Paylaş
Malum, Eddie Redmayne ‘Zamanın hüzünlü tarihi’ olarak da tanımlanabilecek ‘Her Şeyin Teorisi’nde canlandırdığı astro-fizikçi Stephen Hawking rolüyle geçen yıl ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalında Oscar’a uzanmıştı. İngiliz aktör bu yıl da yeteneğini tekrar hatırlatan bir rolde huzurlarımızda. Performansını Akademi’nin de beğendiği ve ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalındaki beş adaydan biri arasına dahil ettiği Redmayne, ‘Danimarkalı Kız’da (‘The Danish Girl’) yine tarihsel bir karaktere hayat veriyor.
Yönetmenliğini Tom Hooper’ın üstlendiği yapım, ‘Dünyanın ilk transseksüellerinden biri’ olarak tanımlanan Einar Wegener’in (ya da ikinci kimliğinin ismiyle ‘Lili Elbe’nin) hayat hikâyesinden pasajlar sunuyor. Filmin konusu kısaca şöyle: Yıl 1926. Danimarka’nın tanınmış ressamlarından Einar Wegener, daha çok portrelere odaklanmış meslektaşı ve de eşi Gerda’yla mutlu mesut bir hayatın sahibidir. Karısının modelinin gelmediği bir gün, yardım amacıyla üzerine kadın aksesuvarları geçirir ve bu durum onun için çok önemli bir dönüşümün kapısını aralar. Einar, içinde bastırdığını düşündüğü kadın kimliğiyle buluşmuştur ve artık onunla, barışık bir şekilde yaşamaya kararlıdır. Gerda’nın sergisi dolayısıyla gittikleri Paris, bu farklı durumla baş etmeleri yolunda yeni gelişmelerin mekânı olacaktır...
Victor Hugo’nun ünlü eseri ‘Sefiller’in müzikal uyarlamasını saymazsak genellikle biyografik öykülere ilgi duyan bir yönetmen (‘The Damned United’ ve ‘The King’s Speech’ gibi) olarak bilinen Tom Hooper, ‘Danimarkalı Kız’da da gerçek bir hayatın izlerini sürmüş. David Obershoff’un 2001 tarihli romanından uyarlanan film, aslında François Ozon’un ‘Yeni Kız Arkadaşım’ını da hatırlatıyor. Öte yandan Einar’ın Lili’ye dönüşümü de Pedro Almodovar’ın ‘İçinde Yaşadığım Deri’sini çağrıştırıyor. Lakin bu hatırlatmalar ve çağrışımların dışında Einar/Lili’nin trajik öyküsü yeterince ilgi çekici ve kulak kabartmaya değer. Hele ki söz konusu karakterin tıbbın bilinmeze doğru yol aldığı ve nereye varacağı konusunda kafaların karıştığı bir dönemde bıçak altına yatması ve bir tür öncü olması, bu hikâyeyi daha da önemli ve ‘tarihi’ kılıyor.
Vikander de Oscar’a aday
Gerda cephesinden bakıldığında her şeyin bir oyun gibi başlaması ama sonradan kendisi adına bir trajediye dönüşmesi (bu durumu ‘kocasının kız arkadaşı olması’ şeklinde özetlemek de mümkün), Einar’ın adeta karısı tarafından kadınlaştırılması filmin gezindiği kimi ara duraklar...
Öte yandan Einar’ın, ilk kez kadın kıyafeti giyip katıldığı balo sekansı; aynaya bakıp içindeki kadınla yüzleştiği sahne ya da eşine, “Kimse benim dileğimi duymazken sen duydun Gerda” dediği bölüm ‘Danimarkalı Kız’ın öne çıkan yanlarındandı.
Oyunculuklara gelince... Kuşkusuz Redmayne yine zor bir rolün üstesinden başarıyla gelmeyi biliyor. Bir dehanın hayatın cilveleri karşısında düştüğü durumu, olağanüstü direnme ve tutunma çabasını aktardığı ‘Her Şeyin Teorisi’nden sonra bu kez de ruhu ve bedeni arasında bocalayan ve nihayetinde dönemine göre cesurca bir karar veren Einar/Lili’de, takdire şayan performanslarına bir yenisini ekliyor. Keza Gerda’da da Alicia Vikander gayet iyi (ki o da ‘En İyi Yardımcı Kadın’da Oscar’a aday). Ben Einer’in çocukluk arkadaşı Hans’ta izlediğimiz Matthias Schoenaerts’ı da beğendim. Çiftin en yakın dostları Ulla’da Amber Heard, Alman doktor Warnekros’ta Sebastian Koch, Lili’ye ilk kez ilgi gösteren kişi olan Heanrik’te Ben Whishaw, kadronun diğer öne çıkan isimleri.
