Paylaş
Theresa May'in geçtiğimiz hafta önce Vaşington'u ardından da Ankara'yı ziyaret etmesi bu iki önemli olayı, Türkiye'yi de denklemin içine sokmak suretiyle, çözümlemeye mi hazırlandığı sorusunu akla getiriyor.
Her iki olay da tüm dünya üzerinde yükselen popülizm ve himayecilik tartışmaları arasında birçok kurum ve kuruluşun geleceğinin sorgulanmasına yol açtı. Başta tabii ki Avrupa Birliği geliyor. Birleşik Krallık'ın ayrılması AB'nin içinde başka üye ülkelerin de benzeri bir yol izlemelerine yol açacak mı?
Bu yıl Fransa'da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ulusal Cephe'nin adayı olarak yarışacak Marine Le Pen'in seçim vaatlerine bakılırsa, o kazandığı takdirde Fransa bu olasılığı ciddi olarak düşünecek. Benzer eğilimler Hollanda'da da var. Hatta, bu yıl bir erken seçim yaşama olasılığı artan İtalya dahi, seçim sonuçlarına göre AB ile ilişkilerde bazı yeni düzenleme ve arayışlara gidebileceğinin işaretlerini veriyor.
Donald Trump ise, bir yandan küresel düzeyde serbest ekonomik ve ticari ilişkilerin geleceğini sorgulayarak daha korumacı bir ekonomi politikası izleyeceğinin işaretlerini verirken, bir yandan da güvenlik alanında NATO'nun geleceğini sorgulayan bir seçim kampanyası sürdürdü. Marine Le Pen ise, AB yetmiyormuş gibi, Fransa'nın NATO üyeliğini de tartışmak niyetinde.
Donald Trump'ın 20 Ocak'ta göreve başlamasıyla birlikte 2017'de küresel ilişkilerde hangi gelişmelerin yaşanacağı merak konusu oldu. İşte bu ortamda Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May'in erken, hızlı ve kararlı davranarak Beyaz Saray'ın yeni sahibinin ilk konuğu olması bize bu konuda bazı ipuçları veriyor.
Theresa May, Donald Trump ile buluşmadan önce ABD'de Cumhuriyetçi Parti'nin Kongre üyelerinin yaptıkları bir toplantıya katılarak bu yeni denkleme ilişkin önemli mesajlar verdi. En önemlisi Putin ve Rusya'ya uygulanmakta olan yaptırımlar bağlamındaydı. Mesajların tümünden ayrıntılı biçimde söz etmesek de, bunlardan birinin özellikle altının çizilmesinde yarar var.
May, öncelikle uluslararası kuruluşların reforma ihtiyaç duymadıklarının söylenemeyeceğini, ancak küresel ilişkilerde kaydedilen gelişmeler nedeniyle bazı örgütlerin ortadan kalkmalarının değil onların reformla kendilerini yeni ortama uydurmalarının daha doğru bir yaklaşım olacağını düşündüğünü belirtti. Kuşkusuz bu örgütlerin başında, yirminci yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı ve Soğuk Savaş ertesinde küresel barışın korunmasında önemli rol oynayan Birleşmiş Milletler, NATO ve AB geliyor.
Yeni ortamda küreselleşmenin duracağını düşünmek yerine bu kavramın bir dönüşüm geçirerek yeniden tanımlanacağını beklemek yerinde olur. Bu bağlamda, korumacı eğilimlerin tamamen kapalı ekonomiler yaratmayabileceğini, serbest ticaret ve küresel düzeydeki iş gücü ve sermaye dolaşımının daha adil, daha düzenli ve daha işlevsel şekilde yenilenebileceğini beklemek gerekiyor.
Böyle bir ortamda yeni ticari ve ekonomik anlaşmalar da yapılacak. Nitekim Birleşik Krallık'ın başta AB ile olmak üzere bir dizi Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalaması gerekiyor. AB ile imzalanacak olan dışında, AB'nin daha önce imzaladığı 61 adet STA'nın da üzerinden gidilecek. Bunlara ek olarak da tamamen yeni birkaç STA imzalanması için çaba gösterilecek. ABD, Türkiye, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkeler bu son grupta yer alıyorlar ve muhtemelen onlara sıra 2019'dan sonra gelecek.
Theresa May'in Vaşington'daki temaslarında ABD ile bir STA imzalanması için şimdiden hazırlıklara başlanmasına ilişkin bir anlayış birliği oluştu. Daha önemlisi ise, seçim kampanyasını NATO'nun geleceğini sorgulayan bir üslupla sürdüren Trump'ın, bu örgüte yüzde yüz destek verdiğini söylediğinin Theresa May tarafından ortak basın toplantısında ifşa edilmesiydi.
Birleşik Krallık ile ABD arasındaki "özel ilişkiler" gerek ekonomik ve ticari anlamda gerek güvenlik alanında yeni Trans Atlantik Ortaklığın iskeletini oluşturacağa benziyor. Böyle bir gelişme AB'nin küresel anlamda bu denklemin dışında kalmasıyla değil, küresel anlamda daha sorumlu ve daha katılımcı bir işlev üstlenmesiyle sonuçlanacaktır.
Theresa May'in Vaşington'un ardından Ankara'yı ziyaret etmesini de bu yeni denklemin diğer ayağını oluşturan bir adım olarak okumak yerinde olur. Birleşik Krallık, Brexit sonrası küresel ticaret, ekonomi, yatırım ve güvenlik ortaklıklarının altyapısını şimdiden hazırlamanın atılımı içinde. Bu altyapının bir ayağını batıda NATO üyesi ABD oluşturuyorsa, diğerini de doğuda NATO üyesi Türkiye'nin oluşturmasından daha doğal bir strateji olamazdı.
Ziyaret Türkiye ile Birleşik Krallık arasında savunma sanayii alanında önemli bir anlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlandı. Ancak geleceğe dönük olarak bakıldığında, Türkiye ile Birleşik Krallık arasında Kıbrıs'ta, Ortadoğu'da, Kafkasya'da, Doğu Akdeniz'deki enerji projelerinde olduğu gibi, körfez, Hint Okyanusu ve Doğu Afrika coğrafyalarında da ortak girişim ve yatırım olanakları bakımından daha birçok işbirliği dosyası üzerinde çalışılabilir.
Londra'nın Vaşington ile mevcut özel ilişkileri Trans Atlantik Ortaklık bakımından yeni bir sayfa açarken, May'in Türkiye ziyareti bu denklemin Avrupa Atlantik Ortaklığı ile bütünleşmesini de hedefliyor.
Türkiye mevcut anayasa doğrultusunda, demokratik çoğulculuğa saygı esası içinde ilerlediği ve Cumhuriyet'in doksanüç yıllık kazanımlarının kıymetini bildiği ölçüde bu yeni denklemde işlevsel bir rol üstlenebilecek ve katkı sağlayabilecek. Aksi takdirde, son yedi yıl boyunca olduğu gibi, önümüzdeki dönemde de bu denklemde bir yük olarak görülmekten kurtulamayacak.
Paylaş