Ülke futbolu zaten tanınmaz halde!..

HERHANGİ bir yazının ya da görüşün, fark etmez inandırıcı, doyurucu ve hakkaniyetli olabilmesi için övgüsünün de yergisinin de içini doldurması gerekir.

Haberin Devamı

Bizdeki spor yazını ve dahi yorumculuk geleneğinde klişe reflekler bellidir: Özellikle yenilgilerde teknik direktörleri yönelik kalıplarda “O niye oynamadı, bu niye oyuna geç alındı?” ifadeleri öne çıkar, futbolculara yönelik eleştirilerde ise “Taşıdığınız formanın hakkını verin”dir en belirgin cümle…

Son dönemde yabancı teknik direktörlere ilişkin yeni bir klişe üretildi: “Ülke futbolunu tanımıyor…”

Bu cümleye de daha çok Galatasaray üzerinden yapılan eleştirilerinde rastlıyoruz ve sanırım tarihsel gelişim açısından Michael Skibbe’yle başladı, Frank Rijkaard’la devam etti, Roberto Mancini ve de özellikle Cesare Prandelli dönemi zirveye çıktı. Arada Guus Hiddink’e de Mili Takım teknik direktörlüğü zamanı, “Süper Lig maçlarını izlemiyor” eleştirisi yapılırken aynı argüman üzerinden seslenildi: “Ligimizi tanımadığı için Milli Takım’a da doğru dürüst oyuncuları seçemiyor…”

Bu klişe de altı pek dolu olmayan, hakkaniyet ve objektiflik içermeyen, günü ve yazıyı (ya da yorumu) kurtarmaya yönelik yeni boş kalıplarımızdan. Mesele üzerinde zihin ve hatıra jimnastiğine soyunursak; mesela Jupp Derwall örneği. Dünya futbolunun bu unutulmaz siması Türkiye’ye geldiğinde oyundaki bilgi-görgü makası günümüzden çok daha fazla açıktı. Hele hele (Batı) Almanya’yla Türkiye arasındaki mesafe bilmem kaç ışık yılıydı. Bambaşka bir evrenden gelen Derwall, ağır ama emin adımlarla önce Galatasaray’a, sonra da futbolumuzun genel çehresine şekil verdi. Ve bir şansı vardı, dönem itibariyle kendisine zaman tanındı, sabredildi. İlk iki sezon Sarı-Kırmızılı takımda başarılı olamadı (‘Namağlup ikincilik’ ve ‘Türkiye Kupası şampiyonluğu’ sayılmazsa!).

Ama kimse bu aşamalarda kendisine yönelik “Futbolumuzu tanımıyor, Anadolu’yu bilmiyor” eleştirilerinde bulunmadı. Keza Gerets ilk sezonunda Galatasaray’ı şampiyon yaptı, ikinci sezonunda çok dahi iyi tanıdığı Süper Lig’de başarılı olamadı. Ya da Zico, ilk sezonunda Türkiye’yi hemen tanıdı, Sarı-Lacivertlileri şampiyonluğa taşıdı, ertesi sezon Avrupa’yı tanıdığını gösterdi ama iç sulardaki başarısızlık kapı önüne konulmasına neden oldu. Peki ya Lucescu örneğine ne demeli? Galatasaray’ı iki kez Şampiyorlar Ligi’nde ikinci tura çıkaran ve ikinci sezonunda şampiyonluğa ulaştıran Rumen teknik adam, ‘Rahmetli’ Özhan Canaydın yönetimi tarafından tarihi bir hatayla kulüpten yollandı, yerine bu toprakları en iyi tanıyan isim (!) olan Terim getirildi. Lakin Terim’le iki sezon boyunca Galatasaray’ın yüzü gülmedi.

Haberin Devamı

Geçelim ve asıl olarak özeleştiri mekanizmasını işletelim. Her yeni sezonda özellikle Anadolu takımları o kadar çok yeni oyuncuyu kadrolarına katıyor ki, İstanbul merkezli medya bu takımlardan hangisi hakkında gerçekten fikir sahibi oluyor? Bütün bu takımlara –bu toplama neredeyse Trabzonspor dahil- ilişkin bilgilere lig yarışının başlamasıyla birlikte İstanbul’un büyükleriyle oynadıkları mücadelelerde ulaşıyoruz. Hangi oyuncularla sahaya çıkıyorlar, nasıl bir oyun formatına sahipler, artıları eksileri ne; ilk haftadan itibaren yavaş yavaş öğreniyoruz. Ama kendi mesleğimizi icra ederken gösterdiğimiz tembellik, işe hâkim olamama eksikliğimiz önemli değil, çünkü bunu bize soran yok.

Üç büyükten birine sığınıp taraftar mantığıyla yazı kaleme alırsan ya da yorum yaparsan, günü kurtarıyorsun. Yani sen bu ülkenin spor yazarısın, üç-beş takımdan gayrısını tanımıyorsun ama iş lafa gelince elin yabancı teknik direktörünü aşağılamak için ‘Ligimizi tanımıyor’ klişesiyle meseleyi hallediyorsun.

Ama asıl bu sezon itibariyle öyle bir noktaya geldik ki ülke futbol zaten tanınmaz halde. Bu ortamı tanısan ne olur…


‘Darbeci’ Çarşı
16 Aralık Salı günü saat 09.30’da, Çağlayan Adliyesi’nde Beşiktaş’ın taraftar grubu Çarşı’ya yönelik ‘Darbe suçlaması’yla açılan davanın ilk duruşması var. İşin komikliği bir yana, dünya siyaset tarihinde sanırım ilk kez bir taraftar grubu ‘Darbeci’ şeklinde itham ediliyor. Hali hazırda 12 Eylül Darbe Anayasası’nın armağanı olan ‘Yüzde 10’luk seçim barajı’nın kaldırılması konusunda hiçbir adım atmayan ama kendisine karşı muhalif gördüğü neredeyse herkesi ‘Darbeci’ (bir de ‘Paralelci’) yaftasıyla buluşturan bir iktidar ikliminin, ‘Çarşı’ya uğramaması beklenmezdi. Neyse rengi ne olursa olsun vicdanı, gerçeklerden ve adaletten yana atan herkesi bu davanın takipçisi olmaya davet ediyorum. Başta Fikret Orman yönetimi olmak üzere…

Yazarın Tüm Yazıları