Paylaş
İşte okul sevgisi. Okul böyle bir yer, orada öğrenilen her şeyi nefret ederek öğrendik.”
Emrah Serbes’in “Hikayem Paramparça” kitabından aktardığım bu cümleler, bu yıl “sınava geç kalan öğrenciler”in hâlini izlediğim andaki hissiyatımı özetliyor.
* * *
“Vaka”yı has arkadaşım Gürbüz Özaltınlı dillendirdi önce:
“İki milyondan fazla öğrencinin katılacağı bir sınav için kural belirlerken ‘kapıları sınav saatinden 15 dakika önce kapatmaya’ karar verdiğinizde, bunu ne kadar duyurursanız duyurun firesiz sonuç alamayacağınızı; belli sayıda öğrencinin bu 15 dakika kuralından habersiz kalabileceğini düşünmemek bence mümkün değil.
Belli ki bürokrat şöyle düşünüyor: ‘Onlar da dikkatsizliklerinin kurbanı olurlar. Bizi ilgilendirmez.”
Ve gayet haklı bir soru yöneltiyor:
“Sınav başlamadan önce 15 dakikaya ihtiyacınız varsa, neden duyurduğunuz sınav saatinden 15 dakika önce (09.45’de) kapıları kapatıyorsunuz da, herkese duyurduğunuz saati (10.00) takip eden 15 dakika sonunda (10.15’de) sınavı başlatmıyorsunuz?
Bazı çocukların hayatını karartmayı da göze alacak bir sebebi var mı bu basit çözümü tercih etmemiş olmanızın?”
* * *
Tamamen katılıyorum.
Üniversite sınavları zaten, içeriği, sistematiği, işlevselliği, çağa uygunluğuyla filan çok tartışılan bir mesele.
Ötesi, çocukluğundan başlayarak bir gencin sırtındaki en ağır yük.
Cümbür cemaat beklentilerin, baskıların bombardımanı altında, ilk büyük sınav.
Çevresel yoğun beklentiler, hangi üniversiteyi seçeceği, paraya da dayalı hazırlanma süreci, “gençlik başımda duman” bir yana...
O yaşların muhakeme yetisi, stresle başa çıkma mekanizmaları, “tecrübe cüceliği”, “dikkat” denilen şeyin -bir an- uçuculuğu gibi bir sürü mevzu var.
* * *
İlk gençliğine henüz adım atan birisinin sorumluluğu, o yaştaki aklı, duygusal zekası, tecrübeleri ölçüsündedir. Öyle varsaymanız gerekir.
Peki... Böylesine önemli bir sınavın her ayrıntısında, bir gencin hayatının bir bölümüne egemen olan bu durumun yoğun stresi, “özne”nin profilini de dikkate almamız gerekmez mi?
Çok sevdiğiniz sayıların diliyle -farzı muhal- konuşalım:
Sınava gireceği açıklanan 2 milyon 265 bin gencin yüzde 1’i “dikkatsizlik” vs. yapsa, karşımıza 22 bin mağdur çıkar. Binde 1’i desek, 2 bin 200 genç...
Az mıdır, böyle bir meselede...
Böyle bir hadise, o kuru istatistiklerde sadece bir sayı mıdır?
O yaşlarda, böylesine ağır bir sorumluluğun ilk tecrübesinde “olasılıklar”, matematik bir hesapla mı önem ya da önemsizlik kazanır.
* * *
Tamam... Öğrencilerden “sistemli-dikkatli” olmalarını elbette bekleyebilirsiniz. Ama “sistem”in negatif olasılıklarını, onlara bırakamazsınız.
Az biraz siz öngörün efendiler.
Böyle bir dönemeçte “sistem”, seçici algı, dikkatsiz amnezi, dikkatsizliğe dayalı körlük, aşırı heyecana bağlı dikkatsizlik vb. gibi fiziksel ve psikolojik bozukluk gerektirmeden her gencin (ve yetişkinin) karşılaşabileceği durumlara “açık kapı” bırakır mı?
* * *
Sınav duyurularında zamanla ilgili 09.45 ve 10.00 gibi iki ayrı rakam dizisinin olması, sınavın her yıl 10.00’da başladığını bilme alışkanlığı bile dikkatsizliğe kapı arayabilir.
Yıllardır bellenmiş/ezberlenmiş bir saat 10.00 mefhumu, konsepti varken 09.45 bunu öne çekmektir. O zamanlamaya kurulmuş beyne, yeni bir timing yerleştirmektir.
Yani bu yıl yine 10.00'da sınav başlamadan önce değil, 09.45'den önce gelmesini beklemektir.
Böyle sorular varken, hatta belki daha farklı sorular/sorunlar muhtemelken, bu düzenleme iş midir?
İşse... Neyi kolaylaştırmış, neyi düzeltmiş, neye yaramıştır?
Paylaş