‘Danimarkalı Kız’, güzel çekilmiş (kostümler ve mekânlar kusursuz), görüntü yönetmenliği enfes, oyunculuk performansları çizgi üstü lakin filmin bütünü için aynı türden övgülerde bulunmak zor. Evet, Hooper’ın yapıtı ilginç bir hikâyeye sahip ama bu ilginç hikâye sanki fazla durağan ve ‘TV filmi’ tadında anlatılmış. Ya da durumu şöyle özetleyelim: ‘Danimarkalı Kız’ın sinemasal anlatımı, konunun albenisine eşlik edemiyor.
Son olarak Einar/Lili ve Gerda’nın gerçek hikâyeleri, birçok ayrıntısı itibariyle filmde anlatılanlardan farklı, meraklısı için not düşeyim dedim...
DANİMARKALI KIZ
Yönetmen: Tom Hooper
Oyuncular: Eddie Redmayne, Alicia Vikander, Ben Whishaw, Sebastian Koch, Amber Heard, Matthias Schoenaerts
İngiltere, ABD, Belçika ortak yapımı
Çok bildik bir koku...
‘Dünyanın En Güzel Kokusu’, 70’lerin o ünlü klasiği ‘Love Story’nin defalarca kat edilmiş güzergâhı üzerinden ilerleyen, kimi detaylarda farklılık gösteren ‘şimdiki zaman’ melodramlarından. Konuya gelince: Hakan kısa ilişkilerle gününü gün eden bir erkek, en yakın arkadaşı Derya da kimseyle çıkmayan bir kızdır. Günün birinde Hakan, ‘kankası’na “Yalandan evlenip çocuk sahibi olalım, ondan sonra yolları ayırırız” teklifinde bulunur. Karşı taraf başta itiraz etse de sonrasında bu teklif yürürlüğe konulur. Ama ya sonrası?..
Uğur Yağcıoğlu’nun yönettiği filmin öyküsünün genel matematiği ‘Genel Direktör’ olarak jenerikte yer alan Ömer Faruk Sorak’ın ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ine selam yolluyor. İlk yarısında diyalogları ve olay örgüsü zayıf ilerleyen, ikinci yarı taşların nispeten yerine oturduğu, son derece klişe ve konu itibariyle çok tanıdık özellikler içeren ‘Dünyanın En Güzel Kokusu’, melodram sevenler için. Bence filmin en kayda değer yanı özellikle ikinci yarıda açılan Rıza Kocaoğlu’nun samimi ve kendince heyecan içeren performansı.
Bu ‘Süper kahraman’a can kurban
‘Süper kahramanlık’ sınıfın en çalışkanı olmak gibi bir şey... Öte yandan iş sadece derslerde bitmiyor; ahlak, vicdan, doğruluk, dürüstlük gibi konularda da ‘örnek öğrenci’ statüsünde olmak lazım... Amma velakin hem çizgi romanda hem de sinemada bu türün kontenjanı öylesine dolu ki, ‘Süper’ etiketli karakterinin de biraz kirlenmesi, ağzını bozması, sınır dışına çıkması, yani farklı özellikler göstermesi gerekiyor ki, genel toplamın içinde ‘çizgi dışı’ görünsün. Bu haftanın yenileri arasında yer alan
‘Deadpool’ işte böylesi bir karakterin hikâyesini bizle paylaşıyor. ‘Marvel evreni’ içinde genç kuşak karakterlerden biri olan ve ilk kez 1991’de ‘New Mutant’ dergisinin 98. sayısında görünen ‘Deadpool’, Tim Miller imzalı filmle birlikte de suretini beyazperdeye aksettiriyor. ‘Özel Kuvvetler’e bağlı eski bir asker olan Wade Wilson, yakalandığı amansız hastalıktan kurtulmak için özel bir tedavi yöntemiyle iyileştirilirken metabolizması bambaşka bir yapıya kavuşur. O artık ‘Süper kahraman’dır. Lakin espri anlayışı, ilişkileri, olaylara bakış tarzıyla ideallerden uzaktır...
