Paylaş
Fantastik öğeler, tuhaf karakterler ve de serüvenler... Aykırı dünyasını kısaca böyle özetleyebileceğimiz Tim Burton, Ransom Riggs’in aynı adlı gençlik serisinden uyarladığı son filmi ‘Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları’yla (‘Miss Peregrine’s Home for Peculiar Children’), halet-i ruhiyesine uygun bir evren yakalamışa benziyor.
Önce kısaca konu diyelim: Küçüklüğünden beri kendisine bambaşka dünyalara ait hikâyeler anlatan büyükbabasını örtbas edilen bir cinayetle kaybeden Florida’lı Jake, geride kalan ipuçlarını takip etmeye kalkınca kendisini Galler’de bir adada bulur. İzler onu Bayan Peregrine adlı bir kadının yönettiği bir yetimhaneye yöneltecektir. Tuhaf yeteneklere sahip miniklerin kaldığı bu mekân, bir zamanlar dedesinin de kaldığı bir yerdir ve daha da ötesi, evin sakinleri için takvimler 2. Dünya Savaşı dönemini göstermektedir...
HEP AYNI GÜNE UYANMAK…
‘Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları’ kimi filmleri çağrıştırıyor. Yetimhane, üyeleriyle birlikte Hogwarts’ı, ‘The Addams Family’yi ve de ‘X-Men’ serisini akla getiriyor. Zamanın döngüsü içindeki durumları ve hep aynı güne, 3 Eylül 1943’e yaptığı vurgu da ‘Bugün Aslında Dündü’yü (‘Groundhog Day’)... Lakin ben ‘Bayan Peregrine’in...’nı daha çok Burton’ın yapımcı olduğu, yönetmenliğini James Bobin’in üstlendiği ‘Alice Harikalar Diyarında: Aynanın İçinden’e benzettim; Jake, sanki Lewis Carroll’ın kahramanının yerini almış...
Ki bana kalırsa filmin en büyük handikapı da bu. Malum, Tim Burton geçmişte birçok iyi işe imza atmış bir yaratıcı. Ama sanatın da kendi özgü problemleri var, o da şu; çizginizi sürdürürken benzer dünyalarda gezinme çabanız, kariyeriniz uzadıkça handikapa dönüşebilir. Bu açıdan Burton’ın bir önceki adımı ‘Büyük Gözler’ (‘Big Eyes’), değişik bir limandı; ‘Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları’ ise, evet detaylarda kimi güzellikleri barındırıyor ama genel çerçevede yönetmeni adına kendini tekrar gibi duruyor.
DAHA KARANLIĞINI GÖRMÜŞTÜK…
Oyunculuklara gelince: Scorsese’nin ‘Hugo’suyla hatırladığımız Asa Butterfield’ın Jake rolünde dikkat çektiği yapımda Bayan Peregrine karakterinde de Eva Green’i izliyoruz. Fransız oyuncu, böylece ‘Karanlık Gölgeler’den sonra bir kez daha Burton’la çalışıyor. Terence Stamp, Judi Dench ve Rupert Everett’ın küçük rollerde karşımıza geldiği yapımda Samuel L. Jackson da öykünün ‘kötü adam’ı olarak boy gösteriyor.
Sonuç? ‘Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları’ yer yer karanlık bir film ama biz Burton’ın kariyerinde ‘Sleepy Hollow’ ya da ‘Sweeney Todd’ gibi daha karanlık filmler gördük. Keza daha klas çalışmalar da... Ama yine de kıssadan hissesi ‘Tuhaflığından utanma’ türünden bir mesajı olan film, sinemada fantastik yolculuklara ilgi duyanlara tavsiye edilir...
BAYAN PEREGRİNE’İN TUHAF ÇOCUKLARI
Yönetmen: Tim Burton
Oyuncular: Eva Green, Asa Butterfield, Ella Purnell, Allison Janney, Terence Stamp, Rupert Everett, Judi Dench, Samuel L. Jackson
İngiltere, Belçika, ABD ortak yapımı
OYUNU SANATA DÖNÜŞTÜRMÜŞTÜ...
O, futbolun popüler kültürdeki ilk büyük ikonuydu. Oyunun bütün dünya nezdinde sevilmesinde büyük katkısı olan öncelikli figürlerdendi. Döneminde ve daha sonrasında çocuklar sahaya, onun gibi olmak için çıkarlardı. Futbolun ‘Endüstriyel’ halinden önceki zamana aitti, bu yüzden bütün kariyerini ülkesi Brezilya’nın önde gelen takımlarından Santos’ta geçirdi, emekli olduktan sonra da ABD’nin Cosmos ekibinde forma giydi. Halihazırda üç Dünya Kupası kazanmış tek futbolcudur.
