Paylaş
Alejandro G. Inárritu imzalı çalışma, ana karakteri Hugh Glass’ı canlandıran Leonardo DiCaprio’nun Oscar özlemini de bitirecek gibi. Film, 1823’te son derece zorlu kış şartlarında hayatta kalmaya çalışan bir adamın mücadelesini anlatıyor.
Karlı hava kısa aralıklarla Türkiye’yi esir almaya devam ededursun, ‘beyaz örtü’nün asıl hâkimiyeti salonlarda sürüyor. Hem de upuzun filmlerle... İki hafta önce Quentin Tarantino imzalı 168 dakikalık ‘The Hateful Eight’ vizyona girmişti, bu hafta da Alejandro G. Iñárritu’nun 156 dakikalık filmi ‘Diriliş’ (‘The Revenant’) seyirciyle buluşuyor. Her iki filmin öyküsü zorlu kış şartlarında, yoğun kar yağışı altında biçimleniyor, artı her iki film de 19. yüzyıl Amerika’sında geçiyor. ‘The Hateful Eight’e ilişkin yazınsal hesaplaşmamızı (!) gösterime girdiği dönem yapmıştık, şimdi sıra ‘Diriliş’te...
Michael Punke’nin 2002 tarihli ‘The Revenant: A Novel of Revenge’ adlı kitabının bir bölümünün uyarlaması niteliğindeki yapım, 1823’te Rocky Dağları’yla Missouri Irmağı arasındaki bir bölgede, çok zor doğa koşullarında hayata tutunmaya çalışan bir adamın, Hugh Glass’ın mücadelesine odaklanıyor. Bir grup avcıya eşlik eden ve yöreyi çok iyi bilen deneyimli rehber Glass, önce boz bir ayının saldırısına uğrar ve ağır şekilde yaralanır; sonrasında da ekip içindeki gözünü para bürümüş bir avcının ihanetine uğrar ve ölüme terk edilir. Fakat o, intikam alma ve hesabı kapama adına çok çok zorlu koşullarda hayata tutunmaya çalışır.
Ara not: Aslında bu öykü eski bir Amerikan mitine dayanmakta. Keza 1971’de Richard Sarafian, ‘Man in the Wilderness’ adlı filminde (ki başrollerinde Richard Harris ve ‘yönetmen’ John Huston vardı) bu miti sinemaya taşımıştı. Söz konusu yapımda Zachary Bass adlı kürk avcısı rehberinin bir ayı tarafından saldırıya uğramasıyla benzer şekilde hayatta kalma çabası anlatılıyordu. Yani ‘Diriliş’, aynı hikâyeye yazar Punke’nin yaptığı değişiklikler eşliğinde, yaklaşık 45 yıl sonra yeniden uğramış oluyor.
Iñárritu, geçen sezon Oscar’la taçlandırılan yapıtı ‘Birdman’de, seyircisini gösteri dünyasının koridorlarında ve kendine özgü histerilerinde dolaştırırken filmi neredeyse tek mekânda geçiyordu. Senaryosunu Mark L. Smith’le birlikte kaleme aldığı ‘Diriliş’te öyküsünü doğanın içinde uçsuz bucaksız açıklarda biçimlendiriyor. Dağlar, ovalar ve nehirler arasında geçen ‘Diriliş’, bu tercihle birlikte seyircisine muhteşem kadrajlar sunuyor. ‘Birdman’le ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’ dalında Ocar’a uzanan Emmanuel Lubezki’nin enfes kamera çalışması, film boyunca çoğu tablo tadındaki onca görüntüyü önümüze atıyor.
Iñárritu ise filminde zaman zaman adrenalin grafiği üst düzeyde seyreden ama bu tür aksiyonel bölümlerin sonrasında dinginlik içeren ve ana karakterin psikolojisiyle bizi buluşturan bir anlatıma soyunuyor. Örneğin girişteki, avcıların bulunduğu arazinin sahibi Arikara yerlilerinin gruba saldırma sahneleri hem görsel hem de heyecan açısından kalburüstü (bu noktada klişe bir cümleye sığınayım: “Dehşeti iliklerinize kadar hissediyorsunuz”). Keza ayıyla mücadele sahnesi de standartlar açısından çok başarılı. Ölmüş bir atın vücudu üzerinden kendine kurtuluş reçetesi bulduğu bölüm de görselliğin yanı sıra seyirci zihninde uyandırdığı merak açısından da takdire şayan.
‘Beşte bir’ mi olacak?
Lakin ‘Diriliş’in öykü boyutu bence problemli. Pawnee’lerin dostu Glass’ın, zamanında yerli bir eşe sahip olması (ki bu birliktelikten olan oğlu Hawk da yanında), ister istemez ‘Pocahontas’, ‘The New World’ ve de ‘Kurtlarla Dans’ çağrışımları yapıyor (ki Amerikalı eleştirmenler çağrışımdan ziyade ‘Diriliş’in Malick’in ‘The New World’üne saygı duruşunda bulunduğunu yazmışlar).
