Hatıralarla oynamasak...

1979’da çekilen ‘Yaratık’, sinema tarihinin en muhteşem bilimkurgularından biriydi. Yönetmeni Ridley Scott kendi yarattığı efsaneye önce 2012’de ‘Prometheus’la döndü, şimdi sahne sırası ‘Yaratık: Covenant’ta. Ne yazık ki öyküyü ‘yaratılış’ meselesine kaydırmak bu kez de pek işe yaramamış ve film tekrardan öteye gidememiş.

Haberin Devamı

Naçizane, Ridley Scott’ın kendi yarattığı ‘Yaratık’ (‘Alien’) evrenine yıllar sonra dönüş niteliğindeki ‘Prometheus’a ilişkin eleştirimin başlığı ‘Bu gemi nereye, nereye gider?’di. Söz konusu yapımın devamı niteliğindeki ‘Yaratık: Covenant’ta (‘Alien: Covenant’) da aynı soru mevcudiyetini koruyor diyebiliriz.

Hatıralarla oynamasak...

YARATIK: COVENANT

Yönetmen: Ridley Scott

Oyuncular: Michael Fassbender, Katherine Waterston, Danny McBride, Billy Crudup, Carmen Ejogo, Demian Bichir, Callie
Hernandez / ABD-Avustralya-Yeni Zelanda-İngiltere ortak yapımı

1979 tarihli ilk adım hem bilimkurgu sinemasının en muhteşem yapıtlarından biriydi hem de genç bir yönetmenin, ikinci uzun metrajında ne kadar büyük bir yetenek olduğunun göstergesiydi.

Haberin Devamı

Zaman, İngiliz yönetmenden yana işledi; sinema tarihinde yer eden çok sayıda filme imza attı. Ama bence ‘Yaratık’ başyapıtı olarak hep o özel yerini korudu. Scott, 2012’de ilk göz ağrısına geri döndü ve ‘Prometheus’la ‘Alien’dan öncesine uzandı. Bu kez orijinal filmdeki gerilim ve ‘işçi sınıfı’ problemlerinden ziyade ‘Varoluşçuluk’, ‘Ölümlü dünya’ gibi felsefi meseleler ve ‘Nerden gelip nereye gidiyoruz?’ sorusu hâkimdi öyküye. Dertler daha sofistikeydi ama film, ‘Alien’ çapında değildi.

Son adım niteliğindeki ‘Yaratık: Covenant’ ise kronolojik olarak ‘Prometheus’ 10 yıl sonrasında geçiyor (tam tarih olarak 2104). Covenant adlı bir gemi, personeliyle birlikte uykudaki yaklaşık 2 bin yolcusuyla (burası Chris Pratt ve Jennifer Lawrence’lı ‘Passengers’ı akla getiriyor) ‘Origae-6’ adlı bir gezegende koloni kurmak üzere ilerlemektedir. Önce yaşanan çarpışma, ardından komuta kademesindeki değişiklik derken radyo dalgaları arasından süzülen John Denver’ın ‘Take Me Home, Country Roads’ şarkısı yakınlardaki uygun bir gezegenin varlığını işaret eder. Ekip, ikinci kaptan Daniels’ın muhalefetine rağmen ‘yeni’ kaptan Oram’ın kararıyla gezegene iner. Önce cennetten pasajlar sunan bir doğa karşılar onları; peşi sıra da sinemaseverler için tanıdık, ekip için muamma olan bir yaşam formu...

Haberin Devamı

Hatıralarla oynamasak...

BYRON’LAR, WAGNER’LER...

‘Yaratık: Covenant’, ‘Prometheus’tan hatırladığımız ‘Ölümsüzlük’ peşinde koşan şirket sahibi Peter Weyland’la üstün robot David arasındaki ‘entelektüel dozajı’ son derece yüksek diyaloglar eşliğinde açılıyor. Lord Byron’lar, Piero della Francesca’lar, Wagner’ler havada uçuyor. Ve nihayetinde David temel soruya geliyor: “Beni sen yarattıysan, seni kim yarattı?” Bu giriş sekansı filmi ‘Prometheus’un dertleriyle ortak noktaya taşısa da ‘Yaratık: Covenant’, ‘derinleşme’ konusunda pek de başarılı değil. Öte yandan Ridley Scott, 80 yaşında bile ne kadar dinamik bir anlatıma sahip olduğunu gösterircesine aksiyona yüklenmiş. Lakin kimi anlarında pırıltılar olsa da öykünün zayıflığı ve her bir şeyin fazla tanıdık gelmesi bu son adımı sıradanlaştırıyor, 1979 tarihli ‘Yaratık’ın da ne kadar muhteşem bir film olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

Haberin Devamı

‘Covenant’ın robotu Walter’la David arasındaki çekişme, kötülüğün uzaydaki insanoğlu eliyle yaratılmış uzantısı, kapalı alan yerine geniş topraklara yayılmış gerilim ve korku gibi duraklar çıtayı yükseltmeye yetmiyor.

