Paylaş
AŞÇI, HIRSIZ, KARISI VE ÂŞIĞI / THE COOK, THE THIEF, HIS WIFE & HER LOVER
Ah şu doymak bilmeyenler…
Koca bir mutfağı ve salonu bulunan lüks bir Fransız lokantası, işinin ehli bir şef, mekânın sahibi bir kabadayı ve ona her gece eşlik eden karısı… Kadın, lokantanın bir köşesinde kitaplarını okuyan bir adama ilgi duyar ve onunla yasak ilişki yaşamaya başlar. Peter Greenaway’in en sarih filmlerinden biri. Birçok İngiliz eleştirmene göre öykü, çekildiği dönemin dinamiklerine göndermelerde bulunuyordu. Aşçı halkı; hırsız Thatcher politikalarını, arsızlığı ve küstahlığı, karısı İngiltere’yi, âşık da solcu entelektüelleri temsil ediyordu. Yemek kokuları arasında özellikle seksi ön plana çıkaran bu yapımda Michael Nyman’ın enfes müziği ve Jean Paul Gaultier’nin kostüm tasarımları da dikkat çekiciydi.
ŞEF / CHEF
En ‘baba’ şef
Kariyeri, bir yemek eleştirmeninin yazdığı yazıyla bitme noktasına gelen Carl Casper adlı şef, bir yandan oğluyla olan ilişkisinde güven tazelemeye, öte yandan da işinde yeni bir rotada ilerlemeye çabalayacaktır. Jon Favreau’nun yazıp yönettiği ve oynadığı filmde öykü, sıcak ve özellikle mutfak kanadında ilgi çekici yanlar içerse de baba-oğul meselesinde fazla didaktik kalıyor. Bu arada film Twitter’ın hayatlarımıza yeni girdiği dönemlerde geçiyor ve bu konuda yaşanan acemiliklere de vurgu yapıyor.
AŞK TARİFİ / THE HUNDRED-FOOT JOURNEY
Mutfaklar savaşı!
Yaşadıkları trajik bir olay nedeniyle ülkelerini terk etmek durumunda kalan Hint bir ailenin, yerleştiği Fransa’da açtığı mekân ve Michelin yıldızlı bir restoranın sahibesiyle yaşadığı çekişme… Rekabetten yola çıkarak uzlaşma, yeni bir geleceğe yol açma gibi limanlara uğrayan ve farklı mutfakların yerel lezzetlerinden evrensele uzanma sürecini anlatan filmin yönetmeni Lasse Hallström’dü.
AŞKA RUHUNU KAT / SOUL KITCHEN
Sofrasından neşe eksilmeyenler
Hamburg’un çokkültürlü ortamında Yunan Zinos’un işlettiği, kötü yemekleriyle ünlü lokantada, yeni gelen delidolu bir şefle birlikte önce müşteriye sunulanların lezzeti, sonra da mekânın ruhu değişir. Lakin bu güzellikler tehdit altındadır... Bir grup insanın öyküsünü bir lokanta ekseninde anlatan bu hafif, uçarı, yer yer hüzünlü, tatlı anarşistlikler içeren film, ‘Solino’da da az biraz benzer ortamlara dalan Fatih Akın’ın imzasını taşıyordu.
JULIE & JULIA
Bayrağı devralıyorum…
1950’lerde eşinin görevi dolayısıyla kaldığı Fransa’da öğrendiği yemekleri Amerikalılara aktaran, yazdığı kitaplar ve yaptığı TV programlarıyla öncü bir isim olan Julia Child’la, ondan ilham alarak yola çıkan ve blog’unda yazdıklarıyla 2000’lerde bir anlamda bayrağı devralan Julie Powell… Yönetmen Nora Ephron’ın yapıtı bu iki gerçek karakterin öykülerini paralel bir şekilde anlatıyordu. Filmde Julia’yı bol Oscar’lı Meryl Streep, Julie’yi de Amy Adams canlandırıyordu.
WHO IS KILLING THE GREAT CHEFS OF EUROPE?
Bazı yemekler öldürür!
Avrupa’nın dört yıldızlı ünlü şefleri, art arda öldürülmeye başlar. Hem de en iyi yaptıkları yemekleri yiyerek… Bu değişik konuya sahip 70’ler yapımı film, ‘Agatha Christie polisiyelerinin ruhunu mutfağa taşıyan bir komedi. Filmin yönetmeni, daha sonrasında Sylvester Stallone’li ‘İlk Kan’ (First Blood) filmini de çeken Kanadalı Ted Kotcheff’di.
