Yener Süsoy

Kapadokya S.O.S. veriyor

24 Temmuz 2006
Göreme... Saat sabahın 04.30’u. Kapadokya derin bir uykuda... Ne bir ses var, ne bir nefes. Yaprak bile kımıldamıyor. Göreme Balon’un sahibi Halil Özarslan söz verdiği saatte balonu hazır hale getirmiş. Kapadokya’da, gelirinin tamamını turizmden kazanan 3 beldenin belediye başkanıyla beraberiz. Bekir Ödemiş (Ürgüp), Fevzi Günal (Göreme) ve Mustafa Zuhal (Uçhisar). Abdullah Çekiç (Kaymaklı) de olacaktı ama, bir hastasını Kayseri’ye götürdüğü için daha sonra aramıza katılacak. Gün ağarırken balonun bambu sepetinde gökyüzüne yükselmeye başladık. Güzelim Kapadokya; Zelve’siyle, Ihlara’sıyla, Uçhisar’ıyla ayaklarımızın altında. Sonra usul usul indik Göreme’ye. Sonra Elkep Evi’nde zengin bir kahvaltı. Ardından ver elini Ürgüp’teki dillere destan butik otel Temenni Evi. Sahipleri, /images/100/0x0/55ea0deff018fbb8f867e674Cevahir-Saadettin Eraslan çiftinin emsalsiz konukseverlikleriyle tanışma. İşte; doğanın yazıp çizip bize armağan ettiği büyülü masal... İşte; Dünya Miras Listesi’nde yer alan "Güzel Atlar Ülkesi" Kapadokya’ya hoş geldiniz.

BEKİR ÖDEMİŞ

(Ürgüp Belediye Başkanı-CHP)

Kapadokya Belediyeler Birliği siyasi tercih kurbanı

Bir dünya kenti olan Ürgüp, haritada Türkiye’nin tam ortası. Aynı zamanda batı-doğu ekseni üzerinde İpek Yolu olarak adlandırılan ticaret yolunun üzerinde. Ürgüp ortalama bin metre yüksekliğindeki Anadolu platosunda, 1200 metrede karşımıza çıkıyor.

- Kapadokya günübirlik yaşıyor, öncelikle bölgenin mastır planının yapılması şart. Ben göreve geldim geleli mastır plan çalışması yapıldığı söylenir, 8 yıl geçti, ortada bir şey yok. Hükümetler, henüz daha Kapadokya’nın çok önemli bir turizm merkezi olduğu gerçeğini tam kavrayabilmiş değiller. Eskiden, Kapadokya Belediyeler Birliği çatısı altında bölgedeki belediye başkanları bir araya gelirdi. Birliğin doğal başkanı vali olurdu, yardımcısı olarak da, partisine bakmaksızın Nevşehir il belediye başkanını seçerdik. Bu dönemki seçimlerinde de eskisi gibi olacağını zannettik. İçinde her partiden bir temsilci arkadaşın olduğu bir liste. İktidar olduğu için, AKP varsın 3 üyeyle temsil edilsin. Bir de baktık ki, il belediye başkanı Hasan Ünver listeyi silme AKPli arkadaşlardan oluşturmuş. Böyle olunca burada birlik kalmadı, bu çok yanlış bir anlayış. Aslında iyi bir mekanizmanın bizi yönlendirip, kullanacağımız bordürün, kent mobilyalarının tipinden dikeceğimiz ağacın cinsine, levhalara kadar her şeye standart getirmesi şart.

Kültür Bakanlığı’na yazı yazıp Ürgüp Müzesi’ni bize tahsisini istedim. Burada böyle bir değerli müzenin varlığından kimsenin haberi yok. Mülkiyeti bakanlıkta kalmak üzere, "Bakanlığın yapacağı restorasyon projesini aynen uygulayacağım, 1 trilyon harcamaya hazırım" dedim. Müzeyi yine de devretmediler. Kongre merkezimizin inşaatı yarım kaldı, harabeye dönmek üzere. Bitirelim dedim, onu da vermediler. Sözde bakan bey ödenek verip bitirecekmiş, ondan da hálá hiç ses yok. Tarihi Kentler Birliği’nin "Tarihi Mirası Koruma Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması"na Sarıca Kilise ile katılıp başarı ödülü aldık. Uluslararası Kapadokya Dağ Bisikleti Yarışması’nın 7’ncsini gerçekleştirdik. Geleneksel karikatür yarışmamız gelecek yıldan itibaren uluslararası olacak. İlçemizden geçen Damsa Çayı’nı ıslah ediyoruz, çevresinde gezinti alanları ve dinlenme mekanları yapılacak. Bütün bunları devletten yardım alarak değil, kendi olanaklarımız ve değerli yardımseverlerimizin yardımlarıyla yapıyoruz. Şu anda, Ürgüp Belediyesi olarak 50 trilyonu direkt ve dolaylı olarak yönetiyoruz. Devletten ise 3,5 senede 3 bin YTL destek alabildik. Ankara bize gölge etmesin, başka ihsan istemiyoruz.

FEVZİ GÜNAL (Göreme Belediye Başkanı-CHP)

Bunu duyurun, Göreme elden gidiyor

Peri bacaların arasına gizlenen Göreme, Kapadokya’nın kalbi. Volkanik tüften oluşmuş sihirli görüntüsü içinde Bizans kilise mimarisi ve Hıristiyanlık tarihinden önemli bir devri sergiliyor.

- Kapadokya olarak, hákim olan kültür turizmini çeşitlendirmediğimiz sürece işler böyle zayıf gidecek. Geçen yıl turist sayısı az diyorduk, bu yıl geçen seneyi aratmaya devam ediyor. İnsanların burada daha uzun süre kalmalarını sağlamamız şart. Halen bizdeki geceleme katsayısı ortalama 1.8. Bunu en azından 3 gün yapmalıyız, yoksa işimiz çok zor. Bizim beldenin yatak kapasitesi 2 binin üzerinde, kent nüfusu da 2600. Günde 20-30 turist otobüsü geliyor, bunların hangi birine yeter? 1970’li yılların yasal düzenlemelerinin gerisine gittik. Eskiden buralardaki eski evlerin mülkiyeti hazinenin, intifa hakkı ise vatandaşındı. 1985 sonrası bir hazine avukatı, "Mülkiyeti hazinenin olan bir yerin, intifa hakkı olmaz" diye dava açtı. Sonunda insanların elinden bu mekanları alıp tapudaki şerhleri kaldırdılar. Bu mekanlar bakım ister, aksi halde içine giren sular birikip tüfleri çatlatır, kırar. Onun için, tahrip olanların hidrolik alçıyla desteklenmeleri şart.

Aracılığınızla bütün ilgililere duyurmak istiyorum, bilsinler ki Göreme elden gidiyor. Göreme Açık Hava Müzesi trilyonlar kazanıyor, bari bunun belli miktarı peri bacalarının korunmasına harcansın. Hükümet geçen sene bize 15 milyar verecekti, çok bulup 5 milyar gönderdiler. Onu da bize vermeyip, vergiye mahsup ettiler. Göreme Belediyesi olarak devletten 1 kuruş yardım görmüyoruz. İller Bankası’ndan yasal hakkımız olarak 15 milyar geliyor. Ben işçilerime maaş olarak ayda 60 milyar veriyorum. İki dönemdir başkanlık yapıyorum, hiç vergi, şu bu borcumuz yok. Göreme’nin bütün yollarını, sokaklarını tertemiz yaptım. Bir kedi akşama kadar dolaşsa ayağı çamura değmez. Son 5 yıldır, "Unutulan Göreme Tatları" adlı bir yemek yarışması yapıyorum.

ABDULLAH ÇEKİÇ

(Kaymaklı Belediye Başkanı-MHP)

Yeraltı Şehri’nin bütün geliri Ankara’ya gidiyor

Kaymaklı’da 25 bin kilometrelik alan içerisinde 200’e yakın yeraltı kenti var. Bunların kimler tarafından, ne zaman, neden, nasıl bir teknikle yapıldığı bilinmiyor.