Michael Fassbender, David / Walter’da filmin sürükleyici figürlerine hayat veriyor. Katherine Waterston, Daniels’da ‘Ripley’yi mumla aratıyor. Oram’da Billy Crudup gayet iyi. Tennessee’de de Danny McBride geminin en eğlenceli karakteri olarak dikkat çekiyor.

Sonuç? ‘Prometheus’ da ‘Covenant’ da gayet donanımlı gemiler ama ‘Nostromo’ ve personelinin yaşattıklarının yanından geçemiyorlar...    

Hatıralarla oynamasak...

KRAL ARTHUR: KILIÇ EFSANESİ

Yönetmen: Guy Ritchie

Haberin Devamı

Oyuncular: Charlie Hunnam, Jude Law, Astrid Bergès-Frisbey, Djimon Hounsou, Eric Bana, Tom Wu, Annabelle Wallis, Aidan Gillen / ABD yapımı

KILIÇ İKTİDARDAN KESKİNDİR

Sinemaya Luc Besson’vari etkili bir giriş yaptıktan sonra sıradan işlere yönelen, arada sırada da ilk dönem çizgisinde yapıtlar üreten Guy Ritchie, son çalışması ‘Kral Arthur: Kılıç Efsanesi’nde (‘King Arthur: Legend of the Sword’) ait olduğu toprakların ‘Robin Hood’la birlikte en bilinen figürüne el atıyor. Film, defalarca işlenmiş bir konuya farklı bir bakış getirmek adına amcası Vortigern’in ihanetine uğrayan Kral Uther Pendragon’ın oğlu Arthur’u genelevde büyüyen ve hayatın meşakkatli yollarında bir tür mafya şefine dönüşmüş bir karakter olarak tasvir ediyor. Lakin kehanet günün birinde gerçekleşiyor ve malum kılıç ‘Excalibur’u yerinden oynatarak isteksiz olduğu bir göreve (halkını kurtarmak ve tahta yeniden oturmak) soyunuyor.

Haberin Devamı

‘Kral Arthur: Kılıç Efsanesi’ni bol bilgisayar efektli, kurgusu hızlı (yer yer klip tadında) bir tarihsel aksiyon olarak tanımlamak mümkün. Öykü Shakespeare (özellikle ‘Macbeth’ ve ‘Hamlet’, ki bir İngiliz eleştirmen ‘Aslan Kral’dan da bahsetmiş), Arthur’un küçük bir çocukken saraydan kaçışı da Hz. Musa tadı taşıyor. Diyaloglar ve kimi sahneler ise Ritchie’nin ilk adımı ‘Lock, Stock and Two Smoking Barrels’ havasında (ve tabii Tarantino’vari bir esinti de var).

Bu Merlin’siz (yerine güzel kadın büyücü ‘The Mage’ kadroda!) Arthur hikâyesi, görselliğiyle idare eden, hoşça vakit geçirten türden bir aksiyon. Malum, bu yolu ‘Yüzüklerin Efendisi’ açtı, sonrasında ‘Game of Thrones’ meseleyi dizi dünyasına taşıdı, artık salonlar ve ekranlar türevlerden ve uzak akrabalardan geçilmiyor.

BECKHAM BEYLER DE BURADAYMIŞ!

Oyunculuklara gelince; en son ‘Kayıp Şehir Z’de izlediğimiz Charlie Hunnam, Arthur’da idare ediyor, filmin kötü adamı Vortigern’de Jude Law, Shakespeare karakteriyle Tarantino tiplemesi arası bir portre çiziyor. Eric Bana, ‘Kral Uther’de karşımıza gelirken David Beckham da ‘façalı yüzü’yle ‘maksat hoşluk olsun’ kabilinden şöyle bir gözüküyor.