MOSTLY MARTHA
Mutfakta yeni biri var!
Hamburg’da şık bir restoranın şefi konumundaki Martha’nın hayatında, işinden, dolayısıyla yemeklerden başka bir şey yoktur. Bu rutin denklem, kız kardeşinin bir kazada hayatını kaybetmesi ve yeğenine bakmak zorunda kalmasıyla bozulacaktır. Üstüne üstlük restorana alınan İtalyan şef de onu iyiden iyiye huzursuz edecektir. Sandra Nettelbeck’in yönettiği film, hayatına yeni tatlar, yeni lezzetler katılan bir şefin ayakta kalma mücadelesine odaklanıyor.
FRANKIE & JOHNNY
Aşkın menüsünü yazsam yeniden…
Hapisten yeni tahliye olmuş bir şefin, çalışmaya başladığı New York’taki küçük, sempatik kafenin garsonlarından Frankie’yle ilişkisi... Kariyerini ‘romantik filmler’ (en ünlüsü ‘Pretty Woman’dı) üzerine inşa eden Garry Marshall, bu kez bir aşkın filizlerini mutfakta yeşertiyordu. Bir tiyatro uyarlaması olan yapımın ana karakterlerine de Michelle Pfeiffer-Al Pacino ikilisi hayat veriyordu.
ÇOK PİŞMİŞ / BURNT
Yıldızların altında!
Paris’teki işini kaybeden ve Londra’da kendisine yeni bir gelecek arayan, öte yandan hem ‘dünyanın en iyi restoranı’nın şefi olmak hem de Michelin rehberindeki ‘iki yıldızlı’ statüsünü ‘üç yıldız’a çıkarmak için çabalayan Adam Jones adlı bir şefin öyküsü... John Wells’in yönettiği, sırtını daha çok klişelere dayayan bu yapımı Bradley Cooper sürüklüyordu. Filmde Uma Thurman da yemek eleştirmeni olarak küçük bir rolde karşımıza geliyordu.
AŞK TARİFİ / NO RESERVATIONS
Yalnızlık paylaşılır
Manhattan’da, yüksek sosyeteye seslenen, müşterileri arasında film yıldızları ve ünlü yazarlar olan 22 Bleecker Restaurant adlı mekân... Mükemmeliyetçi ama yalnız şef Kate’in hayatını önce yeğeni, sonra da mutfağına gelen yardımcı şef Nick değiştirir. Scott Hicks’in bizde ‘Aşk Tarifi’ adıyla vizyona giren filmi ‘No Reservations’, listemizin yedinci sırasındaki ‘Mostly Martha’nın Hollywood versiyonu. bu vasat yeniden çevrimde, ana karakteri Catherine Zeta-Jones canlandırıyordu.
BUNLAR DA VAR…
- Eat Drink Man Woman / Yön: Ang Lee
- Büyük Gece / Big Night / Yön: Campbell Scott-Stanley Tucci
- Vatel / Yön: Roland Joffe
- Dinner Rush / Yön: Bob Giraldi
- Bir Tutam Baharat / Politiki Kouzina Yön: Tassos Boulmetis
- Şeflerin Savaşı / Comme un Chef Yön: Daniel Cohen
- Untamed Heart / Yön: Tony Bill
- Les Saveurs du Palais / Yön: Christian Vincent
- Cooking with Stella / Yön: Dilip Mehta
- Love’s Kitchen / Yön: James Hacking
BİZDEKİ TEK ÖRNEK
Sinemamızın mutfakta derinlemesine gezinen tek bir filmi var; o da Başar Sabuncu’nun Vasıf Öngören’in oyunundan uyarladığı 1988 tarihli yapıtı ‘Zengin Mutfağı’. 70’li yılların siyasi ortamını, kutuplaşmayı ve sınıfsal meseleleri bir mutfağın sınırları dahilinde anlatıyor. Başrolünde Şener Şen’in olduğu bu yapıma ilham kaynağı olan oyun, pandemi öncesinde yine Şener Şen ile tiyatroseverlerle buluşuyordu.
Paylaş