- Kapadokya’daki turizm hareketi kendiliğinden başladı, kimse eğitip yönlendirmedi. Birisi geldi, burada şu satılabiliyor deyip bir dükkan açtı. Sonra yanına kebapçı, halıcı açtı, derken bugüne kadar geldi. Ben iki dönemdir belediye başkanlığı yapıyorum; buralıyım, Kapadokya’da turizmi el yordamıyla yürüyoruz. Sadece fiziki yatırımlar yetmez, merkezi yönetimler yerel yönetimlerde ciddi bir zihniyet değişikliği çalışması hiç yapmadı. Kaymaklı Yeraltı Şehri’nin durumu çok kötü. Hálá doğru dürüst yolu, suyu, altyapısı yok. Kendi çabamızla debelenip bir proje yaptık. Bu projeyle Tarihi Kentler Birliği’nin ödülünü aldık. Ama, uygulama projelerini çizim bedelini karşılamak için bile paramız yok. Bakan bey geçen yıl projelendirme bedeli olarak bize yardımda bulunacağını söyledi, hálá bir lira yok. Kaymaklı Yeraltı Şehri’nin gişe gelirlerinin tamamı Ankara’ya gidiyor. Bizim insanınız eli ağzına erip de üç beş kuruş gördü mü, "Paris’e bir gitsem, Londra’da bir gezsem, Roma’yı bir görsem" der. Ürgüp’ü, Kaymaklı Yeraltı Şehri’ni görmemiştir. Ülkemizin değerlerini önce kendi insanımıza tanıtamamışız. 1983’deki verilen turizm teşvik kredilerinden sonra biraz oteller filan yapıldı. Kaymaklı daha feci durumdaydı, otel tamam, ya halkın eğitimi? İlk göreve geldiğimde fiziksel yapıdan evvel, kültür merkezi gibi çalışacak bir kapalı salon yaptırdım.

MUSTAFA ZUHAL (Uçhisar Belediye Başkanı-AKP)

Kapadokya kanunu bir an önce çıksın

Uçhisar Kalesi, Nevşehir-Göreme yolunun 7’nci kilometresinde muhteşem görüntüsüyle selamlıyor sizi. Burası, Kapadokya’nın emsalsiz panoramik seyir noktası. Kalenin içindeki odalar birbirine merdivenler, tüneller ve koridorlarla bağlanmış. Odaların girişlerinde, giriş-çıkışın denetlendiği sürgü taşları var.

- Kapadokya olarak en büyük sıkıntımız, özel kanunumuzun çıkmaması. Milli Parklar Kanunu genel hükümleriyle Kapadokya yönetilemez. Doğru dürüst koruma mastır koruma planımız da yok. Neyi, nasıl koruyacağımızı bilmiyoruz ki. Devlet pergelle çizmiş, "Burası yapılmaz" diyor. Ama yapılmazsa yıkılacağı da belli. Restorasyonu için bana müsaade etmiyorsun, kendin de yapmıyorsun. Yakında Uçhisar’da çok yerler bakımsızlıktan yıkılıp, yok olacak. Bunun yanı sıra, sahillerdeki "her şey dahil" sistemi, bizim buralardaki konaklamaları bitirdi. Turist sabah geliyor, vırt diye yarım yamalak gezip gidiyor. Gruplar sabah geliyor; bir manzara, bir alışveriş, bir müze şeklinde gezdiriliyor. Çünkü, öğle yemeğinde Konya’da, akşama da Pamukkale’de olacaklar. Onun için ben "Göreme’ye geldiler, göremeden gittiler" diyorum. Bunun için, Kapadokya olarak, tur operatörlüğü kurup kendi turistimizi kendimizin getirmemiz şart. Beldemiz gelirinin tamamına yakını turizmden, yüzde 10 kadar bağcılık var. Toplam yatak sayımız 1400, kayadan oyma butik otellerimiz dünyaca ünlü. Uçhisar’da gecesi 100 dolardan 800 dolara kadar oda var. Sezon öncesinde dedim ki "100 dolardan aşağı oda satanın kapısının önünü eşerim. Fiyatta değil, hizmette rekabet edeceksiniz..." Normalde 3850 olan nüfusumuz, yaz boyunca 10 binden aşağı düşmüyor. İktidar partisinden olmanın, bürokratik işlerimizin biraz daha hızlı yürüttüğü gerçek. Millet vekillerimiz yanımıza düşüp bakanlıklardaki işlerimizi sıkı takip ediyor. Turizm Bakanlığının gönderdiği 20 milyar bir para da var.
Yazının Devamını Oku

Türklerin güven eksikliği var

17 Temmuz 2006
Sir Julian Horn-Smith, dünyanın en büyük GSM operatörü, Telsim’in yeni sahibi İngiliz Vodafone’un 2 numarası... The Times’ın "İngiltere’nin En Güçlü 100 Profesyonel Yöneticisi" anketinde 9. sırada... Lloyds TSB Group Yönetim Kurulu üyesi... Smiths Group’un direktörü... Hoovers Cellco’nun direktörü... 1 Ağustos 2006’dan itibaren de dünyanın 1 numaralı software şirketi The Sage Group’un yeni CEO’su...

Laf aramızda, Vodafone’un genel merkezinden öğrendiğime göre, Sir Smith’in şirketten yıllık geliri, 970 bin pound, artı bilmem ne kadar da prim. Sir Julian Horn-Smith, geçen hafta sonu özel uçağıyla bir günlüğüne sessizce İstanbul’a geldi.

22 senedir görev yaptığı Vodafone’dan bu ay sonu itibariyle emekli oluyor. The Sage Group’taki yeni görevi öncesinde, bu "soylu" yöneticiyle uzun uzun görüştüm. Sir’le Swissotel’in dekorasyonu yeni biten, dillere destan Kral Dairesi’de buluştuk. Otelin sempatik Halkla İlişkiler Müdiresi, sevgili Yeşim Dilmen öyle uygun görmüş.

Konuşmaya başlayınca anladım ki, Sir Julian Horn-Smith, bildiğimiz soylu İngilizlerden değil. Son derece alçakgönüllü, sempatik, samimi, cana yakın, tonton bir İngiliz centilmeni. İşiyle, özel hayatıyla, ailesiyle ilgili bütün sorularımı içtenlikle cevapladı. "Kraliçenizin halılar eskimesin diye saray çalışanlarının koridorlarda yürümesini yasakladığı doğru mu" dışında.

Türkiye’nin adını ilk kez ne zaman duydunuz?

- Ülke olan Türkiye’yi mi? Aman Tanrım! Bilemiyorum. 3-4 yaşlarındaydım sanıyorum. Gerçekten bilmiyorum. Yani o zaman çocuk olduğunuzdan, dünyadaki yerlerin önemi hakkında çok farkında olmuyorsunuz. O günlerden aklıda kalan tek şey, Türk kahvesi.

İlk tanıştığınız Türk’ü hatırlıyor musunuz?

- Hayır, gerçekten hatırlamıyorum. Uzun süre oldu, bir hayli yaşlandım, bu sene 57 oldum. Bilemiyorum ama, mutlaka bir öğrenci olmalı.

İngilizler, genel olarak biz Türklerden hoşlanır mı?

- İngilizlerin ortalamasının büyük çoğunluğu Türkler hakkında pek fazla şey bilmiyor aslında. Bildikleri şey tatil beldeleri, vesaire. İngiliz halkının yüksek eğitimli, yüksek kültürlü küçük bir kesimi ise, Türklerin kültürel tarihiyle çok yakından ilgilidir. Bizans’tan Atatürk’e, günümüze kadar zamanlara, ülkenizin gelişimini biliyorlar. Bu insanlar Türkiye’ye karşı oldukça empatik ve sempatik yaklaşıyorlar. AB’nin gelişimiyle İngilizler, Doğu Avrupa’dan İngiltere’ye yaşamak ve çalışmak için gelen insanlara kapılarını açtı. Doğu Avrupa’dan gelen insanlarla deneyimleri oldukça olumlu oldu. İngiltere’de yabancılara karşı Almanya’da olduğu gibi bir gerginlik yok.

Özür dilerim ama, çoğumuz İngilizlerin tarih boyu hep aleyhimize oyunlar çevirdiğine inanır.

- Bunun doğru olduğuna pek emin değilim aslında. Özellikle 20. yüzyılın başlarında, İngilizlerin Türkiye’ye karşı güçlü ve keskin çizgileri vardı. Onlar gerilimin, tarihin bir kazası bence. İngilizlerin Batı Avrupa’yla olan angajmanları nedeniyle Türkiye’yi kuşattıklarını düşünüyorum. Tarihteki diğer bir gerçek de, İngilizlerin yüzlerce yıl Ortadoğu tarafından aldatıldığıdır. Tarihe bir bütün olarak bakarsanız, İngilizler gerçekten Türkiye’yi çok olumlu görürler. Mesela, son yıllarda İngiltere Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımına destek veriyor.

Türkiye’yi çok sevdiğini söyleyen bir İngiliz olarak, vatandaşlarınıza bir mesaj gönderir misiniz?

