Paylaş
Çünkü biyolojik işlemcileri, hızlı ve büyük değişiklikler kaydetmiştir genç ömürlerinde...
Misal; transistörlü radyoların lambası soğumadan, 45’lik plaklar tavanarasına kaldırılmadan Teypten Önce-Teypten Sonra’yı yaşadı o kuşaklar.
* * *
Plakçılar, karışık kaset doldurma sektörüne cümbür-cemaat dalınca, “kendin seç, kendin dinle” dönemi başladı ki... Sağladığı olanaklar havsalaya (zihnin anlama, kavrama yetisi) sığmaz.
Sabaha eren gece mesaileriyle seçilip listelenmiş en güzel “karışık” aşk şarkılarıyla, sevgiliye serenat imkanı verdi bir kere...
Şarkı araları geçişli, sabra göre 60-90-120 dakikalık kesintisiz aşk ilanı!
Eh, kesintisiz 1.5, 2 saatlik kasete, sadece “slow dans” şarkıları doldurarak temas arayanlar da çok oldu haliyle...
Böylece “Benimle dans eder misin” daveti, el elde-el belde bir tür “çıkma teklifi”ne, yakınlaşma antrenmanına dönüştü.
Radyonun başına oturup, yârine “home made” karışık kaset hazırlama alarmına geçenlerin ise müstesna bir yeri var tarihimizde.
Çişe bile gitmeden, işaretle orta parmak teybin play ve record tuşunun üstünde saatlerce bekleyenler... Şimdi fiber internetle şarkı indirirken -uflaya puflaya- saniye sayıyor.
(İnsanın kediden nankör, maymundan sabırsız hale gelmesinin müsebbibi, hızlı teknolojidir)
* * *
Aynı süreçte Toplu Taşıma’yı ele geçiriyordu karışık kasetler.
Minibüse; otobüse, uzun yola has “bayan anonslu kasetler” sardı ortalığı:
“Şimdi çalacağımız şarkı, 17 numarada oturan yolcumuza gelsin...”
Ardından da “O şimdi asker” temasına uygun yine bayan anonslu, yerine göre “ekolu” karışık asker kasetleri...
Bu mevzuda, karikatürist Erdil Yaşaroğlu’nun kendi adına doldurttuğu “Kadın sesli asker kasedi”ni de ıskalamayalım:
“Bütün bölük cennet olsa /Bütün kızlar asker olsa /Hülya Avşar subay olsa
/Yine kalmam şu Sivas’ta...”
* * *
Toplumsal değişimin hızı yahut keskinliği, daha başdöndürücüydü sanki.
Makaralıdan kasetli, ordan çoğaltmayı sağlayan çift kasetli teybe, müzik setlerine koşturan çocukların karşısına birden TV çıktı.
Televizyondan Önce-Televizyondan Sonra deyince, o kuşağın halini anlamak için Vizontele devede kulak kalır.
Radyoda ajans haberlerini, Arkası Yarın ve Mikrofonda Tiyatro’yu, Yurttan Sesleri dinleyenlerin “gözü-gönlü açıldı”.
Siyah-beyaz ekranla, rengarenk bir dünya!
Diziler derseniz; bambaşka bir âlem.
Dallas, Kaçak, Uzay Yolu, Zengin ve Yoksul, Tatlı Cadı, Küçük Ev, Tekerlekler, Görevimiz Tehlike, Kaptanlar ve Krallar, Komiser Columbo, Kung Fu, McMillan ve Karısı ile ithal, renkli hayatların, farklı gezegenlerin seri takipçisi oldu ahali.
* * *
Çok şey değişiyordu elbet.
Telesafirlerle misafirlik, sohbet etmekten çok birlikte TV seyretmeye dönmüştü bir kere.
Köyün üçkağıtçı muhtarının lakabı Ceyar, semt karakolundaki başkomiserin adı Columbo, yılbaşının simgesi dansözdü artık.
* * *
Ardından basit bilgisayar oyunları, sonra Atari, internet, cep telefonu mesela...
Hepsi ayrı hayat hikayesi.
* * *
Bu hengâmede gürültüye gitmesin... Bir dönemin çocukları için Gazozdan Önce-Gazozdan Sonra (GÖ-GS) meselesini hatırlatayım.
Gündelik yaşantımıza kapak, hayatımıza gark olan “on yüz bin milyon baloncuk”, başka yazıma kaldı.
Hayat o kapağın altında...
Paylaş