Haftanın mönüsünde yer alan ‘Pelé: Bir Efsanenin Doğuşu’, (‘Pelé: Birth of a Legend’ işte bu büyük yıldızın, tam adıyla Edson Arantes do Nascimento’nun ortaya çıkış öyküsüne odaklanıyor. Jeff ve Michael Zimbalist kardeşlerin yönettiği yapım, oyuna tutkulu ama sakatlığı dolayısıyla erken yaşta futboldan kopmuş bir babanın benzer şekilde tutkulu oğlunun basamakları hızla aşıp 17 yaşında İsveç’te Dünya Kupası’nı kaldırdığı döneme tanıklık etme çabasında. Film, bu hızlı yükselme hikâyesini anlatırken arka planda Pelé’nin stilindeki özelliğe de kulak kabartıyor.
‘GİNGA’ RUHU
1950’de, kendi evlerindeki organizasyonda şampiyonluğu Maracana’da, 200 bin kişi önünde Uruguay’a kaptıran bir ülkenin sönen umutları yeşerten ve mutluluğu sekiz yıl sonra yaşatan bu genç, aslında Brezilya futbolunun köklerinde olan ‘Ginga’ ruhunu da bir anlamda restore ediyor. Batılıların disiplinli ve akılcı oyunlarına karşın sanatı, estetiği ve beceriyi öne çıkaran bu ruh, 1950 Dünya Kupası hayal kırıklığıyla ülke futbolunun zihninden silinmeye çalışılıyor. Pelé ise oyuna tekrar sanatı getiriyor ve üstelik bu kez, sonuç alınmasını da sağlıyor.
‘İki Escobar’ adlı belgeselleriyle tanıdığımız Zimbalist kardeşler, ‘Pelé: Bir Efsanenin Doğuşu’nda klasik bir anlatımı yeğlemişler. Film, sinematografik açıdan albenili sayılmaz ama ‘Ginga’ ruhunu ve köklerini hatırlatmak açısından kültürel bir referansa sahip. Halen 76 yaşında olan Pelé’nin bir sahnede kendisini hatırlattığı yapım, öncelikle efsaneyi tanımayan futbolseverler için.
PELÉ: BİR EFSANENİN DOĞUŞU
Yönetmenler: Jeff Zimbalist, Michael Zimbalist
Oyuncular: Leonardo Lima Carvalho, Kevin de Paula, Seu Jorge, Vincent D’Onofrio, Rodrigo Santoro, Diego Boneta, Colm Meaney / ABD yapımı
SIR ÇOCUKLARI...
Haftanın distopik seçeneği ‘Tüm Sırların Sahibi Kız’ (‘The Girl with All the Gifts’), ait olduğu türe yeni bir hava katmaya çabalayan bir çalışma olmuş. Mike Carey’nin kendi romanından senaryolaştırdığı filmde insanlık bir virüsün tehdidi altındadır. Söz konusu salgında virüse bulaşanlar insan eti yiyen açlara dönüşür. Bir grup çocuk ise bu virüse karşı bağışıklık kazanmıştır ama her an onların da açların safına geçmesi ihtimal dahilindedir. Bu grubu deneylere tabi tutan Dr. Caroline Caldwell ise yöntemleriyle problem yaratmaktadır. Daha çok televizyona yaptığı işlerle tanınan Colm McCarthy imzalı yapım, ‘Zombi filmleri’ kategorisine tıpkı Danny Boyle’un ‘28 Gün Sonra’sı gibi yeni bir soluk getirme çabasında. Bunu da belli ölçülerde başardığını söylemek mümkün. Melanie rolünde 14 yaşındaki Sennia Nanua’nın parladığı ve ‘Beast of the Southern’deki Quvenzhané Wallis türü bir etki yarattığı filmde Glenn Close da dikkat çekici bir performans sergiliyor. Zombi filmlerine ve bu türün yenilenmesine açık olanlara diyelim…
TÜM SIRLARIN SAHİBİ KIZ
Yönetmen: Colm McCarthy
Oyuncular: Sennia Nanua, Gemma Arterton, Paddy Considine, Glenn Close, Lobna Futers, Fiyaso Akinade / İngiltere-ABD ortak yapımı
ÖNCE BİLETLERİ ALALIM…
İstanbul’un kültür coğrafyasındaki önemli etkinliklerden biri olan ‘Filmekimi’, haftaya başlıyor. 7-16 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek organizasyonda her biri ilgiye değer 51 film gösterilecek. Beyoğlu Atlas, Beyoğlu Beyoğlu, Nişantaşı City’s ve Kadıköy Rexx’te izleyicilerle buluşacak bu yapımlar için ilk hamle zamanı, çünkü biletler bugün satışa çıkarılıyor. Filmekimi boyunca seyirciyle buluşacak filmlerin tamamı sinema sanatının kayda değer çabalarından, her biri kendi içinde özel yapımlar. Ve fakat çoğumuz zaman ve bütçe açısından kısıtlı bireyleriz, dolayısıyla çağımızın o klasik formülüne başvuralım ve öne çıkan 10 filmlik bir liste yayımlayalım. Kuşkusuz ‘Filmekimi seyircisi’ konuya fazlasıyla vâkıftır ama yine de usullere uyalım!