- Yapmaları gereken ilk şey, önyargılardan kurtulmaları. Türkiye’yi başkalarının gözüyle değil, kendi gözleriyle görsünler. Geçen gün Londra’da bir arkadaşımın kızının düğününde birilerine, Türkiye’ye gideceğimi söyledim. Onlar da tatil için Türkiye’yi düşündüklerini, fakat şiddetten endişelendiklerini söylediler. Ben de kendilerine "Londra’da, Türkiye’de yaşanmış olandan daha fazla şiddet yaşandı. Şiddet dünyanın her yerinde var. Bana inan, git Türkiye’yi kendi gözlerinle gör. Şu önyargılarından arın" dedim. Benim sadece kendi vatandaşlarıma değil, tüm yabancılara tavsiyem şu olur. Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğu hakkında şüpheleri varsa, gitmiş insanlarla konuşsunlar.

Ulusalarası bir profesyonel yönetici olarak, neyimiz eksik bizim?

- Tek kelimeyle, güven. Kendinize tam güvenin, bırakın başka insanların sizin için söylediklerini. İnsanların hakkınızda ne düşündüğü hakkında neden endişe duyuyorsunuz? Bununla elbette milliyetçiliği kastetmiyorum. Çok açık ve net olarak görülüyor ki, ülkenizi geliştirmek istiyorsunuz. İnanılmaz büyüklükte genç ve enerjik nüfusa sahipsiniz. Tek ihtiyacınız var, o da kendinize tam güvenmek.

GSM vergileri yarıya düşmeli

Vodafone olarak Telsim’i alırken Başbakandan vergi indirimi sözü aldınız mı?

- Vodafone için, gerçekten Türkiye yeni bir macera. Ayrıca, hem Türkiye, hem de bizim için çok dikkate değer büyüklükte bir yatırım. Türkiye’ye doğrudan yapılmış en büyük İngiliz yatırımlarından biri. Şimdi yapmamız gereken, Telsim’i Türk kamuoyuna inanılmaz ve cazip bir alternatife dönüştürmek. Bunun için arkadaşlarımız büyük bir hız ve istekle çalışıyor. En iyi hizmeti verebilmek için çok çalışacağız. Sayın Başbakan Erdoğan’a, Türkiye’deki GSM vergi oranlarıyla, öteki ülkelerdekini karşılaştırmalarını önerdim. Sayın Maliye Bakanı’nın bu konuyu daha da detaylı inceleyeceğine inanıyorum. Dünyada her işadamı mutlaka daha az vergi ödemek ister. Türkiye’deki vergilerin biraz fazla olduğunu düşünüyorum, ama Türkiye’nin bazı büyük mali sorunları olduğu da bir gerçek. Hükümetin büyük taahhütleri olduğu için böyle yüksek vergilendirmeler yapmak zorunda olduğunu anlıyorum. Mutlaka benden Türkiye için ideal bir vergi oranını isterseniz, bugünkünün en az yarısı olması derim.

Sir’lerin kanı mavi olur

Sir olunca insana neler oluyor, sizin normal bir İngilizden ne farkınız var?

- Birincisi bizim kanımız mavidir, ikincisi sir’ler yakışıklı olur. Şakayı bir kenara bırakırsak, bu unvanlar biz İngilizlere verilen büyük bir şeref payesidir. Ben sir unvanını Kraliçe’nin 2004’teki doğum gününde aldım. Bunun için önce, başbakandan sizi majesteleri kraliçeye tavsiye etmek istediğini söyleyen bir mektup alırsınız. Bu şerefi kabul etmeye hazır olup olmadığınızı sorarlar. Yaklaşık iki ay hiç kimse ile konuşamazsınız, bu zamanı merak içinde geçirirsiniz. Ve en sonunda, Kraliçe ile buluşmak üzere Buckingham Sarayı’na davet edilirsiniz. Kraliçe’nin önünde diz çökersiniz. O da elindeki büyük bir kılıçla sizi şövalye yapar. O andan sonra sizi "sir" diye çağırmaya başlarlar. Bu resmi bir unvandır, iyi restoranlara gittiğinizde işinize yarayabilir. Ayrıca, bizim pasaportlarımızda sir olduğumuz yazılı değildir.

Türkiye üçüncü kuşak telefona henüz hazır değil

Türkiye 3G denilen üçüncü jenerasyon telefonlara hazır mı?

- İstanbul’da olabilir, belki Ankara’da da. Ama henüz, iyi kalitede 2G hizmetlerine ihtiyacımız var. Türkiye’de kullanıcı başına ortalama gelir Batı Avrupa’ya göre oldukça düşük. 3G gibi katma değerli hizmetlerin verilmesi için gerekli şartlar da şu an için oluşmuş değil. Kaldı ki, 3G telefonlar, analog olmalarına rağmen 2G’lerin yerini tamamen almış durumda değil. 3G, 2G’den daha gelişmiş özelliklere sahip, olaya ekstra bir boyut katıyor. Benim GSM kullanıcılarına tavsiyem şu: Her 2 yılda bir mutlaka tarifeye bakıp kendilerine uygun olanı seçsinler.

Oğlum rock grubunda gitarist

Soylu bir İngilizden eşini, çocuklarını anlatmasını istemek ayıp mıdır?

- Bu da nereden çıktı? Dört oğlum var. James, çok ünlü İngiliz rock grubu Rakes’in bas gitaristi. Yaptıkları müziği sakın sormayın, kesinlikle bilmiyorum. Bütün oğullarım gibi, elbette onunla da iftihar ediyorum. Şu anda Los Angeles’te turnedeler, normalde Avrupa’da çalarlar. Biliyor musunuz, Jammie hakkında bu kadar çok konuştuğumu bilse dehşete düşerdi. Dünyanın her yanındaki müzik festivallerine katılırlar. Tom ise, finansla ilgili olarak Amsterdam’da çalışıyor. Joseph, üniversiteden mezun olduğundan beri Londra’da bir perakende şirketinde çalışıyor. Ed ise İngiltere’nin çok tanınmış, profesyonel rugby oyuncusudur. Birçok ödülün sahibidir, çok sıkı adamdır.

Eşinizden hiç söz etmiyorsunuz. Kaç yıllık evlisiniz?

- İşte güzel bir soru daha. Yanınızda hesap makinesi var mı? Eşim Eileen, anne olmadan önce öğretmendi. Açıkça söylemek gerekirse, dört çocukla ilgilenmek zamanla onun hayatını çok değiştirdi. Birbirimize aşık olarak evlendik, o gerçek bir lady’dir.

Karınıza hala aşık mısınız?

- Bunu gerçekten yayınlayacak mısınız? Aman Allah’ım. Cevabım kesinlikle evet. Başka ne diyebilirim ki?
Yazının Devamını Oku

Uzun şorta bizden biri çıkıp ’haşema’ demiş

10 Temmuz 2006
Eğri oturalım, doğru konuşalım. Bunca yıldır gidip geldiğim Antalya’nın dünü ile bugünü arasında Toroslar kadar fark var. Eskiden Talya Oteli’nden Konyaaltı’na en az bir saatte giderdik, şimdi inmiş 15 dakikaya. Tertemiz caddeler, rengarenk çiçeklerle bezeli bulvarlar. Esnaf, turistlere kazık yerine gülücükler atıyor. Tramvaylar, otobüsler saat gibi çalışıyor. Türkiye’nin ilk yürüyen merdivenli üst geçitleri de burada. Antalya’nın yerlisi de, yabancısı da önlerinde anı fotoğrafı çektiriyor. Plajlar pırıl pırıl, cıvıl cıvıl, balıklar da taze, etler de. Üstüne üstlük Antalyaspor da süper ligde. Öyleyse, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel ve ekibini kutlamamız gerek. Türeller’le, Konyaaltı’ndaki yeni dubleks villalarında buluştuk bu kez. Site bahçesinin ortasında küçük bir yüzme havuzu var. Akant gibiler içine düşmesin diye, havuzun çevresi cam çitle örülmüş.

Akant, Ebru-Menderes çiftinin 9 aylık sevgili oğulları. "Temiz, doğru insan" demekmiş, bence başka anlamlara da geliyor. Sanki AKP ant’ı ya da Akdeniz’in Ak’ıyla, Antalya’nın Ant’ının birleşmiş hali. Derken Antalyaspor’un başarılı teknik direktörü, sevgili Yılmaz Vural, her zamanki güler yüzüyle girdi içeri. Yılmaz, aynı zamanda Ebru ile Menderes’in çöpçatanı. Saatler boyu hem ciddi konuları konuştuk, hem de Akant’la bebek olduk. Yılmaz hoca, Akant’a ilk futbol dersini vermeyi de unutmadı. Bir ara, Yılmaz’la birlikte Menderes’in piyanosuna eşlik edip nice şarkıları perişan ettik. Akşam otele dönerken, kulaklarımda büyük Atatürk’ün sözleri yankılanıyordu: "Hiç şüphesiz ki, Antalya, dünyanın en güzel yeridir."

