahan ki yaşamak için İpek’ine, Beste’sine, Aslı Gönül’üne tutunmaktadır. En yorgun haliyle gülümserken bile su gibi içer onları.
Kayahan Açar, son 5 yıldır Ayvalık Gömeç’teki İnta Sevgi Köyü’nde yaşamını sürdürüyordu. Geceler Caddesi’yle Mavilim Caddesi’nin kesiştiği Hülyam Çıkmazı’nda kendi elleriyle yarattığı dillere destan Gönül Köşkü’nde. Şimdilerde ise İstanbul’un göbeğindeki Korukent’te Botanik Parkı’na karşı 3 daireyi birleştirerek yarattığı yeni mutluluk sarayında. Bir yanında sevgili kedisi İpek, bir yanında sevgili kelebeği Aslı Gönül, yüreğinin bir köşesinde de sevgili Beste’si. Takalım galoşları ayağımıza, süzülelim sessizce Kayahan ustanın çalışma odasından içeri. Sonrasında çıt çıkarmak yok, söz kesmek yok, soru sormak yok. Kayahan usta arif kişidir; ne soracağınızı, neyi merak ettiğinizi, ne demek istediğinizi gözlerinizden okur.
Sezen’le Nazan arasındaKİ FARK
- Son günlerde birileri Sezen Aksu’yla birisini karşılaştırılmaya çalışılıyor, bu beni incitti. Bunlar hep aslında, aslanı kediye yedirme meselesi. Sezen Hanım da tek başına çıkıp bunlara bir cevap vermiyor, bundan sonra da vereceğini tahmin etmiyorum. Ben en azından bu piyasada olan birisi olarak bu konuda sana konuşmayı bir görev biliyorum. İkisi arasında şarkıcı, besteci, kişilik, kültür, birikim olarak köyler, şehirler değil, ülkeler kadar fark var. Ama, kendini eleştirmen zanneden bazı arkadaşlar bunları körüklüyor. Nazan Hanım, 20 küsur sene önce benim 6 ay kadar talebeliğimi yaptı. İskender de ona biraz ders verdi. Bunları onun kötü olduğu anlamında söylemiyorum ama, Sezen’le ikisini yan yana koyarsanız arada ülkeler var. Bana kalırsa o hanım şarkıcı değildir, şarkı söyleyemez ama, sevenleri varsa ne yapacaksınız? O zaman da öyleydi, şimdi de söyleyeceğini zannetmiyorum.
Sezen Aksu deyince onun yanında Onno Tunç’u anacaksınız, Attila Özdemiroğlu’nun büyük katkılarını göreceksiniz. Bunlara bir de Sezen’in çok ciddi karizmasının ışığını ekleyin; bununla mücadele etmek, ona rakip olmak öyle kolay bir şey değil. Böyle bir devle yarışmaya kalkmak komik olmaktan başka bir şey olmaz.
Değerini bilenlere satılık Gönül Köşkü
- Aslı Gönül okula başladığı için, Gömeç’teki ‘Gönül Köşkü’ ile ‘Denizci K’ adlı teknemi satmaya karar verdim. Gönül Köşkü’nü bahçesiyle, havuzuyla, şelalesiyle devamlı yaşatmak için orada sürekli müstahdem bulundurmak gerekiyor. Aslı Gönül’ün okulu nedeniyle bundan sonra orada senede 4 ay bile kalmamız mümkün değil. Kızımız tekneyi de çok seviyor ama, içinde onu tutmak çok zor, Allah korusun başımıza bir şey gelecek. Teknem Tuzla yapımı, boyu 14 küsur metre ama, 25 metrelik teknede olmayacak yaşam alanları var. Hatırası büyük, her gün onu okşardım ‘Günaydın, nasılsın kızım’ diye. Köşkü ve tekneyi değerini verene değil, değerini bilene satacağım. Çünkü Gönül Köşkü’nü alan, aynı zamanda Sevgi Köyü’ne de, Gömeç’e bir şekilde yakın durmalı. Gönül Köşkü’ne 5 senemi verdim, her taşında, harcında parmaklarım var.
DERDİM, SON NEFESİME KADAR ÇALIŞABİLMEK
- Bu dünyanın yalan olduğunu 1990 senesinde hastalandığımda anladım. Hakikaten burada oynanan her şey oyun, hiçbir şeyi biz yapmıyoruz, bize yaptırıyorlar bence. Dünyanın yalan olduğuna inanmayanlar, her şeyi kendinden bilenler, kendi yapmış gibi gözükenler bir şeyin farkında değiller hálá. Trenin içinde gidiyorlar da, trenin farkında değiller. Ben, bütün şarkılarımı Allah’ın bana lutfu sayesinde yazdığıma inanıyorum. İnsan yaş aldıkça olanı biteni daha iyi anlamaya başlıyor. Beş vakit namaz farzını yerine getiremiyorum ama, çalışmak da bir ibadet. Valizimi yapıp da Cenabı Allah katına çıkmak gibi hazırlığım yok. Bütün derdim Allah’ın bana verdiği son nefese kadar çalışmak ve kötü bildiklerimle savaşmak. Temiz bir kalbim var, bütün rüyalarım çıkar, mesela tsunami felaketini olaydan 4 gün önce gördüm.