KAÇIRILMAMASI GEREKEN 10 FİLM
Julieta / Yön: Pedro Almodovar
Satıcı / Yön: Asghar Farhadi
İki Eli Kanda / Yön: David Mackenzie
Ben, Daniel Black / Yön: Ken Loach
Frantz / Yön: François Ozon
Arrival / Yön: Denis Villeneuve
Zamanın Yolculuğu-Yaşamın Seyri / Yön: Terrence Malick
Wiener-Dog / Yön: Todd Solondz
Toni Erdmann / Yön: Maren Ade
Sieranevada / Yön: Cristi Puiu
YAZLARI SERİN VE MACERALI…
Büyümenin sancıları ve böylesi bir ortamda yaşanan ve izleri hayat boyu sürecek bir macera... Fatih Akın imzalı ‘Elveda Berlin’ (‘Tschick’) Wolfgang Herndorf’un çok satan romanından uyarlanmış. Film, 14 yaşlarındaki iki miniğin dostluğu üzerinden gelişiyor. Zengin bir ailenin çocuğu olmasına rağmen annesi ve babasının yaşadığı sorunlarla boğuşan, üstüne üstlük âşık olduğu Tatjana’dan da yüz bulamayan Maik’in yolu zoraki olarak sınıfın diğer ‘öteki’si Rus göçmeni Tschick’le kesişir. Okulun kapanmasıyla birlikte Tschick’in çaldığı arabayla çıktıkları yolculuk Maik için büyümenin ve ayaklarını yere basmanın ifadesine dönüşecektir.Bir önceki filmi ‘Kesik’te az biraz hız kesen Fatih Akın, ‘Elveda Berlin’de sanki tekrar gaza basmış gibi. Öykünün rotası itibariyle geçmiş işlerinden “Temmuz’da”yı andıran bu son adım, yönetmenin akıp giden ve ritmini her daim koruyan yapımlarından biri olmuş. Film belli bir noktaya kadar iki çocuğun taşrada yaşadıklarına odaklanırken sonradan aralarına katılan üçüncü bir karakter (Isa) hikâyeye belli ölçülerde hava aldırıyor, renk katıyor.
BİR TÜR ANTRENMAN
Tristan Göbel ve Anand Batbileg’in sempatik kompozisyonlarıyla sürükledikleri yapım kuşkusuz Fatih Akın filmografisi için önemli bir viraj değil ama keyifli bir antrenman olduğu muhakkak (En azından Diane Kruger’i başrolünde oynatacağı ‘Aus dem Nichts’ öncesi).
Sonuç itibariyle ‘Elveda Berlin’ iyi çekilmiş bir yeniyetme macerası; özellikle filmin ana karakterleriyle aynı yaş kuşağında bulunan sinemaseverler için diyelim...
DİĞER SEÇENEKLER
Haftanın diğer yapımları şöyle: Sermiyan Midyat’ın yönetip oynadığı ‘Bir Baba Hindu’da diğer rolleri Nicole Faria, Şafak Sezer ve Burak Satıbol paylaşıyor. ‘Lanet: Uyanış’ı ise Kemal Özdemir yönetmiş, oyuncular İnanç Akbulut, Tuğba Dikmen, Mervan Tuzcuoğlu ve Nurseda Ünalacak. ‘Deepwater Horizon: Büyük Felaket’i ise Peter Berg yönetmiş, kadrodaki isimler Mark Wahlberg, Kurt Russell, John Malkovich ve Kate Hudson.
Paylaş