‘Deadpool’, senaryoyu kaleme alan Rhett Reese ve Paul Wernick ikilisinin zekice yazdığı diyalogların yanı sıra hınzır esprileri ve ustaca göndermeleriyle film, kendi kulvarı içinde özgün bir yeri tarif ediyor. Geçmişin ünlü ZAZ grubunun (David Zucker, Jim Abrams, Jerry Zucker) üslubunu hatırlatan mizahtan (yakın dönem akrabalıkları arasında da ‘Kingsman: The Secret Service’ var) başta ‘X-Men’ ve ‘Taken’ serileri olmak üzere Sinead O’Connor, Rosie O’Donnell, High Jackman (maskesi dolayısıyla) gibi gerçek kişilikler, ‘Ajan Smith’ (o da ‘The Matrix’ serisinden) türü karakterler ve de ‘Careless Whisper’la birlikte ‘Wham!’ grubu payını alıyor! Öykü arka arkaya o kadar çok gönderme ve hınzırlıklarda bulunuyor ki, bazen filmin hızına yetişemiyorsunuz.
Öte yandan kimi zaman bu tür projelerde yeterli bütçe olmadığı için senaryoya ve diyaloglara ağırlık verilerek ağırlık merkezi öyküye kaydırılır; ‘Deadpool’ kulvarındaki bu tür yapımlardan farklı olarak aksiyon sahneleri açısından da zengin ve başarılı. Ara not: Onca hengâmenin içinde kimi yerlerde kare donuyor ve ana karakter bizi bilgi yağmuruna tutuyor...
‘Lütfen yeşil renk olmasın’
Ruh olarak ‘Watchmen’e yakın duran, içerik olarak da hafiften ‘Kick-Ass’ serisiyle ‘Ant Man’vari bir havaya sahip ‘Deadpool’da ana karakteri Ryan Reynolds canlandırıyor. Aslında Wade Wilson’ın ‘süper’ bir kahramana dönüştüğü bu tipleme Kanadalı oyuncunun geçmiş işlerinden ‘Green Lantern’ ve ‘Self/Less’te canlandırdığı karakterlerin bir karışımı adeta (Ki ‘Deadpool’da Wilson kendine ‘süper kahraman kostümü’ seçerken “Lütfen yeşil renk olmasın” diyerek adeta bu duruma vurgu yapıyor). Wilson’ın sevgilisi Vanessa’yı Morena Baccarin’in canlandırdığı filmde kötü adam ‘Ajax’ta da ‘Taşıyıcı: Son Hız’dan hatırladığımız İngiliz aktör Ed Skrein’i
izliyoruz.
Sonuç? ‘Deadpool’ keyifli ve yetişkinlere seslenen bir ‘Süper kahraman’ filmi, hınzır ve zekice yanlarıyla seriye dönüşmeyi hak ediyor, bekleyip görelim o halde...
DEADPOOL
Yönetmen: Tim Miller
Oyuncular: Ryan Reynolds, Morena Baccarin, Ed Skrein, Gina Carano, Karan Soni, Brianna Hildebrand ABD yapımı
DİĞER SEÇENEKLER
- Bir annenin ölümünün ardından geride kalan aile üyelerinin hesaplaşmasını anlatan ‘Sessiz Çığlık’ın yönetmeni Joachim Trier, oyuncular Isabelle Huppert, Gabriel Byrne,
Jesse Eisenberg.
- Gönenç Uyanık’ın yönettiği, Meriç Aral, Derya Şensoy ve Fırat Altunmeşe’nin başrollerini paylaştığı ‘Hes@pta Aşk’, günümüz gençliğinin sosyal medya yaşantısına göz atıyor.
- ‘Aşk romanlarının unutulmaz yazarı’ Nicolas Spark’ın son kitabından uyarlanan ‘Aşkın Seçimi’ni Ross Katz yönetmiş.
- Yerli gerilim ‘Mel-un’un başrollerinde Zehra Özarslan Çelen, Ayşen Kurç, Fevzi Altunbulak var.
Paylaş