Paylaş
Bu örgütler arasında elbette NATO da var.
NATO 1990'lı yıllardan başlayarak değişen dünya koşullarına uyum sağlamak için kendini sürekli olarak yenilemeye, stratejik konseptini de bu değişimler çerçevesinde geliştirmeye çalışıyor. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından ve Varşova Paktı'nın ortadan kalkmasından sonra ilk sorulan soru NATO'ya artık ihtiyaç kalıp kalmadığı idi. NATO bu soruya kısa zamanda gereken yanıtı verdi. Çift kutuplu sistemin yıkılmasıyla birlikte beliren yeni tehditler karşısında bir ortak savunma örgütüne olan ihtiyaç bir ortak güvenlik örgütüne olan ihtiyaçtan daha da önemli bir hale gelmişti. Dolayısıyla, NATO hala güncelliğini koruyordu. Üstelik, uluslararası terörün yükselmeye başlaması, devlet-dışı yapılanmaların da istikrar ve güvenliğe yönelik tehditlerini artırması NATO'nun "alan dışı" ya da "beşinci madde ötesi" yükümlülükler üstlenmesini de zorunlu kılmaya başlamıştı.
Avrupa güvenliğinin dengelerini etkileyen en önemli gelişme NATO'nun hızlı genişlemesi olmuştur. Varşova Paktı'nın dağılmasının üzerinden on yıl geçtiğinde bu paktın tüm eski üyelerinin NATO'ya üye olmaları hem Avrupa'da Karşılıklı Kuvvet İndirimi Anlaşması (AKKA) ile sağlanmaya çalışılan askeri dengeleri bozmuş, hem Rusya'nın güvenlik endişelerini artırmıştır.
Bu hızlı büyümenin NATO'nun kendi içindeki dengeleri ve karar alma süreçlerini etkilemediğini savunmak güçtür. Üstelik, aynı hızlı büyüme Rusya'nın NATO karşıtı faaliyetlerini de hızlandırmış ve keskinleştirmiştir. NATO ile Avrupa Birliği'nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası arasında kurulmak istenen ortak mekanizmaların AB üyesi olmayan NATO üyelerini, bu çerçevede özellikle Türkiye'yi olumsuz etkilemesi, ister istemez NATO içinde de bir gevşemeye yol açmıştır.
Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinde makasın açılmakta olduğundan söz ediliyor ise, bunun bir yandan AB yolculuğunda Türkiye'nin karşılaştığı hayal kırıklıkları, bir yandan da NATO ile AB arasındaki işbirliği mekanizmalarının karar alma süreçlerinden Türkiye'nin dışlanması nedeniyle yaşandığını kabul etmek gerekir.
Türkiye'nin dış politikası hakkında uluslararası toplum gözünde oluşan en önemli algı ve bu algıya bağlı en önemli endişe müttefikleriyle olan ilişkilerindeki zayıflama eğilimidir. Bu algının ve endişenin son zamanlarda artan şekilde keskinleşmesi ise Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler üzerinden gerçekleşiyor.
Evet, iki ülke arasındaki ilişkiler eskisi gibi değil. Bunun birçok sebebi var ve bu sebeplerin hepsinde taraflardan sadece birinin kusurlu olduğunu ileri sürmek hem güç hem de haksızlık. Ancak NATO üyelerinin endişeleri özellikle Türkiye'nin son Afrin harekatıyla birlikte daha da arttı. Şimdi müttefikler, bu iki NATO üyesinin Suriye'nin kuzeyinde bir sıcak temasa doğru hızla ilerleyip ilerlemediklerini merak ediyorlar ve böyle bir olasılıktan ciddi endişe duyuyorlar.
Afrin'e yönelik askeri harekata başlama kararını almak Türkiye için kolay olmadı. Türkiye güvenlik endişelerini olabildiğince açık şekilde anlatmaya çalıştı, ancak uluslararası toplumun sağır kulaklarına söz dinletemedi. Afrin harekatı zor, uzun bir süreç olmaya namzet. El-Bab'a yönelik Fırat Kalkanı harekatı ile mukayese edilemeyecek kadar önemli güçlüklerle dolu. Hem karşı koyan gücün direnci, hem arazinin topoğrafyası, hem de Afrin'in El-Bab'tan daha fazla sayıda yerleşim bölgelerini ve köyleri içermesi bu güçlükleri katlanarak artırıyor.
ABD ile olan ilişkilerin etkilenmesine yol açma ihtimali ise Türkiye'nin Afrin'den sonra hedefinin Membiç olduğunu açıklamasından kaynaklanıyor. Afrin'de bulunan Rus askeri unsurları Tel-Rifat'a çekilerek Türkiye'ye, şimdilik ne zaman biteceği belli olmayan bir hareket serbestisi sağlamış görünüyorlar. Membiç'te ise ABD unsurlarının aynı kolaylığı sağlayıp sağlamayacağı henüz belli değil. Gerçi bu konuda bir mutabakatın geliştirilebilmesi için zaman var. Türkiye Afrin operasyonunu bitirmedikçe Membiç'e yönelmeyi askeri stratejik bakımdan pek tercih edilir görmüyor olmalı. Bu da oldukça uzun bir zaman gerektiriyor.
Türkiye'nin gerek El-Bab, gerek Afrin, gerekse ileride tasavvur edebileceği Membiç harekatlarının temel siyasi ve askeri hedefini şeffaf olarak her fırsatta tekrarlaması gerekiyor. Bu hedef, Fırat'ın batısında PYD unsurlarının bulunmasını engellemek olarak beliriyor. Afrin kuşatıldığında kitlesel bir katliamın düşünülmesi dahi korkunç. Dolayısıyla, Türkiye'nin muhtemelen bir insani koridor kolaylığı yaratması, "düşman" olarak tanımladığı unsurların da bu koridordan Afrin'i terk etmelerini hedeflemesi şu an içinde bulunduğumuz savaşın en akılcı stratejisini oluşturacak.
Türkiye ileride Membiç'e yönelmeyi düşünürse, benzer bir durum orası için de söz konusu olmalı. Türkiye'ye daha önce Fırat'ın batısında PYD unsurlarının kalmasına izin vermeyeceğini vaat eden ABD'nin de bu konuda Türkiye ile birlikte nasıl bir hareket tarzı izleneceğini şimdiden planlaması gerekiyor.
İki NATO müttefikinin böyle bir ortak planlama yapabilmelerinin mümkün olup olamayacağı Türkiye ile ABD'li yetkililerden çok NATO'nun diğer üyeleri tarafından merak ediliyor. Bu merakın sebebi de NATO'nun kendi içindeki bütünlük ve dayanışmasına zarar geleceği endişesinden kaynaklanıyor. NATO üyeleri böyle bir zararın en çok Rusya'yı sevindireceğini düşünüyorlar. Böyle düşününce endişeleri birkaç kat daha artıyor. Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan olumsuzluklar da sadece ikili bir mesele olmaktan çıkıyor ve tüm bir ittifakı etkileyebilecek bir potansiyele bürünüyor.
Paylaş