Paylaş
Kuran kaynaklı düşüncenin modern dünyaya ve eşiğinde bulunduğumuz 21'inci Yüzyıl'a neler sunabileceği, dünya akademik çevrelerince çok değerli çalışmalarla tetkik edilmekte ve gündeme getirilmektedir. Bu konuda, Birleşik Devletler ve Kanada üniversiteleri başı çeken kuruluşlar durumundadır. Bu ülke üniversitelerinde Kuransal düşünceye, Kuran'ın verilerine, geleneksel-tutucu tavırları bir kenara iten ilginç yaklaşımlarla eğilen düşünürler, akademisyenler az değildir.
Bu tür çalışmalar arasında ekoloji (çevrebilim) konusuna Kuransal perspektiften bakan etüdleri de koymamız gerekiyor. Özellikle, William Chittick'in vahdet-i vücut düşüncesiyle modern ekoloji arasındaki münasebetlere eğilen yazıları, altı çizilerek anılmalıdır.
Doğa güzelliklerini koruma açısından baktığımızda, Kuran düşüncesinde nelerle karşılaşıyoruz?
Varlık ve oluş, o arada tabiat, Allah'ın isim-sıfatlarının, yani Esmâül Hüsna'nın bir belirişi, açılıp saçılmasıdır. Allah, Zâhir (beliren, kendini dışa vuran) ismiyle, varlıklar dünyasında, eşya ve olaylar halinde kendini bize göstermektedir. Esmâül Hüsna'da sıralanan 99 ismin üçte birine yakını güzellik, güzeli yaratma, güzelleştirme, güzeli sevme anlamlarını taşıyan sözcüklerden oluşmaktadır. Muhsin (güzel yaratan, güzelleştiren), Bedi-Mübdi (yarattığını kusursuz ve güzel kılan), Cemil (güzel olan ve güzeli seven)... bunlardan bazıları...
O halde, Kuran düşüncesine göre, varlık ve doğa, bir güzellikler resmi geçididir. Doğanın güzelliklerini korumaksa bir anlamda Esmâül Hüsna'yı saymak, sevmek, kutsamaktır.
Öte yandan evren, güzel ve şefkatli bir anne olarak görülmüştür. İnsanı, sonsuzluğu idrak edecek yeni bir doğuşa hazırlayan ana rahmi, yeryüzüdür. Tabiat anayla onun beslediği çocuklar arasında sevgi, saygı ve kucaklaşmaya dayalı bir diyalog esastır. Aksi halde, tabiat ana sütünü, sıcak kucağını, mutluluk veren öpüşlerini bizden esirger. Ona sevgi ve saygıyla yaklaştığımız oranda ondan okşayış ve sıcaklık gelecektir. Hz. Peygamber, bir gün, arkadaşlarına Uhud Dağı'nı göstererek, ‘‘Şu dağı görüyor musunuz? O bizi sever, biz de onu severiz'' demiş ve böylece doğa ile insan arasında sevgiye dayalı bir ilişkinin varlığını saptamış ve bu ilişkinin önemine dikkat çekmiştir.
Kuran'a göre, arz (yeryüzü) bizim mülkümüz değildir. Onun sahibi, Yaratıcı'dır. Arz üzerinde bizim sadece bir kullanım hakkımız vardır. O bize, bir emanettir. Bütün emanetler gibi ona da kötülük etmemeliyiz.
Arz emanetine hainlik etmek, denizde ve karada bozgun ve huzursuzluk çıkarır ve bunun sonucu ‘‘insanın eliyle yarattığı azapları tatması'' olur. (Rûm, 41) Emanete saygısızlık, tabiat nimetlerinden yoksunluk getirecektir. Tabiatın nimet ve imkânlarına mirasçı olmak için salih, yani barışçı olmak gerekmektedir. (Enbiya, 105) Tabiatla barışı bozmuş olanlar, onun nimetine değil, öfkesine maruz kalırlar.
Bütün varlık Allah'ı tespit etmektedir. (İsra, 44)
Doğayı tahrip, bu tespih faaliyetini azaltmak veya durdurmak olduğundan hem Yaratıcı'yı, hem tabiat anayı öfkelendirir. Yaratıcı'yı sevenler, O'nu tespih edenlerin sayısını artırmayı en büyük ibadet bilmelidirler. Yeryüzünü daha fazla bitkiye, daha fazla yeşilliğe, daha fazla canlıya kavuşturmak Yaratıcı'nın güzel isimlerinin daha fazla anılmasını sağlamak olacaktır. Hz. Peygamber, ‘‘Elinizde bir fidan olsa ve biraz sonra kıyametin kopacağını bilseniz, o fidanı yine bir yere dikin'' buyurarak, anlatmaya çalıştığımız gerçeği mucize bir ifadeye büründürmüştür. İslam bize gösteriyor ki, dikilen her fidanın, ondan yararlanan her hayvanın ve bunlardan yararlanan her insanın bütün tespih ve dua faaliyetleri, o fidanı diken kişinin amel defterine sürekli işlenecektir.
İslam Peygamberi, yeşilliğe ve denize bakmanın ibadet olduğunu da söylemiştir. Din dilinde ibadet, Yaratıcı ile kurulan ve insanı yeni mutluluk boyutlarına ulaştıran diyalog anlamını taşıdığına göre, yeşilliğe ve denize, yani tahrip edilmemiş ve kirletilmemiş bir tabiata bakmak, mutluluğun kaynaklarından biri olacaktır.
Paylaş