/images/100/0x0/55eadd77f018fbb8f89ba11cHaşema kafalara rağmen...

CHP Genel Başkanı, Antalya Milletvekili Deniz Baykal da senin gibi, doğma büyüme Antalyalı.

- Sayın Baykal geçmişte enerji bakanıydı, amcam Sudi Türel de enerji bakanlığı yaptı. Baykal’ın dönemiyle amcamın döneminde Antalya’ya yapılan enerji yatırımları mukayese bile edilemez. Baykal, Antalyalı olmaktan övünç duyduğunu söylüyor. Keşke buraya yaptığı hizmetlerle övünseydi. Allah rızası için, bana Deniz Baykal’ın Antalya’ya yaptığı bir çeşmeyi göstersinler. Geçen belediye meclisimizde CHP’li bir belediye başkanının Etiler Mahallesi’nde yaptığı spor sahasının isim verilmesi konusunda tartışma yaşandı. CHP’li üyeler sahaya eski bir il başkanının adını önerdi. AKP’li arkadaşlarımız "Neden genel başkanınızın adını vermiyorsunuz" dedi. AKP grubunun bu teklifine CHP’liler karşı çıktı. 70’li yıllarda CHP iktidar, Baykal Antalya Milletvekili. 80’li, 90’lı yıllarda CHP yerel yönetimlerde iktidar. Bir çıkmaz sokağa adını verselerdi Baykal’ın. Veremediler, çünkü Baykal’ın Antalya’da yaptığı bir çıkmaz sokak bile yok. Sayın Baykal iki şeyle övünür; birisi Side’ye çimento fabrikası yapılmasını önlemek, öteki de Kaleiçi’yle ilgili yasakları çıkarmak. İki hareketi de doğru, ama yaptırdıklarıyla değil, yaptırmadıklarıyla övünüyor.

UZUN ŞORT ŞİMDİ MODA

Başbakan, Antalya’yı mesken tutmuşa benziyor. Sonradan AKP’li olmana rağmen, Tayyip beyin kalbini fethetmeyi nasıl başardın?. Sen de haşema giyenlerden mi oldun yoksa?

- Başbakanın Antalya inanılmaz yüksek bir ilgisi var. Antalya hem turistik başkent, hem de ülke ekonomisindeki yeri de çok önemli. Tayyip Bey, turizmle son derece yakından ilgileniyor. Antalya onun için Türkiye’nin bir vizyon kenti. Ayrıca, Başbakanın insani değerler itibariyle çok yüksek bir duygusu var. O kadar hızlı, o kadar yoğun çalışıyor ki, bizim tempomuz onun yanında solda sıfır kalır. Ebru da, Emine Hanımefendi’yle aynı duygular içinde. Onlarla ailevi bir ilişki içinde olmamızdan dolayı inanılmaz bir memnuniyet duyuyoruz. Başbakanın yakın ilgisine mazhar olduğumuz için, bürokrasideki işlerimiz daha hızlı yürüyor elbette. Gelelim haşema konusuna. Ağabey, sen de çok iyi biliyorsun ki, bugün dünyanın en meşhur markaları uzun şort satıyor. Bazıları buna kapri diyor, netice itibariyle diz altına kadar uzanan şortlar. Bizde birisi çıkmış, buna "haşema" demiş. Ben de giyiyorum, ne var bunda? Haşemayla, kapriyle, uzun şortla gezmek ayıp mı, günah mı? Ben Tommy Hilfiger markalı uzun şort giyiyorum, istersen sen buna haşema de. Bunun giydim diye ben ne oluyorum yani? Çok samimi söylüyorum, Başbakan bu gibi konularla uzaktan yakından ilgili değil.

Seralar doğal gazla ısınacak

Seçimden sonraki görüşmemizde Antalya’yı uçuracağını söylemiştin.

- Antalya son iki senedir hiç görmediği hizmet yağmuruyla uçtu gitti aslında. Rakamlar yalan söylemez. Ben göreve geldiğimde Antalya’da toplam 300 km’lik kanalizasyon şebekesi vardı. Biz 1,5 senede bunun üzerine 324 km daha ekledik. Bize kadar, iki damla yağmurda Antalya’yı sel alırdı. Çünkü, sadece 6 km düzenli yağmur suyu kanalı vardı. Bunun üstüne de 60 kilometre ekledik. Şehir içi trafiği de mükemmel hale getirdik, 9 kavşak yaptık. Yürüyen merdivenli üst geçitler sadece bizde var, hepsi pırıl pırıl. Önümüzdeki günlerde de Haşim İşcan Kültür Merkezi’ni hizmete açacağız.

Bu arada, meslek edindirme eğitimlerine başladık, Ebru genelde bunların organizasyonuyla uğraşıyor. 7 ayrı merkezde, 41 dalda ücretsiz meslek edindirme ücretsiz kursları veriyoruz. Bunların içinde Çince, Almanca, Rusça, Japonca öğretiminden tutun, elektrik teknisyenliğine, doğalgaz tesisatçılığına kadar her şey var. Doğal gaz şu anda organize sanayide başladı, yakında şehir şebekesi de hizmete girecek. Seraların ısıtılması, bundan böyle doğalgazın buharıyla sağlanacak. Ağabey, hatırlarsın göreve geldiğim gün sana "Antalya’yı dünya kenti yapacağım" demiştim. Bugüne kadar 200 trilyona yakın yatırım yaptık, bu güzelim kente. Hem de kredi, borç almadan, tam tersine bu arada borç da ödedim. Bu yatırımların yüzde 90’nını belediyenin öz kaynaklarıyla yaptık.

Lara PLAJI rant alanı OLMAYACAK

Kemerağzı, Muratpaşa Beldesi, Lara Plajı mevkiindeki 3 bin 500 dönümlük parselin kavgası, Lahey Tahkim Mahkemesi’ne kadar gideceğe benziyor.

- Lara Temalı Park Projesi’nin, Antalya halkının kullanımına açık olması için bütün gayreti göstereceğim. Buraya dünyanın prestij temalı parklarından birisi yapılmazsa, kesinlikle onay vermem. İmza yetkimi alırlar, bakanlık onaylarsa o başka. O bölgedeki deniz sahili bizim mülkiyetimizde, orasını da asla vermem. Lara bölgesi rant alanı değil, halkın alanıdır, bunun aksine izin vermem. Şu anda en çok önem verdiğim 2 projeden biri, Kentsel Dönüşüm Projesi. Kent içindeki kamu binalarını yıkıyoruz. Buraları halkın kullanımına açık gezi alanları haline getiriyoruz. Valilik binası, Vakıflar İş Hanı, benim de mezunu olduğum Hızır Reis Ortaokulu, Kız Meslek Lisesi, Vakıf Hastanesi yıkılacak. Bu bölgenin tamamını Doğu Garajı’yla birleştireceğiz.

Demirciler Çarşısı’nı, aynı eski otantik havasını vererek yeni bir çarşı haline dönüştürüyoruz. Esnafa faydası olmadığını söyleyerek "her şey dahil" sisteminden kimse şikayetçi olmasın. Sen şehrin merkezinde, kolay ulaşımı dahil cazibe merkezleri yarat önce. Eğer bunu yaparsan, turist zincirle bağlansa durmaz o tesislerde. 2007’nin başında raylı sistemimiz çalışmaya başlayacak.

30 bin kişilik stat, 10 bin kişilik salon

Antalyaspor, kuruluşunun 40.yılında yeniden süper lige yükseldi.

- Antalyaspor’u, babamlar 1966’da bizim matbaanın önünde kurmuş. Yoldan geçenlerden üç beş kuruş toplayarak Antalyaspor’un ilk sermayesini yapmışlar. Kuruluşunun 40. yılında, hem de süper lige çıktığı yılda kulübün onursal başkanlığı bana nasip oldu. Teknik direktörümüz Yılmaz Vural, kardeşim kadar yakınımdır. Sevgili eşim Ebru’yu bana kazandıran da sevgili Yılmaz’dır. Kulübün anahtarını ona verdik, al burayı idare et dedik. Antalya’ya 30 bin kişilik stadyum, 10 bin kişilik kapalı spor salonu ve 2500 kişilik kapalı yüzme havuzu yapıyoruz. 240 dönüm araziye. 150 milyon dolar civarında mal olacak. Futbol sahası yapının sadece bir bölümü. İçerde bowling salonlarından sinema salonlarına, eğlence ve yiyecek içecek merkezlerine kadar her şey olacak.
Yazının Devamını Oku

Tayyip Bey’le Brüksel’de birbirimizin ayağına bastık

3 Temmuz 2006
Kayseri alev alev yanıyor, nem zirvede. Erciyes Dağı’nın eteklerindeki Sakar Bağları ise serin mi serin. Kente en yakın bu bağlara "Bağlar Eteği" de diyorlar. Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün babasının bağ evindeyiz. Baba Hamdi Gül’ün bir yanında gelini Hayrünissa, bir yanında oğlu Abdullah. Hamdi Gül, Kayseri Tayyare Fabrikası’nın tesviye şefliğinden emekli. 1972 yılında, 3 arkadaşıyla birlikte 50 metrekarelik bir atölyede makine parçaları ve kalıp üretmeye başlamış. O küçük dükkanı, zamanla organize sanayide "Azteksan" adlı fabrikaya dönüştürmüş, Hamdi ustayla makine mühendisi oğlu Macit.

