Paylaş
“Yerel siyaset”in eğri-büğrü kaldırımlarını -elim cebimde- arşınladığım oluyor elbet.
Ama o -hevessiz- yazılarım da eninde sonunda, gündelik hayatın, rengarenk insanların, duygu kalabalığının ve o kalabalığı mahalle, şehir ya da ülke eyleyebilen simyanın göz kırpan cazibesinin peşine takılıyor.
Bütün bunlar zihnimden, ünlemler, soru işaretleri, noktalı virgüller, tırnaklar, parantezler, hatta emojiler eşliğinde geçen fener alayları.
O şenliğe kim dayanır?
* * *
Yaşadığımız, her an içine dalıp çıktığımız “dünya”nın sıradan kesitleri bile kuşkusuz siyasetten tümüyle bağımsız değil.
Siyasetin en kaba hâllerinin 24 saat elinde tokmak ve davulla gezdiği bir ülkede, hayatı nasıl kuracağın, hangi kerterizde yaşayacağın da ayrı mesele.
Hayata dair verdiğimiz kararlar, tutum ve davranışlar, özlemler, hatta tarzımız da, ana kucağında bile yeniden üretilebilen siyasetin uzağında şekillenmiyor.
Düğüne el kadar gelinlikle, sünnete tacımız/asamızla giden minicik çocuklarız, erken siyaset tarihimizde.
Ötesi... Bir “hayat tarzı”nı herkese empoze etme siyasetinin farklı duraklarını/duraklamalarını, zalim darbelerini sık yaşamış, yaşayan bir tarihin evlatlarıyız.
Öyle ki... Karşılıklı ağzımızı açtığımızda, bazen birimiz o kamusal, resmi ağızlardan birisini, diğerimiz -ona karşı çıkarken- bir başkasını konuştuğunun da farkında değil.
Bir çok örnekte, ağız dolusu savların, akla ziyan popülizmin, cengaver hamasetin aslında günlük hayatımıza uzak hurdalıklardan devşirildiğini de düşünmüyoruz.
Zihnimize serpilen uğursuz kanaatlerin, vahşi yargıların, veciz nefret tohumlarının, kapkara falların kuşatmasındayız.
* * *
Siyasetin “her seviyede” ve her mevzuda yapılabilirliği de bunu kolaylaştırıyor tabi.
Klavyede tuşa basmakla, tetiğe basmak arasındaki farkın “yazar itibarı/yazar ehliyeti” kıstasında bile bulanıklaştığı bir ortamda, “yazma”nın kolaylığı da açık.
Referans grubunun yanında dur… “Kalem”in olmasa da yazarsın, köşen olsun yeter.
Mihengin sadece siyaset, o sarsılmaz, değişmez siyasi görüşünse, tüyler ürperten genellemeler de yaparsın... Vahim ötekileştirmeler de...
Adaletsizliğin, vicdansızlığın, kibirin en kaba biçimlerini kuşandığına da aldırmazsın.
Dert değildir zaten. Çünkü tahterevallideki hasmın -sence- hep daha beterini yapar.
* * *
Aşırı politikleşme ve herşeyi politikleştirmenin, günlük hayatı, ilişkileri zehirleyebileceğini, herşeyi, her duyguyu dar alanda paslaşmalara dönüştürebileceğini düşünmeyiz.
Ya da tam tersi, o dar alanda rahat, marifetli, muzaffer hissederiz kendimizi.
İnsanlar kendi keskin politikleştirmelerinin ardına kendi çıkarlarını, kendi yargılarını, o gazla, kibirle şişirilen egosunu istifleyebiliyor zira.
Derisini, ensesini öyle kalın tutabiliyor.
Dünyayı, hayatı, insanları, beynini ortadan ikiye yarmışsın, ne gam.
Ulusal siyasetin ironisini harika anlatan “Ne olacak bu memleketin hâli” muhabbetlerindeki sığ, silik, işlevsiz soru işaretinin altındaki o koyu nokta, o karagöz kadar kalıyoruz da bazen...
Haberimiz bile olmuyor. Olsa ne fayda, umurumuzda değil.
* * *
Sözüm ona hayatı, sevgili vatandaşını eksen alarak siyasi şablonlarını hayatımıza Demokles’in Kılıcı gibi sallandıranların çıkmazını da, sadece siyaseti üzerinden hayat tasavvurlarının sorunlarını da, acı örnekleriyle yaşayan bir tarihin üvey evlatlarıyız.
Böyle bir siyasi coğrafyada hayata, duygulara, insana doğrudan değinmeye, meseleyi öyle (de) anlamaya/anlatmaya çalışmak önemli.
Siyasetin -şayan-ı hayretle- unutturabildiği ya da kendi kınında paslandırabildiği vicdan, adalet, hakkaniyet, eşitlik, özgürlük gibi değerler, empati, hoşgörü, sevecenlik, diğerkâmlık, dostluk gibi duygular, böyle derinlemesine ve samimi, hakiki muhabbetlerde yeniden üretilebilir belki.
Belki böyle sohbetlerde, kahrolmakla kahretme arasında gidip-gelen söylemlerimizin tekdüze, çekiç ritminden biraz, bir an uzaklaşırız.
O mesafe, vereceğimiz siyasi kararlarda, tercihlerimizde de dikteye dayalı kalıplardan uzak, hayata, insana yakın bakış açıları yaratabilir.
Hayat gibi hayatın, insan gibi insanın “ne”liği, biraz da böyle sergüzeştleri, içe seyahatleri, sadece siyaseti düstur edinmeyen bir ciddiyeti gerektiriyor.
Zira hayat, siyasetten ibaret değil.
Hele “yapılan” şekliyle...
Paylaş