Solmuş günlerin peşinde...

Eski şatafatlı hayatının ve sahne günlerinin özlemi içindeki bir divanın son zamanları... Pablo Larraín imzalı ‘Maria’ operanın eşsiz sesi Maria Callas’ın yaşamöyküsünde geziniyor. Filmde ‘Diva’yı Angelina Jolie, bir zamanlar hayatını paylaştığı İzmir doğumlu Yunan armatör Aristotle Onassis’i Haluk Bilginer canlandırıyor.

Haberin Devamı

Paris, 1977... Bir zamanların eşsiz sesi, operanın en büyük divası günlerini adeta kendi kabuğunda geçirmektedir. Yemekti, temizlikti, doktor randevusuydu vs. gibi işlerini halleden Bruna ve Ferruccio hayatının iki önemli mihenk taşıdır. Maria Callas bir yandan kaybolan sesinin peşindedir ve tekrar sahneye çıkma özlemi duymaktadır, öte yandan da sık sık geçmişine uzanarak kimi acı-tatlı hatıraları deşmek eğilimindedir.

Pablo Larraín ışıltılı ortamların kalabalıkları içinde yalnız ve sancılı süreçlerin ifadesine dönüşen kadın karakterleri anlatmayı sürdürüyor. Sürecin ilk adımında ‘First Lady Jackie Kennedy’ (Jackie/2016), ikincisinde de Lady Diana (Spencer/2021) vardı. Yukarıda konusunu özetlediğim son yapıtı ‘Maria’ da Maria Callas’ın hayatının son bölümüne odaklanıyor. Film, opera sanatı açısından gelmiş geçmiş en muhteşem sesin trajedisini hatırlatma gibi bir meseleyi üstlenirken bir büyük sanatçının ellerinden kayıp giden mutlu günlerini, zirvedeki konumunu ve nihayetinde finale doğru yaşadığı yalnızlığı ve bu durumla baş edememe halini anlatıyor.

Haberin Devamı

Evdeki ikiliden özellikle Bruna ona duymak istediklerini söylüyor, iltifatlarda bulunuyor, Ferruccio ise daha itidalli, daha mantıklı davranıyor (özellikle doktor randevuları konusunda ısrarlı) ama onun da hanımefendiye kabul ettirdiği şeyler sınırlı oluyor. Bütün bu aşamalarda Callas’ın sığındığı en büyük liman Mandrax adlı, sakinleştirici etkisi olan ama bağımlılık yapan bir ilaç (öyle ki kendi hayatı hakkında bir film çekmesini hayal ettiği yapımcıya da Mandrax ismini veriyor).

‘Maria’ ele aldığı karakterin hüznünü, açmazlarını, şimdiki zamanda tutunamayışını ve ölümüne doğru attığı kaçınılmaz adımları anlatma derdinde olan bir çalışma. Görüntü yönetmeni Edward Lachman’ın Paris’in kimi yörelerinden yakaladığı enfes kadrajlar öykünün melankoli katsayısının yükselmesine elbette yardımcı oluyor.

Maria Callas’ın, yönetmen Larraín’ın perdeye taşıdığı diğer iki önemli figürden, yani Jackie ve Diana’dan farklı şöyle bir yanı var: Onlar ışıltılar içinde kaybolan hayatlarının, sade ve sakin günlerinin özlemi içersindeydiler, Maria Callas ise elinden kayıp giden şatafatlı, görkemli zamanlarının peşinde ve sahnesini, alkışlarını, kitlesini, el üstünde tutulduğu zamanları ve günleri arıyor...

Haberin Devamı

Oyunculuklara gelince... Angelina Jolie, Callas’a hayat vermekte ve operaları seslendirmekte başarılı ama ben yine de hafızamdaki Maria Callas görüntüleri ve izleriyle kendisini eşleştirmekte biraz zorlandım. Divanın aşkı ama en güvendiği dönemde kendisini terk ederek dul Jackie Kennedy’yle evlenen ve bu durumu basın yoluyla öğrendiği Aristotle Onassis’teyse Haluk Bilginer kısa, öz ve etkileyici bir kompozisyon sunuyor. İzmir doğumlu armatörü 1978 yapımı kurgusal bir yapım olan ‘The Greek Tycoon’da Anthony Quinn, 1988 yapımı ‘The Richest Man in the World’ adlı TV filmindeyse Raul Julia canlandırmıştı, Bilginer de aynı karaktere kendi dokunuşunu katıyor. Bruna’da Alba Rohrwacher’i, Ferruccio’da usta İtalyan aktör Pierfrancesco Favino’yu, Mandrax’ta Kodi Smit-McPhee’yi izlediğimiz yapımda Valeria Golino da Maria’nın ablası Yakinthi’de karşımıza geliyor.