Sinemasever olarak filmin gezindiği sulara daha önce Boorman klasiği ‘Excalibur’ ya da romantik esintili ‘First Knight’ gibi yapımlarla uğramış, en son 2004 tarihli Antoine Fuqua imzalı ‘King Arthur’u izlemiştik. Guy Ritchie’nin sarkastik gibi görünen öyküsünün asıl uçlara uzanan örneğini ise ‘Monty Python and the Holy Grail’, 42 yıl önce, 1975’te gerçekleştirmişti.

Sonuç? ‘Kral Arthur: Kılıç Efsanesi’, Ritchie’nin ‘Gladyatör’ü olmuş. Elbette bu haftanın bir diğer İngilizi, büyük usta Ridley Scott’ın yapıtının eline su dökemez, orası ayrı... 

Hatıralarla oynamasak...

KAYGI

Yönetmen: Ceylan Özgün Özçelik

Oyuncular: Algı Eke, Özgür Çevik, Saygın Soysal, Selen Uçer, Asiye Dinçsoy, Kadir Çermik, Nazan Kesal  / Türkiye yapımı

HAFIZA-İ TOPLUM...

Unutmak... Onca acıyı, onca yaşananı, onca kanayan yarayı... Ceylan Özgün Özçelik, ilk uzun metrajlı çalışması ‘Kaygı’da, bellek yoksunu bir toplumun panoramasını çiziyor. Öykünün ana karakteri Hasret, artık asıl işlevini kaybeden (ya da unutan) medya sektöründe çalışmaktadır. Bir TV kanalında istemediği bir bölümde istihdam edilen Hasret, son zamanlarda aynı kâbusu görmektedir. Bu kâbus onu anne ve babasının ölümüyle ilgili bilgileri yeniden gözden geçirmeye itecektir,

‘Kaygı’ öyküsü ve karakterleri itibariyle ‘distopya’ gibi görünse de içinden geçtiğimiz süreçler göz önüne alındığında bu kimlikten kopuyor. Çünkü geçmiş, yaşanılan zamanda sürekli tekrarlanıyor. Çünkü sistem aynı argümanları üretmekten vazgeçmiyor. Hasret, sadece kendi hafızasıyla değil, toplumsal belleğin zayıflığı ve umursamazlığıyla da hesaplaşıyor. Film, genel yapısıyla yakın bir zaman önce izlediğimiz Emin Alper’in ‘Abluka’sıyla akrabalıklar taşıyor.

Öte yandan ‘Kaygı’yı bence asıl önemli kılan, sinematografisinden ziyade yönetmeninin cesareti ve tavrı. İşin ucu ‘Madımak katliamı’na uzanıyor ve Özçelik, bu süreçte medyayı ve kentsel dönüşüm gibi ara durakları da sorguluyor, kahramanına sorgulatıyor...

Algı Eke’nin Hasret’i canlandırdığı filmin sinema yazıp çizen, çeşitli mecralarda programlar yapan biz basın emekçileri için de ayrı bir yeri var. Çünkü yönetmeni Ceylan Özgün Özçelik, içimizden biriydi. Tıpkı geçmişte aynı yoldan ilerleyen Durul Taylan, Talip Ertürk, Murat Emir Eren (hoş Ertürk ve Eren tekrar yazı-çizi işine döndüler!), Zeynep Dadak gibi... Kendisine, ‘Kaygı’yla adım attığı yeni yolculuğunda başarılar dileyelim.    

DİĞER SEÇENEKLER

Hatıralarla oynamasak...

‘Tuz ve Ateş’

Werner Herzog’un yönettiği ‘Tuz ve Ateş’te (‘Salt and Fire’) başrolleri Michael Shannon, Veronica Ferres ve Gael Garcia Bernal paylaşıyor. Erhan Tuncer imzalı ‘Ağustos Böcekleri ve Karıncalar’ın kadrosunda Gün Koper, Bennu Yıldırımlar ve Erdem Akakçe gibi isimler var. 4n1k’yı Deniz Coşkun yönetmiş, oyuncular Gözde Mutluer, Hasan Denizyaran ve Burak Yörük. Başrollerini Edip Tepeli ve Doğa Nalbantoğlu’nun paylaştığı ‘Yeni Başlayanlar İçin Hayatta Kalma Sanatı’, Burak Serbest’in imzasını taşıyor. ‘Nane ile Limon: Kayıp Zaman Yolcusu’ adlı animasyonu Günay Köker-Çağrı Cem Bayraklı ikilisi yönetmiş. ‘Geri Döndü’nün kadrosunda İbrahim Vurmaz, Çağrı Tokalı ve Selin Selvi gibi isimler var, yönetmen Kamil Burak.

Yazarın Tüm Yazıları