Paylaş
Bu çerçevede, ABD'nin hala dünyanın en etkili ekonomik ve askeri güce sahip ülkesi olduğunu, Rusya'nın da Soğuk Savaş ertesi yitirdiği küresel süpergüç konumunu yeniden elde etmek için gayret gösterdiğini belirtmiştik.
Çok kutuplu sistemde "kutup" olarak adlandırılabilecek aktörlerin ya da ülkeler grubunun mutlaka birbirleriyle aynı kapasitelere sahip olmaları gerekmiyor. Örneğin, ABD ile Rusya arasında hala askeri ve ekonomik güç bakımından farklılıklar var. Ancak Rusya, bu alanlarda ABD kadar ileri düzeyde olmasa da, uluslararası sistemi etkileme olanağına sahip olmaya devam ediyor.
Çok kutuplu sistemin koşullarına kendini adapte etmekte güçlük çekmeyen bir aktör de Çin. Özellikle Xi Jinping liderliğinde kendini önemli bir küresel ekonomik güç olarak kabul ettiren Çin'in açılımı önce Afrika kıtasından başlamıştı. Kıtanın zengin kaynaklarından istifade etmeyi hedefleyen Çin'in Afrika'da altyapı projelerine finansman sağladığı, kazandığı ihalelerde de kendi işgücünü kullanarak düşük maliyetle yüksek kar payı elde ettiği biliniyor. Çin aynı zamanda kıtanın doğal zenginliklerinden de yararlanıyor.
Çin'in Afrika'dan sonraki yeni hedefi Avrupa. "Tek Kuşak Tek Yol" projesi ekonomik bakımdan Çin'in dünya ile tam entegrasyonunu sağlamak üzere geliştirilen, kara ve deniz ulaşım koridorları üzerinden Çin'in Batı'ya doğru açılımının altyapısını oluşturan stratejik bir hedefi hayata geçiriyor. Bu proje Çin'den başlayarak Batı Avrupa'da Baltık ülkelerine kadar uzanıyor ve sadece Doğu-Batı hattında değil aynı zamanda Güney-Kuzey hattında da ulaşım ve iletişim alanında Çin'i dünya ile bütünleştiriyor. Çin böylece Avrupa'ya köprü kurmuş oluyor. Bu proje Avrupa ile üniversiteler, düşünce kuruluşları, laboratuvarlar gibi alanlarda geniş bir şebeke oluşturulmasıyla daha da pekişiyor.
Çin'in son yıllarda Avrupa'ya yakınlaşma çabaları sadece bu proje ile sınırlı değil. Örneğin, Rusya ile beraber 2015 yılında Doğu Akdeniz'de, 2017 yılında da Baltık Denizi'nde gerçekleştirdiği tatbikatlar da Çin'in Avrupa kıtasının yakın coğrafyasında attığı adımlar olarak niteleniyor. Çin 2012 yılında da Orta ve Doğu Avrupa'daki onaltı ülke ile bir araya gelerek 16+1 düzeninde çoktaraflı işbirliği mekanizması oluşturdu. Öte yandan 2014 yılında Çin'in girişimleriyle kurulan Asya Yatırım ve Altyapı Bankası da birçok Avrupa ülkesinden destek gördü.
Her yıl dünya ekonomi zirvesinin yapıldığı Davos'ta 2017 yılının en önemli konuğu Çin Devlet Başkanı Xi Jinping idi. Xi'yi bu kadar popüler yapan da küresel serbest ticareti savunması ve himayecilik karşıtı bir söylem kullanmasıydı. ABD Devlet Başkanı Trump'ın Avrupa ile Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) projesini askıya aldığı bir dönemde Çin'in Avrupa ile ilişkilerini olabildiğince geliştirme ve genişletme çabaları ABD-Çin rekabetinin küresel düzeyde yaygınlaşmasına, bu yaygınlaşma esnasında Avrupa'ya doğru odaklanmasına işaret ediyor.
Avrupa yirminci yüzyılda uluslararası sistemin bir öznesi olarak öne çıkıyordu. Gerek iki büyük dünya savaşının merkezini oluşturması, gerekse İkinci Dünya Savaşı ertesinde çoktaraflı kurumsal yapılar kurarak kıtanın bir daha benzeri bir savaş felaketi yaşamasını önlemek için adımlar atması Avrupa'nın dikkatleri üzerine çekmesine yetiyordu.
Bugün Avrupa Birleşik Krallık'ın ayrılma kararı üzerine AB'nin sürdürülebilir bir barış projesi olarak kalması için geleceği hakkında çeşitli senaryoların tartışıldığı bir geçiş dönemi yaşıyor. İşte Avrupa'nın kırılganlaştığı ya da üzerinde nüfuz mücadelesi verildiği algısını güçlendiren nedenleri de bu gelişmeler oluşturuyor.
Geleceğe yönelik senaryolar içinde dile getirilen olasılıklar arasında ABD ile Avrupa arasındaki Trans-Atlantik bağların yeniden güçlenmesi kadar, Avrupa'nın kendi güvenliğini sağlayabilecek bir yenilenme ile mevcut yapıları kuvvetlendirmesi de sıralanıyor. İkinci alternatif Avrupa'nın ortada kalmasından ve öyle bir durumda Rusya'nın Avrupa üzerindeki nüfuzunun daha etkin hale gelebileceğinden endişe duyan çevrelerde (ki bunların başında Almanya geliyor) konuşuluyor.
Özetle, ABD, Avrupa, Rusya ve Çin merkezli güç odaklarının birbirleriyle etki ve nüfuz alanları mücadelesine doğru evrilen bir çok kutupluluğun oluşumundan geçiyoruz. Çok kutuplu sistemlerin özelliği, kaygan ittifaklara açık olmasıdır. Bu çok kutuplu sistemin, Avrupa'nın geleceği ile ilgili gelişmelere bağlı olarak, ABD-Avrupa karşısında Rusya-Çin yakınlaşmasından oluşan bir gevşek çift kutupluluğa doğru kayması mümkün olabileceği gibi, yine bu dört odak arasında farklı kamplaşmaların ortaya çıkması da olasılıklar arasında gösterilebiliyor.
Peki, bütün bu arka plan çerçevesinde Türkiye'nin dış politikasını nasıl yönlendirmesi uygun olabilir? Buna yönelik düşüncelerimi de gelecek yazıda paylaşacağım.
Paylaş