Haberin Devamı

Foto albüm havasında

‘Maria’, Pablo Larraín’ın yazı boyunca bahsettiğim daha önceki iki kadın portresi kadar doyurucu ve etkileyici gelmedi bana. Bunun nedeni sanırım ele aldığı karakterin sanatsal dünyasını yansıtmaya yönelik sinemasal dokunuşlara soyunması ama bu durumun duygusal açıdan üstesinden gelinememesi olmuş. Senaryosunu tıpkı ‘Spencer’da olduğu gibi Steven Knight’ın kaleme aldığı ‘Maria’ kimi etkileyici sahnelere ve güzel kadrajlara sahip, çok değerli bir şahsiyetin geride bıraktığı bir foto albüm havasında... Ama yine de böylesi bir abideyi tanımamış yeni nesil izleyici için görülmesi gereken bir yapım diye düşünüyorum...Solmuş günlerin peşinde...ACI GERÇEKLER

Haberin Devamı

◊ Yönetmen: Mike Leigh
◊ Oyuncular: Marianne Jean-Baptiste, Michele Austin, David Webber, Tuwaine Barrett, Ani Nelson, Sophia Brown, Jonathan Livingstone, Jo Martin
İngiltere-İspanya ortak yapımı

Herkes bana karşı!

Pansy, kendini çevresinden izole etmiş, herkesle kavga eden, anında sesini yükselten, son derece sinirli bir kadındır. İnşaat sektöründe çalışan kocası Curtley ve 22 yaşında kendileriyle yaşayan oğlu Moses onun öfkesini yansıttığı öncelikli iki adrestir. Kuaför işleten ve her müşteriyle özel olarak ilgileniyormuş izlenimi veren sıcakkanlı kız kardeşi Chantelle ise ablasına zıt bir profile sahiptir. Kız kardeşler Anneler Günü dolayısıyla bir araya gelip rahmetli validelerinin mezarını ziyarete gider ve akabinde büyük aile buluşmasında derin bir hesaplaşma yaşanır.

Haberin Devamı

Ken Loach’la birlikte Britanya sinemasının en duyarlı, en sosyal yanı yüksek yapımlarına imza atan emektarlarından Mike Leigh, 81 yaşında çektiği ‘Acı Gerçekler’de (Hard Truths) sevme ve sevilme konusunda zorluk yaşayan ve bu psikolojisini küçük bir kıvılcımla büyük bir ateş topuna dönüştüren bir karakter etrafında toplumsal hayatta geldiğimiz noktayı; hoşgörüsüzlük ve sabırsızlığı anlatmayı hedefliyor. İlmek ilmek örülen yapıyla ‘Acı Gerçekler’ öfke ve sürekli tepki halini çok iyi yansıtıyor. Mike Leigh, bu çalışmasıyla aynı zamanda filmografisindeki köşe taşlarından biri olan ‘Sırlar ve Yalanlar’daki (Secrets&Lies/1996) oyuncusu Marianne Jean-Baptiste’le yeniden buluşmuş (ki Jean-Baptiste, Pancy performansıyla bence En İyi Kadın Oyuncu’da Oscar’a aday gösterilmeliydi). Bu dokunaklı, çarpıcı, yüreklere seslenen dramı kaçırmayın derim.Solmuş günlerin peşinde...

Ve diğer seçenekler

◊ Lanetli bir oyuncak maymun ve onun peşlerini bırakmadığı ikiz kardeşler Hal ve Bill. Geçen yıl ‘Cambaz’ (Longlegs) adlı çalışmasını izlediğimiz Osgood Perkins, son yapıtı ‘Maymun’u (The Monkey) Stephen King’in 1980 tarihli bir kısa öyküsünden sinemaya uyarlamış, Filmde başrolleri Theo James, Tatiana Maslany, Elijah Wood, Christian Convery, Colin O’Brien, Rohan Campbell ve Sarah Levy paylaşıyor.Solmuş günlerin peşinde...Suç Takımı 2: Pantera

◊ Haftanın menüsündeki diğer yapımlar şöyle: ‘Suç Takımı 2: Pantera’ (Den of Thieves 2: Pantera/Yön: Christian Gudegast), ‘Son Bilet’ (Yön: Gökhan Arı), ‘Fahrinayt’ (Yön Bilal Çatalçekiç), ‘Kuzgun’ (Yön: Serkan Aygören), ‘Kara Neme 2’ (Yön: Kemal Danacı), ‘Gudubet: Ölmek İstemiyorum’ (Yön: Mehmet Tan), ‘Maskeli Kahramanlar’ (Heroes of the Golden Mask/Yön: Sean Patrick O’Reilly) ve ‘Red Velvet Happiness Diary: My Dear, ReVe1uv In Cinemas’ (Yön: Oh Yoon-Dong ve Sun-Hyung Kim).

Yazarın Tüm Yazıları