Baba Gül’ün 2 dönümlük bahçesinde cevizden kiraza, üzümden vişneye bütün meyve ağaçları var. Küçük serasında da, organik domates, biber, patlıcan yetiştiriyor. Bağ evinin terasında uzun bir masa kurulmuş. İsteyen çay içiyor, isteyen buz gibi karpuz yiyor. Koruma Müdürü Osman Çangal, hem çok şirin, hem çok yaman. Moskova Büyükelçiliği’ndeki ilk meslek görevinden beri tanıdığım, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan, beyefendilerin padişahı. İsterseniz bu sıcakta fazla uzatmayayım sözü, soyadı gibi güler yüzlü Abdullah Gül’le sohbetimize başlayalım (Hilton Kayseri’de kalacaklara not: Otelde Kayseri mutfağından eser yok, mönülerde mantının adı bile yok. Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp’in Kayseri’ye armağan ettiği bu şahesere çok yazık ediliyor).

Tayyip Bey’le yakınsınız, kan içseniz bile kızılcık şerbeti içtik diyorsunuz. Başbakanlığı bırakıp emaneti sahibine iade ettiniz. Sonra da, bir çeşit tenzili rütbeyle bakanlığı kabul ettiniz. İçinizde hiçbir burukluk, hiçbir rekabet duygusu yok mu? /images/100/0x0/55ea5d9df018fbb8f87b3762

- Yurt içinden de, yurt dışından da bizi birbirine düşürmek isteyenler var. Biz Tayyip Bey’le arkadaşız, kardeşiz, aramızda bir rekabet olması mümkün mü? Ben sert çıkışlar yapınca o beni yumuşatır. O sert olduğunda da, ben onu ikaz ederim. Konuşmalarımızda hep "Bizi kavgacı, uzlaşmaz birileri olarak göstermek istiyorlar. AKP’yi dar sokaklara, dar sloganlara sokmak isteyenler var. Aman çok dikkat edelim" diye konuşuruz. Bakın size bir misal vereyim; Fazilet Partisi’nde kongreye gidiyoruz. Genel başkanlık için Bülent Arınç mı aday olmalı, ben mi? Arkadaşlar dedi ki "Girin şu odaya, ikiniz karar verin." Girdik, daha ben söze başlamadan Bülent Bey "Senin aday olman daha doğru, sen daha soğukkanlı götürebilirsin" dedi. Bülent Bey söze başlamasaydı, herhalde ben "Siz aday olun, ben arkanızdayım" diyecektim.

Biz Türkiye’nin partisiyiz, doğunun da, batının da, kuzeyin de, güneyin de. Diyarbakır’da da, Edirne’de de, Trabzon’da da 10 binleri toplayan başka bir parti yok. Hálá Türkiye’de, bizim getirdiğimiz siyasi üslup ve anlayış fark edilmedi. Bizim siyaset anlayışımızda ihtiras, aklın önüne asla geçemez. Çok ilginçtir, Türkiye’de ekonomik ve demokratik reform hareketleri hep muhafazakar partiler tarafından yapılmıştır. İşte Demokrat Parti, işte AP’nin ilk dönemleri, işte Turgut Özal’ın ANAP’ı. Ne yazık ki, bunu içine sindiremeyenler var, bunlar halkla bütünleşemeyenler.

BRÜKSEL RESTLEŞMELERİ

Gün geçmiyor ki Tayyip Bey birisini, özellikle de gazetecileri azarlamasın. Bir sinir harbidir, bir zıtlaşmadır, bir tehdittir gidiyor. Madem bu kadar yakınsınız, neden kendisine biraz sükunet tavsiye etmiyorsunuz?

- Ediyorum, etmez olur muyum, o da bana söyler. Diyorum ki "Seni kızdırmak için çok uğraşıyorlar. Aman ne olur kızma, sakın sert çıkma" dediğim çok olmuştur. Hatta bazen yabancılarla yaptığımız toplantılarda elimle, ayağımla bile ikaz ederim. Mesela, 17 Aralık’ta Brüksel’de yaptığımız toplantıda neler çektik. Masa altından gizlice birbirimizin ayağına çok bastık. AB Dönem Başkanı olan Hollanda’nın Başbakanı Jan Peter Balkenende, Türkiye’nin Kıbrıs’ı tanınması konusunda ısrarlı. Saat gecenin 02.00’si, görüşme Kıbrıs konusu üzerinde düğümlendi kaldı. O arada çok sertleşmeler oldu, Tayyip Bey sesini çok yükseltti. Ben aşağıdan alıyorum, bir yandan da Tayyip Bey’i "Aman yavaş" diye elimle gizlice ikaz ediyordum.

Bazen de onun beni ikaz ettiği olur. Mesela 3 Ekim’den sonra TBMM’deki genel görüşmeden önce, hiç görevim olmadığı halde müzakere çerçeve belgelerini tercüme ettirip siyasi partilere gönderdim. Bizim imza attığımız belge değil, AB’nin kendi kağıtları. Görüşmeler sırasında Deniz Baykal bana laf attı; "İnat etme, göndermediniz" diye. Ben de büyük bir iyi niyetle, kendi kopyamı götürüp vereyim dedim. Doğrusu hiç usulde olmayan bir şey. Götürüp uzattım, almayınca kağıt orada kaldı. Ben de dönüp kağıdı aldım, yerime geçtim. Tayyip Bey, "Bana ayağınla vurursun, şunu edersin, bunu edersin, senin bu yaptığın ne? Sen Mecliste benden kıdemlisin ama, ben senin yaptığını hiç yaptım mı? Sen sakinsin, bana da sakin ol diyorsun ama, şu yapılana bak" dedi.

FİLİSTİN’DE ŞİDDET

Son İsrail-Filistin olayında Türkiye’nin arabulucu olmasını kim istedi?

- Biz arabulucu değiliz, diyalogun kurulmasına, gerginliğin azalmasına yardımcı oluyoruz. Hem İsrail’le, hem Filistin’le ilişkisi olan, istediği an görüşebilen ülke, Türkiye. Onlar da sıkışınca bizi arıyor, biz kendi kendimize gelin güvey olmuyoruz. Acı çeken insanların acısına biraz merhem olma duygusunu şova dönüştürmek, insanı küçültür. Bakanların göz altına alınması doğru bir şey değil, bir an önce serbest bırakılmalılar. Aynı şekilde, İsrail askerini kimler kaçırdıysa, bir an önce serbest bırakmalıdır. Başkan Bush da elinden geleceğini yapacağını söylüyor. Gazze’ye gitmediyseniz, Filistin nedir, işgal nedir bilemezsiniz. Filistinliler zaten yokluk içinde, İsrail bir de aşırı güç kullanıyor. Anketlere göre, İsrail halkının yarısı Hamas’la oturup konuşmayı istiyor.

Putin’den Sezer’e ’Şıkıdım’ sürprizi

Rusya ziyaretinizden ayağınızın tozuyla Kayseri’ye indiniz. Putin’in diyarında ne var, ne yok?

- Rusya Federasyonu ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer’e Başkan Putin çok yakın ilgi gösterdi. Kremlin’de verdiği çok güzel yemekte, ünlü ve güzel sanatçılar klasik parçalar icra etti. Bu arada bir de sürpriz yayıp Tarkan’ın hareketli, ünlü şarkılarını söylediler. Özellikle "Şıkıdım Şıkıdım" şarkısı, salonda çok hoş bir renklilik yarattı. Bir Rus, bir Türk şarkısı söylüyorlardı. Rusların klasik şarkıları malum çok ağır, bizimkiler ise aksine çok hareketli. Bir ara salonda öyle bir hava oldu ki, Türkiye’de zannettik kendimizi. Tam bu sırada Putin, Cumhurbaşkanımıza dönüp, mütebbessim bir yüzle "Kendimi şu anda Antalya’da hissediyorum" dedi.

Denizli, İran Milli Futbol Takımı’na antrenör oluyor

İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad’la Tahran’da neler konuştunuz, nükleer silah sorunu sizce çözülebilecek mi?