Kimi yanlarıyla da Werner Herzog klasiği ‘Aguirre, Tanrı’nın Gazabı’ da akla geliyor. Ayrıca Hugh Glass’ın her şeye rağmen hayatta kalma çabası ‘Cast Away’den ‘Pi’nin Yaşamı’na, ‘Gravity’den ‘Marslı’ya kadar onca yapımı da çağrıştırıyor.
Toparlarsak ‘Diriliş’, görselliği ve etkileyici sahnelerine rağmen öykü boyutunda hem tanıdık limanlara uğruyor hem de parça parça sağladığı heyecanı, genel resimde aynı etkide yaratamıyor. Ama Iñárritu, anlatımı ve kurduğu atmosferle övgüyü hak ediyor.
Performanslara gelince: Glass karakterindeki Leonardo DiCaprio için bu rolün anlamı farklı olacak sanırım. Kendisi için olmasa bile kamuoyu için bir takıntıya dönüşen Oscar alıp almama meselesi, galiba bu kez DiCaprio adına çözülecek gibi. Malum 41 yaşındaki aktör bugüne kadar ‘What’s Eating Gilbert Grape’, ‘The Aviator’, ‘Blood Diamond’ ve ‘The Wolf of Wall Street’le aday olmuş ama ‘Dörtte sıfır’ çekmişti. Akademi’nin ‘Diriliş’teki performansını heykelle taçlandırması muhtemel. Keza öykünün kötü adamı Fitzgerald’ı canlandıran Tom Hardy de çok iyi. İngiliz oyuncu da zaten Oscar’larda ‘En İyi Yardımcı Erkek’ dalının beş adayından biri. Ayrıca Yüzbaşı Henry’de izlediğimiz Domhnall Gleeson da gayet başarılı. Ünlü aktör Brendan Gleeson’ın oğlu son dönemin en verimli oyuncularından; ki kendisi ‘Diriliş’le birlikte ‘Unbroken’, ‘Ex-Machine’, ‘Brooklyn’ ve ‘Star Wars: Güç Uyanıyor’da seyirci karşısına çıktı. Filmde Glass’ın oğlu Hawk’u ilk kez uzun metrajda oyunculuk yapan Forest Goodluck canlandırmış. Kendisine bundan sonraki sanat yolculuğunda ‘İyi şanslar’ dilerim fakat filmin bence en zayıf halkası Glass’la oğlu arasındaki ilişki olmuş.
Sonuç? Çekimleri Kanada ve Arjantin’de gerçekleştirilen bu özel film, alt metninde ‘Sömürge ruhu’na da vurgu yapsa da asıl erdemi felsefesi ve derinliğinden çok görselliği ve etkileyici birkaç sahnesi olmuş. Oscar yarışında aday gösterildiği 12 daldan hangilerinde ipi göğüsleyecek, bu da ayrı bir merak konusu.
Diriliş
Yönetmen: Alejandro G. Iñárritu
Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Tom Hardy, Domhnall Gleeson, Will Poulter, Forest Goodluck, Duane Howard, Arthur Redcloud
ABD yapımı
‘Ben gamlı hazan..’
Paolo Sorrentino, şimdiki zamanda geçmişin ihtişamını arayan karakterlerini sahaya sürmeye devam ediyor. ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Oscar’a uzanan ‘Muhteşem Güzellik’ (‘La grande bellezza’) entelektüel çevrelerdeki çürüme ve yozlaşma üzerine bir başyapıttı, ardından gelen ‘Gençlik’ (‘Youth’) ise yaşlılığın kaçınılmaz yazgısı içinde yitip giden yıllara ve bir daha gelmeyecek günlere olan özlemin ifadesi...
Öykünün ana karakterleri besteci ve orkestra şefi Fred Ballinger ve yönetmen Mick Boyle, iki sıkı dosttur. İsviçre Alpleri’nin eteklerindeki Sağlık Merkezi’nde adeta gençlik aşısı peşindedirler. Fred’in karşısına Kraliçe Elizabeth’in temsilcisi çıkar ve Majeste’lerinin özel isteğini iletir: Prens Philip’in yaş gününde en ünlü bestesi ‘Simple Songs’un da çalınacağı konseri yönetmek... Mick ise genç senaristlerle ‘Vasiyet filmi’nin telaşı içindedir. İki yaşlı dost gündelik hayhuyun içinde boğuşurken uzun doğa yürüyüşlerinde eski günleri, eski ortak aşklarını anmaktan da geri durmaz.
Sorrentino, mekânın diğer konuklarını (Amerikalı ünlü aktör Jimmy Tree, eski bir futbol yıldızı (elbette Maradona), ‘Kâinat Güzeli’, Budist bir rahip vs.) da çeşitli ölçülerde öyküye karıştırırken ara koridorda yeni bir derdin kapısını da aralıyor: Fred’in kızı Lena’yla Mick’in oğlu Julian’ın sona eren ilişkisi...
