Kur’an’a göre, bu talan, “Sizi Allah’a götüreceğiz” vaadiyle kandırılarak yapılmaktadır.
Yine Kur’an’a göre, talan bittikten sonra halkın elinde kalan şudur:
Allah’ın yolundan daha da uzaklaşmış olmak.
Din sınıfı, işte böylesine vicdansız ve zalim bir sınıftır.
Burada ele alacağımız konu, Müminlerin Annesi Hz. Âişe’ye atılan ikinci iftira, yani onun yaşı ile ilgili iftira olacaktır.
Arap-Emevî dinciliğinin, İslam düşmanı oryantalistlerle işbirliği halinde iddia ettiğinin aksine, Hz. Âişe, Peygamberimizle evlendiği zaman, 9 yaşında değil, 18 veya 19 yaşındaydı.
Bu mesele, İslam araştırmalarının büyük ismi müfessir düşünür Ömer Rıza Doğrul (Mehmet Akif Ersoy’un damadıdır) tarafından yıllar önce gündem yapılmış ve Batılı oryantalistlerce ha bire öne sürülen ‘9 yaş’ iddiasının, geleneksel Emevî dinciliğinin asırlarca yaşatılan bir yalanı olduğu ispatlanmıştır.
Ne var ki, dinci taife, Hz. Peygamber’e iftira ve hakaret için kullanılan bu yalanları, hayret verici bir biçimde ve oryantalistlerin belirlediği şekilde yaşatmayı sürdürmüştür.
Değerli bir gazeteci ve saygın bir cumhuriyet aydını olan Ruhat Mengi Hanımefendi, Star TV’de Pazar günleri yaptığı ve bu Pazar bizim de katılacağımız programda bu konuyu masaya yatıracaktır.
Programda konuşulacakların ayrıntılarını elbette ki, Ruhat Hanım belirleyecektir. Ben burada konunun temel noktalarına değinmek istiyorum:
Baş hüneri ‘Allah ile aldatmak’ olan dincilik, özellikle ‘şehvet tutkusu’nu savunmak için ‘Peygamber’le aldatma’ taktiği de sahnelemektedir.
Biz bu yazıyı yazarken, şu veya bu kişiyi deşifre etmek, ezmek gibi bir niyet asla taşımıyoruz.
Kur’an, Allah’ın dinini hayata sokmanın tek yolunun dinciliği ve dincilik saltanatını yıkmak olduğunu bilmiş ve bunun gereğini yapmıştır.
Kur’an, dincilik saltanatını yıkmak için şu dört geleneği yerle bir etmiştir:
1. Din sınıfı-kutsal sınıf (ruhbaniyet),
2. Din kisvesi (kutsal kisve, Allah adamı kisvesi vs.),
3. Resmî mâbet.
4. İbadette liderlik veya bir lider öncülüğünde ibadet zorunluluğu.
Sebep, Büyük İmam’ın, akılcılığı ve eleştirel yaklaşımı öne çıkaran bir bilgin olmasıydı.
İşin bu yanını irdeleyen bazı satırları Kur’an’daki İslam adlı eserimizden nakledelim:
“İmam Âzam Ebu Hanife şu ölümsüz tespiti yapıyor:
“Kur’an’ın onaylamayacağı bir hadis rivayet eden kişiye yaptığım ret; Peygamberimize yapılmış bir ret ve O’nu tekzip değildir. O, ancak bâtıl bir haberi Peygamber’e isnat edene yapılmış bir reddir. İtham, Peygamberimize için değil, onun için söz konusudur. Hz. Peygamber’in söylediği her şeyin başımızın ve gözümüzün üstünde yeri vardır.”
Bu yazı o isteklere bir cevaptır.
Öncelikle şunu bilelim:
Günümüz dincileri, İmamı Âzam’a yapılan kötülükleri inkâr edemedikleri için onları, anlam kaydırmalarıyla saptırırlar. Şöyle derler: “Evet, İmamı Âzam’a çok çile çektirildi, ama bunu o günün yönetimi yaptı; din zümresinin, ulemanın bunda hiçbir günahı yoktur.”
Dini kullanarak insanları aldatan ‘dincilik yobazları’ndan söz ederken, “tek başıma kalsam yine de gider tepelerim” diyor.
Atatürk’ün kutsalı sömürenlere, özellikle İslam gibi akılcı bir dini karanlık emellerine âlet edenlere öfkesi kelimelerle tanımlanamayacak kadar derin ve büyüktür. Bu öfke, rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Büyük Atatürk’ün tüm hayatının her zaman motor gücü olmuştur.
Akılcı, ilimci, insancı, fenci, eylemci, bağımsızlık aşıkı, emperyalizm düşmanı olduğu için ‘son din’ olmuş İslam’ın, taşıdığı değerlerin tam aksi yönde kullanılması Mustafa Kemal’i öfkelendiren tezatların başında gelmektedir. Bütün faaliyetlerinde, inkılaplarında bu tezadı aşmak ve bu tezadın arkasındaki temiz, pürüzsüz, huzur kaynağı gerçeği milletinin ve insanlık camiasının önüne koymak onun temel ideali olmuştur.
Ben, bu satırları yazan adam, şunu rahatlıkla söyleme hak ve ödevini vicdanımda hissediyorum: