Paylaş
Başlıktaki soru, iki haftayı aşkın bir zamandır telefonlarla, faksla ve sözlü olarak yoğun bir biçimde soruluyor. Neden bu soru ve neden böylesine yoğun? Anlatayım:
Bir gazete, bundan bir buçuk ay kadar önce, ‘‘Yaşar Nuri, Diyanet İşleri Başkanı mı oluyor?'' yolunda bir soruya dayalı haber yaptı ve hemen arkasından, hızlı bir hurafe tüccarının bana akıl almaz iftira, hakaret ve saldırılarıyla dolu bir yazı dizisi yayınladı. Tam yirmi gün boyunca.
Yazılarının birinde, benim mezhepler hakkındaki düşüncelerimi, alışılmış hurafe düzenbazlığıyla çarpıtarak bana söven saldırgan, sözü Caferiler'e getirdi ve bir ‘‘ğulüv sadizmiyle'', Caferi toplumuna tarihte eşi az görülmüş hakaretlerde bulundu. Sadece İslam ölçü ve edebini değil, insanlık insaf ve onurunu da rencide eden bu hakaretlerin 20 Temmuz sayılı nüshada yer alan temel cümlesi aynen şöyle: ‘‘Caferi Sadık'ın yorumlarına uyanları, haklı olarak sapık ve mezhepsiz ilan ederiz.''
Evet, aynen böyle söylendi ve o gazetenin, iman ve insafında o güne değin kuşkuya düşmediğim yazarları bile kılını kıpırdatmadı. Hayret ki hayret!..
* * *
Bu saldırı ve hakarette felaket arz eden nokta şu ki, hurafe tüccarı iftiracı ‘‘yazar'', Caferi Sadık'ın yorumlarının yanlış anlaşıldığını veya saptırıldığını söylemiyor; büyük imamın yorumlarına uymanın bir sapıklık ve mezhepsizlik olduğunu iddia ederek, açık bir biçimde bizzat İmam Cafer'i de sapık olarak damgalama yoluna gidiyor. Bundan daha büyük felaket ise bunu yapmanın, saldırgan ve ekibinin bir hakkı olduğunun vurgulanmasıdır. Saltanat ve iftira hırsıyla gözü dönmüşlerin alameti farikası zaten budur. Kendileri gibi düşünmeyenleri ‘‘dinsiz-imansız-cehennemlik'' ilan etmeyi bir ‘‘kazanılmış hak'' sayarlar ve bu sanıyla önüne gelene çamur atar, saldırır, hakaret ederler. Hareket noktası ve felsefe bellidir: Onların düşünce, anlayış ve yorumlarına, hele hele politik çıkarlarına ters düşmek. Bu ‘‘ters düşme''nin varlığı halinde, karşılarındaki değil Hamidullah, Fazlurrahman veya Öztürk, Cenabı Peygamber'in seçkin torunu Caferi Sadık, hatta ve hatta o Peygamber'in ‘‘Cennet çiçeğim'' diye öpüp kokladığı Hz. Hüseyin dahi olsa gözünün yaşına bakılmaz. Saldırır ezerler, çiğner geçerler. Ölçü; iman ve insanlık ölçüsü değil, çıkar hırsı ve saltanat sadizmidir.
Din savunuculuğu ve dindarlık adı altında sergilenen bu ‘‘din dışı vahşet''in ülkemiz ve insanımızın yarınları açısından ifade ettiği tehlikeye, yıllardan beri dikkat çekmekteyim. Ve temel uyarımı burada bir kez daha yinelemek borcundayım:
Bu zihniyetin sinyallerini verdiği tehlike, bu ülke insanı için, işgal ordularının sergileyebilecekleri kötülüklerden daha ürkütücüdür. Çünkü bu tehlike, yaptığı kötülükleri din ve ibadet sanmaktadır. İşgal orduları ise yaptıkları kötülükleri, bir insanlık suçu işlediklerini bilerek yaparlar. Hem insanlık suçu işleyip, hem de bundan Allah rızası ve cennet beklemek, yalnız ve yalnız hurafe sömürücüsü zihniyetin cüret edebileceği bir namertliktir.
Ve işte bunun içindir ki, insanlığa yapılabilecek kötülüklerin en zehirlisini, saltanat dinciliğinin sergileyeceğini bilmek, mutlu bir dünya beklemenin ilk şartıdır.
* * *
Gelelim Caferi kardeşlerimin yakınmalarına: Benliklerinin en derinlerinde bir Yezit dikeninin acısını duyarak ve gözlerinden yaş yerine adeta kan akıtarak soruyorlar: ‘‘Bize bu hakareti yapmak reva mı? Sünni düşüncenin en muhafazakâr ekolü olan Nakşiliğin bile, ruhsal kişiler zincirine (tarikat silsilesi) başbuğ velilerden biri olarak koyduğu Caferi Sadık (ölm. 148/765) gibi bir iman ve irfan anıtını ve ona uyanları ‘‘sapık ve mezhepsiz'' ilan etmenin, değil İslam ahlak ve imanında, zulüm ve firavunluk lügatlarında bile yerini bulamıyoruz. Ne diyelim, ne yapalım?..''
Caferi canların bu sorularına benim cevabım, şunu söylemekten ibaret olacaktır: Ne deyip ne yapacağınızı doğrusu ben de merak ediyorum. Acaba, her şey, bazı geleneksel şekil beraberliklerine feda edilerek, ‘‘Olur böyle şeyler, önemli olan, siyasal entegrasyonlardır'' mı denecek, yoksa Ehlibeyt vicdan ve hassasiyetinin gerektirdiği vakar tavrıyla bir muhasebeye mi gidilecek?..
Merakla, titizlikle ve ibretle bekliyorum. Bekliyorum, çünkü Ehlibeyt sevgi ve saygısında beraber olduğum Caferi müminlere karşı tutumumu, sergileyecekleri tavra göre yeniden belirleyeceğim. Yani benim iman ve fikir hayatım bakımından çok önemli bir ‘‘yeni değerlendirme'' yapacağım.
Sevgili Caferi canlar! Soru sormak ve cevabını beklemek hakkı şu anda benimdir, sizin değil!
Paylaş