- İran’la ilgili telefon trafiğimize bakarsanız, Birleşmiş Milletler’in daimi 5 ülkesi, artı Almanya’ya neredeyse biz de eklendik. Biz burada da kendimize bir rol biçme sevdasında değiliz. Ben bu konuda ümitliyim, çünkü flu noktalar ortaya çıktı. Ayrıca, her iki tarafta da, bu konunun diplomatik yoldan çözülmesi niyetini ben gördüm. Ancak, her iki tarafta da müthiş bir güvensizlik var. Çözüm olmaz, tartışmalar tekrar başlarsa, sonunda dünyayı hiç umulmayan noktalara götürebilir. Ateş Irak’ta yanıyor, Iraklıları yakıyor ama, bizi de ısıtıyor. Allah korusun, bir de İran’da bir gerginlik olursa, yine bizi ısıtır, yine bizi zarara uğratır. Ahmedinecat’la Tahran’da yaptığımız resmi görüşme bittikten sonra, konu futboldan açıldı. Dedi ki: "Mustafa Denizli müthiş bir teknik direktör, burada çok popüler." Övmeye devam ederek "Çık da kendin gör, insanların birlikte bir fotoğraf çektirmek için etrafına nasıl toplandığını. Kulübü çok iyi yetiştirdi, futbolcular arasında birlik ve beraberlik sağladı. Mustafa Denizli’yi milli takımın başına geçirmeyi düşünüyoruz" dedi.

Sayın Aliyev anlaşılan sizi aç bırakıyormuşuz

- Gıdama da dikkat ediyorum; tatlı, hamur işi, falan fazla yemiyorum. Ama, son haftalar içinde Orta Asya ziyaretlerim oldu. Kazakistan, Azerbaycan, İran. Bu ülkelerdeki yemek alışkanlığı çok farklı. Bitti dediğinizde başka yemekler geliyor, yemezseniz ayıp oluyor. Cumhurbaşkanı Aliyev, Bakü’de bir yemek verdi. Yemek bitti diyoruz, başkası geliyor. Onunla bitti zannettik, başka, başka yemekler daha geldi. Ben dayanamadım "Sayın Cumhurbaşkanı, siz Türkiye’ye geldiğinizde anlaşılan biz sizi aç bırakıyormuşuz" dedim.

Yürüme dinlendirir

Abdullah Gül, babasının bağ evinde konuk ettiği Yener Süsoy’a yapabildiği tek sporun yürüyüş olduğunu söyledi. Ama öyle böyle "yürüyüş" değil. Bakan Gül, "sıkı" yürüyüşçü. Abdullah Gül, evde olduğu sabahlar "maalesef koşu bandı"yla idare ediyor ve "Çok ilginçtir, yorgun uyandığımda, kendimi yürüyerek dinlendiriyorum" diyor.

Korumalar bana yetişemiyor

Bunca seyahat trafiğinize rağmen, nazar değmesin yüzünüzde hiçbir yorgunluk izi yok. Dün bu saatlerde St. Petersburg’daydınız, şu anda Erciyes eteklerinde çay içiyoruz.

- Yapabildiğim tek spor yürüyüş, onu hiç elden bırakmıyorum. Yurtdışında olduğum zaman geceleri mutlaka yürüyüş yapıyorum. Brüksel’de şehrin biraz dışına çıkıp orman içinde yürüyorum. New York’ta isem Central Park’ı tercih ediyorum. Elbette yalnız olmuyorum, hem bizim, hem de ev sahibi ülkenin korumaları peşimde. Bir saat gerçekten çok hızlı tempoda yürürüm, bana yetişmek çok zordur. Bizimkiler alışkın ama, bazen yabancı korumaların tempoma dayanamadığı oluyor. Birinde çocuk düşüp bayıldı, arabayla götürdüler.
Yazının Devamını Oku

Topkapı Sarayı için dev proje

27 Haziran 2006
Kültür ve  Turizm Bakanı Atilla Koç, Yener Süsoy’a Topkapı Sarayı için hazırlanan dev projeyi 3 yılda tamamlaya-caklarını belirtti.

Topkapı Sarayı için hazırlanan dev proje rafa kalkmadı değil mi? /images/100/0x0/55eb350df018fbb8f8b25096

- Ne münasebet, Topkapı Sarayı’nı iki hafta içinde yepyeni bir çehreye kavuşturmaya başlıyoruz beyefendi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Valiliği’yle hazırlanan projeyi 3 yılda tamamlarız. Projeye göre "Sur-u Sultani" olarak bilinen, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı ve Sirkeci Garı’nı içine alan tarihi yarımada "Müze Kent" oluyor. Dünyadaki bütün saraylar bahçeleriyle tanınır, bizim Topkapı Sarayı’nın bahçesi ise öldürülmüş. Japon Bahçesi gibi birçok bahçe günümüzde hálá devam ederken, özel bir bahçe anlayışı olan Türk bahçesinin Topkapı Sarayı’nda bir numunesinin bulunmaması büyük bir eksiklik. İç bahçe yeniden ihya edilecek, Gülhane Parkı sarayın dış bahçesi haline getirilecek.
Yazının Devamını Oku

700 arkeolog eksiğimiz var

26 Haziran 2006
Beyefendi, Antalya bölgesinde 15-20 dolara her şey dahil sistemiyle turist kabul eden birçok tesis var. Bu kadar ucuzluk müşteri kalitesini düşürmez mi? - Haklısınız, Antalya gereğinden fazla ucuza gidiyor. Hiç kimseden korkum yok ama, hır çıkarmak istemiyorum. Bizim bu alandaki özel teşebbüsümüz çok çabuk panikliyor. Halbuki biraz direnme marjları olması lazım. Böyle yaparsanız, yalnız kendi otelinizi değil, ülkenizin prestijini de ucuza satmış olursunuz. Antalya’da pahalı kalarak kendini koruyan yerler de var. Ucuza sattığın zaman, dövizin değerlenmesinden de faydalanmamış oluyorsun. Turizmdeki sıkıntı, kuş gribinden çok, karikatür krizinin yarattığı tedirginlikten oldu. /images/100/0x0/55eadc01f018fbb8f89b44ca

Ayrıca, biz son 5 senedir dünya turizm artış normallerinin üzerine çıktık. Onlarda yüzde 5’ken bizde yüzde 20’yi aştı. Bu sene rakamlar yerli yerine oturdu. Antalya bu sene eklenen 30 bin yatakla kendini kurtardı. Aydın, Muğla, Balıkesir taraflarındaki otellerimizin ise yaşı 15 seneden fazla. İspanya ve Yunanistan bunun sıkıntısını görüp, hemen yenilemeye geçti. Yenilemelerin faydasını gördükleri için bu sene bizden iyiler. Her şeye rağmen ben ümidimi koruyorum, geçen seneyi aşarız. Ocak ayındaki azalma yüzdesi 40’lardaydı, bugün 10’lara geldik. Sıkıntılarımızı attıktan sonra otel yıldızlamalarını da teftişe vermek lazım.

BODRUM MÜZESİ’NDE SORUŞTURMA DEVAM EDİYOR

Bodrum Müzesi Müdürü’yle ilgili soruşturma nasıl gidiyor, soruşturma açılan başka müzeler de var mı? Sayın Bakan, Türkiye’de arkeolog genellikle müzeci olarak kabul ediliyor. Oysa dünyada kuratörlük diye bir müessese var artık.

- Cevap bir, Bodrum Müzesi Müdürü’yle ilgili tahkikat devam ediyor, şahsın evinde de değerli parçalar bulunduğu söylendi bana. Eski Müdür Oğuz Bey çok çalışkan bir adam, sarf ettiği gayretini iyi de satan bir arkadaşımız. Modern müzecilikte fiktif müze elbette var ama, bunu yaparken genel ahlak kaidelerine, müzecilik ahlakına göre yapacaksın. Sen sanal olana, gerçek diyorsun, sıkıntı burada. Böyle 3 tane müzemiz var ama, tahkikatlar bitmediği için adlarını söyleyemem. Bu gibi meselelerde, zincirin bir yerinde kopukluk varsa, hiçbir halef selef bakan, müsteşar, genel müdür, müze müdürü üzerine gitmek istemez. Sürekli olarak geriye gittiğin zaman netice alırsın ama, o zaman da karşına af ya da zaman aşımı çıkar. Birisinin bir yerden başlaması lazımdı, ben başladım. Ben göreve geldiğimde müzelerle ilgili açılmış hiçbir araştırma yoktu. Bürokratlar, "Efendim bundan bir şey çıkmaz, kapatalım" diyerek siyasetçileri yönlendirir.