Yaşam bozulduğu için Türkçemiz de bozuluyor
- İnsanlarımızın neden İngilizce, hatta Türkçeyi İngilizce gibi konuştuğunu buldum. Bu adamlar artık Amerikalı gibi yaşamaya başladıkları için, Türkçe kifayet etmiyor konuşmalarına. O yaşamın dile getirilmesi gereken kelimeleri, cümleleri Türkçenin içinde buluyorlar. Mesela adam ‘Oha oldum’ diyor, çünkü öyle hayatta yaşadığı hadiseyi Türkçe nasıl izah etsin ki? Eski şarkılarımızda insanlar birbirine ‘siz’ diye hitap eder, şimdi ise ‘Vay, nasılsın yavrum’ diye şarkılar yazıyorlar. Aslında dil bozulmuyor, yaşam bozulduğu için dil yeterli gelmiyor adamlara. Tam bizim örf ve ádetlerimizi yaşasalar, bu dili önlerine koy, üç öğün yeter.
Suat Suna benim yolumda gidiyor
- Yaşım 56, ilk plağımdan bu yana 39 sene geçmiş, ben hálá sanatçı adayıyım, başkaları kendi adını kendisi koysun. İpek Hanım, benimle 12 senedir çalışıyor; ben ona hep ‘Henüz adaysın, bu işi yavaş, yavaş, öğrene öğrene yapacaksın’ diyorum. İpek Hanım’la aynı yaşta çıkıp şöhret olmuş ve şimdi unutulmuş ve gençliği içinde yaşlılığı yaşayan nice insan var. Yani çabuk oluyorlar, olunca düşüyorlar, düşünce de çürüyorlar.
Suat Suna ise çok iyi bir yolda, çok iyi bir insan, hem müziği biliyor, hem de çok azimli. Şimdiki çocuklar gibi, hiçbir şey bilmeden, biliyormuş gibi yapmıyor. Piyasada doğru insanlar da olsun diye Suat Suna’ya ‘Leyla’ albümünü yaptım. Bunu hak etmişti çoktan, benimle aynı felsefede yürüyor.
13 sayısı yakamı bırakmıyor
- ‘Geceler’ şarkısına kadar 13’ün uğursuzluğuna inanırdım, 13 numaralı evlerden bile içeri girmezdim. Hiç 13 diyemezdim, 12 artı 1 derdim, herhangi bir eşyanın üzerine birisi 13 yazarsa ben onu atardım. Sonra Eurovision elemelerinde 13 şarkı arasından Türkiye’de 1. olduk, uluslararası finalde 13. sırada yarıştık ve en yakın rakibimizi yarından fazla geçtik. İşte o günden sonra 13 rakamını telaffuz etmeye başladım, 13 artık benim için normal bir rakam oldu. Ne ziyanı, ne faydası olduğunu bilmiyorum ama, bu albümden itibaren her yerde karşıma 13 rakamı çıkıyor. Günün herhangi bir saatinde kaç tane sigara içmişim diye baktığımda hep 13 çıkıyordu. Saatime bakıyorum, 13’ü 13 geçiyor, Allah Allah. Plak için reklam filmi çektik, süresi saniyesi saniyesine 13 dakika.
Birkaç şarkıyı toplayan Best Of albüm yapıyor
Herkes geçmişteki 10-12 şarkısını bir plakta toplayıp ‘Best of’ adıyla piyasaya çıkarıyor. Ben bir anket yaptım, benimkiler şimdiye kadar 42’nin altına inemedi, hiçbirinden vazgeçemiyorsun. ‘Kar Taneleri’ mi almayacaksın, yoksa ‘Esmer Günlerim’, ‘Yemin Ettim’, ‘Emrin Olur’u mu?.. Ya da ‘Yağmur’u mu almayacaksın, ‘Atın Beni Denizlere’yi mi, yoksa ‘Seni Seviyorum’u mu?
Aslı Gönül için yazılan Acılanma
- Kasım ayının sonlarına doğru Aslı Gönül birden hastalanıp ateşlendi. Albümün bitmesi lazım, gribin bana geçmemesi için mecburen ondan uzak durmam lazım. ‘Acılanma’ şiirini ateşler içinde kıvranan Aslı Gönül’e yazdım, ‘Kim ağlattı, kim üzdü seni’ diye. Hastaneye gidip kan alınması gerekti, ‘Baba bir daha kan aldırmayacağım’ diye nasıl ağlıyor. ‘Yok, yok, yok, bir daha yok, tövbe olsun’ dedim aynı şiirin ikinci bölümünde. Bunları yazarken bayağı ağlıyordum, en son olarak ‘Bu da gelir, bu da geçer’ dedim. Aynı şarkının içinde bir de nasihat edeyim dedim; ‘Hayat yamandır, zehri yalandır, geçer bu günler, mührü zamandır.’ Albümdeki bütün şarkılarımı bu evin içindeki duygular için yazdım, filancanın aşkı için değil. Bu arada sana şunu da söyleyeyim: Ertuğrul Özkök, CD’nin kendisine çok kısa geldiğini yazdı. Ben konsere başlamadan önce seyircilere saat tuttururdum, 2 saat sahneden hiç inmezdim. Konser bittiğinde hepsi konseri kısa bulduklarını söylerlerdi ama, saatler hep beni haklı çıkarırdı.