‘Muhteşem Güzellik’, ‘La Dolce Vita’ya göndermelerle doluydu, ‘Gençlik’ ise Fellini’nin bir başka yapıtı ‘8.5’a saygı duruşu gibi (öte yandan otel ortamı ve absürdlükler dolayısıyla bende hafiften ‘The Lobster’ın ayakları daha bir yere basan hali türü bir çağrışım da uyardırdı). Sorrentino kimi anlarda gerçeküstücü takılsa da filmi temel olarak yaşlılığın vücuda, ruha ve zihne yüklediği başa çıkılmaz ağırlıklarla ilgili. Evet, karakterler belki ‘sanatçı’ ama yüzeyde görünenleri hafifçe deştiğinizde karşınıza insanoğlunun temel kaygıları çıkıyor: Her şeye rağmen hayata tutunma çabası, güzelliğe ve gençliğe olan özlem...
Oyunculuklara gelince: Fred Ballinger’de Michael Caine her zamanki gibi muhteşem. Keza Mick Boyle’da da Harvey Keitel gayet iyi. Lena’da Rachel Weisz yine güzel, ürkek ve kırılgan; Jimmy Tree’de Paul Dano kuşağının en iyi isimlerinden biri olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Brenda Morel’de de Jane Fonda kısa bir resital sunup gidiyor. Arjantinli oyuncu Roly Serrano ise Maradona’yı aratmayan bir performans sunuyor.
‘Muhteşem Güzellik’ sofistike bir çabaydı, ‘Gençlik’ hüznüne daha çok neşe katabilen ve daha sarih, daha kolay okunan bir film. Sözün özü konu, atmosfer, oyuncular; hepsi çizgi üstü. Kaçırmayın derim...
Gençlik
Yönetmen: Paolo Sorrentino
Oyuncular: Michael Caine, Harvey Keitel, Rachel Weisz, Paul Dano, Jane Fonda, Roly Serrano, Madalina Diana Ghenea
İtalya, Fransa, İsviçre, İngiltere ortak yapımı
Orta karar bir ‘Hangover’...
Robert De Niro, ‘Stajyer’ (‘Intern’) filminde canlandırdığı karakter gibi davranmayı sürdürüyor: Sanırım evde oturup “Şöyle sıkı bir proje gelsin de öyle oynayayım” yerine mümkün olduğunca fazla projede yer alıp hayatında ‘can sıkıntısı’na yer vermemek! Şaka bir yana, 2015’i üç uzun, bir de kısa metrajla kapatan ve en son iki hafta önce ‘Joy’da karşımıza gelen efsanevi aktör, bu hafta da ‘Çılgın İhtiyar’la (‘Dirty Grandpa’) huzurlarımızda.
‘Ali-G’ serisinin ve de Sacha Baron Cohen’in üç filminin yapımcılarından Dan Mazer’ın ikinci uzun metrajlı çalışması ‘Çılgın İhtiyar’, gençlik hayallerinden vazgeçip sistemin içinde sıradan bir avukat olmayı yeğleyen bir adamla, onu evliliğine bir hafta kala atacağı olası yanlış adımlardan kurtarmak için çabalayan delidolu dedesinin ilişkisini anlatıyor. Eski bir ‘Özel Kuvvetler’ mensubu olan dede, ‘steril’ torununu bir anlamda yoldan çıkarıyor. Ağırlıklı olarak ‘The Hangover’ı andıran, hafiften Bill Murray’li ‘Benim Komşum Bir Melek’ esintileri de sunan ‘Çılgın İhtiyar’, komedi anlayışı bakımından da az biraz ‘Borat’, az biraz da hafif ‘Farrelly Biraderler’ filmleri tadında. Lakin ne Borat ne de Farrelly Biraderler kadar uçlara savrulmuyor, savrulamıyor; bu haliyle de amorf bir çizgide duruyor. De Niro’nun böylesi bir karakterde karşımıza gelmesi ise takdire şayan mı, orası da tartışılır.
Sorrentino’nun filminin aksine yaşlılıkla hesaplaşmak ve hüznünü yaşamak yerine ait olduğu dönemi ‘Genç gibi yaşamak isteyenler’e seslenen “Orta karar bir komedi” diyerek noktayı koyalım...
Çılgın İhtiyar
Yönetmen: Dan Mazer
Oyuncular: Robert De Niro, Zac Efron, Zoey Deutch, Aubrey Plaza, Julianne Hough ABD yapımı
Diğer seçenekler
- Meltem Bozoflu’nun yönettiği ‘Dedemin Fişi’, yetenekli isimlerden oluşan kadrosuna rağmen vasat altı bir komedi.
- ‘Karlar Kralı Norm’, bir kutup ayısının maceralarını anlatan bir animasyon.
- Bülent İşbilen imzalı ‘Şevkat Yerimdar 2: Bizde Sakat Çok’, haftanın yerli komedilerinden.
- ‘Köstebekgiller 2’, gerçek ve animasyon karakterlerini bir arada karşımıza getiriyor.
- ‘Şafakta Dönenler’ seyyar satıcı bir baba oğulu anlatıyor.
Paylaş