Türkiye’de devlet müzeciliği anlayışımız iflas etmiştir. Biz devlet olarak hálá durgun, hiç sunumu yapılmayan bir müzecilik yapıyoruz. Bunları yapabilecek adamları bile bulamayan bu müzecilik anlayışı iflas etmiştir. Bütün dünyada modern müzecilik anlayışı, canlı müze yaklaşımıyla el ele gidiyor. Bizdeki özel teşebbüs müzeleri de çok fevkalade durumda. Sabancı Müzesi, Rodin gösterisi için 900 bin dolar para harcamış. Ayrıca 1 milyon dolara yakın da reklam gideri var. Benim rüyama bile girmez bu rakamlar. Ama böyle yapılmazsa da olmaz, onların yaptığı doğru. Düşünün ki, benim müzelerimde şu anda 700 arkeolog eksiğim var.

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’la Koçlar’ın Antalya’daki güzelim Talya Oteli’nde buluştuk. Talya Oteli’nin Akdeniz’in ayaklar altına serildiği görkemli Kral Dairesi’nde konuştuk. Otelin sempatik ve çalışkan genel müdürü Murat Gün, Divan’ın 50. kuruluş yıldönümü nedeniyle bakana Divan yapımı çikolata ve özel Akdeniz reçelleri armağan etti. Sonra el etek çekildi, kaldık bakan beyle baş başa. Antalya’dan Ölüdeniz’e, Bodrum’dan Kapadokya’ya kadar gezmediğimiz bölge kalmadı. Müzelerimizin içler acısı durumunu da, Başbakan’ın neden Bodrum ve Ölüdeniz’e gitmediğini de sordum. Bakan Koç, yine güler yüzlüydü, yine beyaz gömlekli, takım elbiseliydi. Yine gülerken göbeği hafiften sallanıyordu, yine gözlüklerinin arkasından karşısındakiyle ince ince dalga geçiyordu. Yine bitki çayı içiyordu, yine espri küpüydü ama, artık asla uyuklamıyordu. Hoş geldiniz sayın Bakan Koç, sefalar getirdiniz.

Yunus Emre Enstitüsü yayılacak

/images/100/0x0/55eadc01f018fbb8f89b44cc"Yunus Emre Enstitüsü" projeniz hangi aşamada efendim?

- Dünyanın her yerinde Goethe Enstitüsü, Fransız Kültür Merkezi, British Council gibi Yunus Emre Enstitüleri kuruyoruz. Bu merkezlerde sadece Türkçe değil, Türk kültür ve edebiyatı da öğretilecek. Türk kültürüne yabancı biri, ülkemizle ilgili merak ettiği her şeyi bu merkezlerden kolayca öğrenebilecek. Kanun tasarısı hazır, ekimde genel kurula sunacağız. Projeyi Dışişleri Bakanlığı ile ortaklaşa çalışarak yaptık.

Bodrum’a acilen 100 bin yatak şart

Turizm denince devletin aklınıza ilk gelen Antalya bölgesi oluyor. Marmaris, Ayvalık, Akçay, Erdek, Şile, Kilyos hatta Bodrum’a üvey evlat muamelesi yapıyorsunuz. Sayın Başbakan bile, bugüne kadar ne Bodrum’a gitmiş, ne de dünyanın en güzel plajı seçilen Ölüdeniz’e.

- Yener Bey, siz de haftalardır röportajlarınızda taktınız sayın Başbakanımıza. Neredeyse nefes alacak zamanı bile olmadığı için gidememiştir oralara. Ben kendisini davet edip götüreceğim Bodrum’a, Ölüdeniz’e. Vallahi bugüne kadar Tayyip Bey’e böyle bir davette bulunmak benim aklıma gelmedi. Antalya bölgesinde artık yer kalmadı ama, Bodrum taraflarında 5 yıldızlı otellere acilen ihtiyacımız var. Bodrum’da halihazırda eskimiş 40 bin yatak var. Çok acele 100 bin yatağa çıkmazsa, Bodrum’a kimse gelmez. Dalaman’da 100 bin yataklı büyük bir turizm projesini gerçekleştireceğiz. Bu arada termal bölgeleri de çok iyi bir noktaya getiriyoruz. Afyon, Kütahya, Yalova, Didim ve Çeşme’de çok büyük termal tesislerin yapımına başlanıyor.

Devlet müzeciliğimiz iflas etmiş durumda

Türkiye’de devlet müzeciliği anlayışımız iflas etmiştir. Biz devlet olarak hálá durgun, hiç sunumu yapılmayan bir müzecilik yapıyoruz. Sabancı Müzesi, Rodin sergisi için 900 bin dolar para harcamış. Ayrıca 1 milyon dolara yakın da reklam gideri var. Benim rüyama bile girmez bu rakamlar. Düşünün ki, benim müzelerimde şu anda 700 arkeolog eksiğim var.

Lara plajı ihalesini içime sindiremedim

Lara’daki "temalı park projesi" ihalesini neden iptal ettiniz? Başbakanın sizden bir talebi oldu mu?

- Hayır, ben içime sindiremediğim için iptal ettim. Burada tahsis olayı yok, öyle olsa bir kişi de çıksa bedava vermek durumunda bile olurdum. Sonu açıklandıktan sonra, "Bu kadar az rekabet olmaması lazımdı" diye düşündüm. Birisi 10 trilyon diyor, öteki 10 trilyon 500 diyor. Öteki çekilince ihale onda kalıyor. Kamu vicdanı da, ihalenin yenilenmesini gerektiriyordu. Doğrusu, iptal ederken biraz tereddüt geçirmedim değil. Bir konu iyi anlaşılmadı, ben oradaki yapılaşmayı yüzde 2’ye indirdim. Eğer yüzde 10’luk yapılaşma verseydim, fiyat 150 trilyon bile olurdu. İhalenin tanıtımı konusunda eksiklerimiz oldu. Avrupa ve Arap ülkelerinde özel tanıtım şovları yapmalıydık. 5 Temmuz’da yeniden ihaleye çıkıyorum, bakalım ne olacak.

YARIN: TOPKAPI SARAYI PROJESİ
Yazının Devamını Oku

Türkler, tatili iki aya sıkıştırıyor

20 Haziran 2006
Almanya’da Bild Gazetesi’nin yaptığı ankette "Dünyanın En Güzel Plajı" seçilen Ölüdeniz’in CHP’li Belediye Başkanı Keramettin Yılmaz, arkadaşımız Yener Süsoy’a, Türklerin tatillerini temmuz ve ağustos arasına sıkıştırdığını, bu nedenle fiyatların arttığını ve yer sorunu çıktığını belirtti. Keramettin başkan cin gibi zeki, çocukluğunda yaşadığı olayları neredeyse dakikasıyla hatırlıyor. Bir o kadar da pozitif, ağzından olumsuz hiçbir söz çıkmıyor.

- Ben genelde pozitif bir insanım ama, bu yıl turizm bölgemizde hayli zor geçecek. Geçen yılın aynı ayına göre Dalaman’dan net kaybımız yüzde 21. Antalya Havaalanı’ndan girişlerimiz ise, şu ana kadar geçen yıla göre yüzde 30 eksik durumda. Kuş gribi, karikatür krizi, papaz cinayeti, terör derken bu noktaya geldik. İngiltere hálá, havalimanlarından çıkacak vatandaşlarına "Dikkat, Türkiye’de kuş gribi var" diye bildiri dağıtıyor. Yerli müşterilerimiz ise tatillerine hep 15 Temmuz başlar, 30 Ağustos’ta ise sezonu kapatır. Ülkenin tamamı ağustos ayında tatile çıkmak isteyince hem fiyatlar yükseliyor, hem de tesislerin ayakta durma gücü zayıflıyor. Vatandaşlarımız tatillerini 5 aya yayabilse, harcayacakları para çok daha az olacak. Şu anda tesislerimiz kár etmek için değil, daha az zarar etmeye çalışıyor. Ölüdeniz olarak, kongre turizmine ağırlık veriyoruz. Lykia World’de çok güzel ve büyük bir kongre merkezi yapıldı. Çok güzel çalışıyor, ulusal ve uluslararası önemli kongrelere başarıyla ev sahipliği yapıyor.

ÖLÜDENİZ’DE HAŞEMAYLA ÇARŞAFLA DENİZE GİRİLMEZ

Mavi Bayrak, temiz. güvenli, uygar ve sürdürülebilir bir çevrenin sembolü.

