Paylaş
Kokusu, ritüeli, hatta ağız yakmasın diye içine soğuk su katılan, demi az “paşa çayı”yla beni çocukluğuma da taşıyan çaydan söz etmiştim önceki yazımda.
(Pikniklerde yemeğin ardından mangalda közün üzerinde demini ağır usul alan çayı, odun kömürlü semaverleri unutmuşum)
Çocukluktan gençliğe geçtiğimizde de çayı yanımızda götürdük.
Ötesi, tiryakilik bayrağını devraldık önceki kuşaktan...
* * *
Misâl...
King, briç oynadığımız kahvehaneyi (kıraathane) önce sahibine, hemen ardından çayına bakarak seçtik.
İlk gençliğimizde adı “İkimiz” olan cafeleri kahvesine, başbaşa pastaneleri pastasına göre değil, çayının demine, kalitesine göre tercih ettik.
Uzun sohbetlerin yakıtıydı çünkü. Dumanı da, ona mutlak eşlik eden sigarayla gelirdi... (Kamu spotu: Sigara sağlığa zararlıdır)
Çay ve sigara sabahları günün müjdecisi, öğlenleri yemek üstü muhabbeti, geceleri de sabaha eren sohbetlerin düetiydi.
Çaysız saadet olmazdı.
“Çaysız saadet neymiş, tatmadım bilemem ki”ydi...
Az-buz değil.
İnce iştir çay.
Rengini içine gizlice atılan karbonattan almayacaktı bir kere... Acı tadıyla, bulanıklığıyla, zaten hemen ele verirdi kendini bu pinti kurnazlığı.
Demlenme-servis sürecinden bir an önce kurtulmak için, harlı ateşte kaynatılıp, çiğ çiğ de gelmeyecekti masaya.
Süzgeci sağlam olacaktı ki, yudumu da, manzarası da bozulmasın. Dibinde bataklık yapmasın...
* * *
Bir de imamın abdest suyu gibi ılık değil, çok sıcak servis edilecekti. Öyle bir yudumda kafaya dikilmesin, tadına vararak yudum yudum içilsin.
Kışın kendini kahveye atan avucunla sarardı bardağı ki, önce teması, sonra içi ısınsın.
O yüzden tecrübeli ocakçılar çayı koyacağı bardağı, önce kaynar sudan geçirirdi. (Çıraklıkta yana yana, sonradan hiç yanmazdı acıya önce alışan, sonra acıyı unutan elleri)
* * *
Bitmedi...
Bardağı da kütük gibi camdan değil, inceciğinden seçilecekti. Kahveci sineye çekecekti, bulaşıkta kırılan bardakları.
Ha, simidinin yanında duble çay istersen, o zaman kalın mı kalın, kırılmazından Paşabahçe Palaks gelirdi.
Sıcak simidin “hemen ye beni”sine, anında çayınla eşlik edebilesin, dilin yanmasın...
Çayını o bardakta 6 şekerle içen, her seferinde onlarca espriye hedef olan bir arkadaşımızı hatırlıyorum da... Reçel sevmezdi!
* * *
Çoğumuz, böylesi bir çay kültürüyle, alışkanlıkla, alaylı çay gurmeliğiyle (çay degüstatörü denir herhal) geldik bugünlere...
Geldik de, Oktay Akbal’ın “Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey” sözünden mülhem, “Önce çay bozuldu” diyeceğim ben de.
Meğer iyi çay, bir çok şey gibi, yokluğuyla hissedilen/anlaşılan bir meretmiş.
Devam edeceğim.
Paylaş