- Ölüdeniz Belediyesi 1994’te kuruldu. Bu yılki bütçe hedefim 6 trilyon. Bunun 1,5 trilyonu personel, elektrik, vergiye gidiyor. Toplam 103 kişi çalışıyor, 9 memur, 4 zabıta var. Maaşım 2 milyar civarında, Onu da belediyenin ödeyemediği kargo gibi hizmetlerde harcıyorum. Ölüdeniz’in şimdi tek eksiği çöp kamyonu; onu da devletimizden veya hayırseverlerimizden temin edebilirsek çok mutlu olacağız. Turizm Bakanlığı’nın yaptığı arıtma tesisini devralıp işletmeye başladık. Çevre Bakanlığı’nın gezici laboratuvarı her ay tahlil yapıyor. Fethiye’den 9 km’lik hat çektirip bütün beldemize kesintisiz temiz içme suyu sağladık. Bizde müzik gece 24.00’ten sonra içeri verilir, ses kirliliği yoktur. CHP’li belediye olmanın da etkisiyle, Ölüdeniz plajlarından çarşafla, haşemayla denize giren olmaz.
Yazının Devamını Oku

Babadağ özelleştirildi yamaç paraşütü öldürüldü

19 Haziran 2006
Almanlara sordular; "Dünyanın en güzel sahili hangisi" diye. Bild Gazetesi’nin aday listesinde Şeyseller’den Maldivler’e, Copacabana’dan Sardunya Adası’na, Hawaii’den Güney Afrika’ya kadar her yer vardı.  Sonunda, oyların yüzde 89,1’ini alan Ölüdeniz açık ara birinci oldu. Bizim değerini bilemediğimiz bir cennet köşemizi daha, elin oğlu baş tacı etti. Dünyanın gözbebeği ilan edilen Ölüdeniz’imiz hakkında acaba ne kadar bilgi sahibiyiz? Gece yarısı düştüm yola, sabah gün ışırken ulaştım dünyanın en güzel sahiline. Ölüdeniz’in CHPli Belediye Başkanı Keramettin Yılmaz, doğma büyüme Ölüdenizli, 1.84 boyunda, 110 kilo ağırlığında, esmer, yakışıklı bir turizmci Yörük beyi. Sahibi olduğu The Nicholas Group’un

otelleri, apartları, villaları, turizm şirketi, kafeleri, karavanları var. Ölü Deniz kıyısındaki kamping alanının da sahibi. Dayısının kızı olan eşi Ümit, İTÜ mezunu elektronik mühendisi. Beldenin, özellikle kültür ve sanat etkinliklerinde eşinin 1 numaralı yardımcısı. Simgesi, Teke yöresi keçisi olan Ölüdeniz Kültür ve Sanat Festivali’nin yaratıcı ve yöneticisi. Bu yılki 3. festival, 22 Haziran günü dağdan sembolik günah keçisi atlatma töreniyle başlayacak. Sonrasında Sunay Akın’dan Selda Bağcan’a, Volkan Konak’tan Ferhan Şensoy’a kadar ünlü sanatçılar var. Eğer yolunuz Ölüdeniz’e düşerse, mutlaka Keramettin başkanla tanışın. İsterseniz size cep telefonunu vereyim; 0532-316 82 82. Selamımı söylemeyi de unutmayın, lütfen.

Efsane odur ki; balıkçı bir baba-oğul, bir gün fırtınaya tutulur. Oğul, kayalıkların ardında bir koy olduğunu söyleyip karaya yaklaşır. Baba karşı çıkar, tartışmaya başlarlar. O sırada baba kayalıklara çarpacaklarını sanıp, oğlunu denize iter. Dümene geçince ise, oğlunun haklı olduğunu görür. Önündeki uzun koya girip oğlunun acısıyla canına kıyar. Ölüdeniz’in çevresinde var olduğu söylenen kaya, işte o delikanlının yüzüdür. O kaya, fırtınalı havalarda gemicilere koyu gösterir.

- Ben Belceğiz Mahallesi’nde domates, biber, fasulye, patlıcanlar arasında dünyaya geldim. Ailem deniz kenarında 50 /images/100/0x0/55ea92a1f018fbb8f888ca9adönüm toprağı kiralamış, turfanda sebzecilik yapıyordu. Nisan sonunda kabak, salatalık, domates olurdu burada. 18 öğrenci, her gün 5 kilometre yol yürüyerek giderdik Hisarönü’ndeki ilkokula. Sonra Fethiye ortaokulu ve lisesini bitirdim. Üniversitelerde anarşi var diye annem babam gitmemi istemedi. Burada da yavaş yavaş turizm hareketi başlıyordu. 1982’de Hisarönü’ndeki baba toprağında 4 odalı ilk ev pansiyonunu açtım. Adını "Sannikola" koydum, ne anlama geldiğini bilmiyordum. Müşteri bulmak için, akşamüstleri en güzel elbiselerimi, ayakkabılarımı giyip Çetin Kamp’ın önüne gidiyordum. Gelen turistleri, tek kapılı Anadolumla pansiyonumu göstermeye götürüyordum. Derken, benim 4 odalı pansiyon, oldu 20 oda. 1986’da İngiliz turistler gelmeye başladı. Bu arada bir minibüs alıp köyden denize turist taşımaya başladım. Müşterim olan İngiliz turistler yüzme havuzu istedi, köyde ilk yaptıran da ben oldum. Derken turizm firması kurup, ailece otel inşaatlarına giriştik, bugünlere kadar geldik.

Ünlü İngiliz yayın kuruluşu BBC geçen yıl Ölüdeniz’i dünyanın en mükemmel plajları arasında ilk 5’te göstermişti.

- İngilizler Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne gireceğinden çok eminler. Bu yüzden Hisarönü ve Ovacık’ta yatırım amacıyla apartman dairesi, villa aldıklarını söylüyorlar. Burada 3500 kadar İngiliz yaşıyor, yaz kış oturanların sayısı da az değil. İngilizler güneş için geliyor buraya, havuz suyu olmuş, deniz suyu olmuş, onlar için önemli değil. 1986 yılından beri yılda 2 defa gelen İngiliz müşterilerimiz var. Tur operatörleri aracığıyla ne alacaklarını bilerek geliyorlar, onun dışında fazla bir şey istemiyorlar. İngilizler lüksten hoşlanmıyor, belli bir standart olsun, suyu aksın, temizliği yapılsın tamam. İngilizin baktığı tek şey, havanın güneşli olması. 14 günlük tatilleri kapalı havalarda geçerse, çok mutsuz oluyorlar. Güneş olduktan sonra, diğer şeyleri çok kolay hallediyorsunuz. Ama hava kapalı, yağmurlu olduğu zaman agresif oluyorlar. İngilizler en çok birayı seviyor.

Eskiden 70 bin atlayış  olurdu şimdi 15 bin

Yamaç paraşütü sporu, yüksek bir tepeden koşularak havalanmak bir anlamda. Eğimli ve yüksek bir tepeye açık olarak serilen paraşüt, pilotun koşmaya başlamasıyla havaya doluyor ve uçuş başlıyor.

- Dünyaca ünlü yamaç paraşütü merkezi Babadağ, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 3 yıl önce özelleştirildi. Başbakana yakınlığı ile tanınan Rize kökenli Cengiz İnşaat, burasını 850 milyar liraya kiraladı. Anlaşmaya göre dağdaki atlama noktalarında sosyal tesisler, kafeteryalar, tuvaletler, butik dağ evleri yapılacak, yol asfalt olacaktı. İhaleyi alan firmanın ilk işi, Orman idaresinin profesyonel atlayıcılardan aldığı 12,5 milyon liralık giriş ücretini 25 milyona çıkarmak oldu. Dağdan kendisini atlayacak olanlardan ise 15 milyon alınmaya başlandı. Dağda hiçbir teknik alet yok, ne bir kafeterya, ne de tuvalet. Giriş ücreti şimdi de 40 milyona çıkarıldı, kendi atlayacaklardan ise 25 milyon alıyor. Yolu berbat, ancak 4 çekerli araçlar çıkabiliyor, yaklaşık 1 saat sürüyor. Beldemizdeki 9 paraşüt firması bu yıl Babadağ’ın 1700 ve 1900 metrelerdeki parkurlarına çıkmama kararı aldı. Yabancı internet sayfalarında; "Parüşütçüler, sakın Ölüdeniz’e gitmeyin, hiçbir hizmet vermeden soyuyorlar" diye aleyhimize propaganda yapılıyor. Birkaç yıl öncesine kadar Babadağ’dan yılda 70 bin atlayış oluyordu, şimdi 15 bine kadar düştü. Özel Çevre Koruma Başkanlığı’na bağlı Belceğiz kumsal plajını eskiden belediye işletiyordu. Orası da, Rize kökenli bir firmaya 406 milyon liraya kiralandı. Eskiden içki satışı yoktu, şimdi içki de veriliyor. Günübirlik alan olduğu için akşam 21.00’de kapanması şart ama, orası gece yarılarına kadar açık kalabiliyor.
Yazının Devamını Oku