Uğur Vardan

‘Cüceler benim canım ciğerim...’

13 Kasım 2015
Cem Yılmaz imzalı ‘Ali Baba ve 7 Cüceler’, küçük bir esnafın Bond’vari bir kahramana dönüşmesini anlatan ve beklentileri karşılayan bir komedi. Film, 1.100 salonda vizyona girdi.

Cem Yılmaz’ın daha önceki sinemasal hamleleri ‘GORA’ ve ‘AROG’ vasıtasıyla tanıdığımız Arif, hepimiz için bir ayna görevi üstleniyordu... ‘Bilgisi yok, fikri çok’ bu arkadaşımız, pragmatist, her konuya anında kendince bir çözüm getiren, cesur ve girişimci, her türlü zemin ve mekânda var olmanın üstesinden gelen, aslında her birimizde az ya da çok bulunan bütün bu özelliklerin ‘harika’ bir karışımına sahipti. Bu yüzden uzaya gittiğinde de, geçmiş zamana uzandığında da bir şekilde yolunu bulup ‘oraları’ da, kendi bilgi ve görgüsü ölçüsünde dizayn etmeyi, işleri yoluna koymayı başarıyordu. Yılmaz’ın bu hafta gösterime giren son filmi ‘Ali Baba ve 7 Cüceler’in ana karakteri Şenay da aslında Arif’in yeni bir versiyonu. Sanki uzay ve geçmiş zaman maceraları sonrası kendine farklı bir ufuk arıyor ve de buluyor: ‘Avrupa medeniyeti...’ Lakin onun için bu medeniyet hemen Edirne sonrasında başlıyor; soluğu Bulgaristan’da, Sofya’da alıyor ve bilmediği suları, bildiği yöntemlerle aşmaya çalışıyor.

‘Ali Baba ve 7 Cüceler’, bahçe aksesuvarı olarak bildiğimiz ‘cüce heykelleri’ satan bir karakterin yaşadığı serüvene odaklanıyor. Kartvizitinde ‘Şenay Cüccaciye! Bahçenizin Dostu, Evinizin Arkadaşı!’ ifadeleri yazan bu hayalleri büyük ‘küçük esnaf’ımız, kayınbiraderi İlber’le kimi yerel başarısızlıkların ardından şansını uluslararası sularda denemek üzere Sofya’daki bir fuara katılıyor. Lakin burada kimi tesadüfler sonucu kendisini kirli işlerin adamı Boris Mançov’un karşısında buluyor.

 


Sinemasal referanslar


Yazının Devamını Oku

Daha iyisini hak ediyorduk!

8 Kasım 2015
DÜNE ‘derbi’ler damgasını vurdu:

Arsenal-Tottenham, Dortmund-Schalke 04, Roma-Lazio, Feyenoord-Ajax derken bizim payımıza da ‘Karşıyaka-Göztepe’ düşmüştü.

 

Yaklaşık üç hafta önce ‘Çukurova derbisi’ dolayısıyla da altını çizmiştim; Adana ve İzmir’siz bir ‘Süper Lig’ futbolseverin gönül haritasında her daim eksiklik duygusu yaratıyor.

 

Dünkü randevu öncesi Kaf Kaf’ın derdi alt sıralardan uzaklaşmak, Göz Göz’ün hedefi de üst sıra yarışını sürdürmekti.

 

‘TECRÜBE GOLÜ’

 

Yazının Devamını Oku

Bond da ‘Büyük Birader’e karşı…

7 Kasım 2015
James Bond serisinin 24. filmi ‘Spectre’da ‘Majestelerin ajanı’ hepimizi gözetlemeye kararlı ‘Büyük Birader’lere karşı mücadele veriyor. Filmin görselliği gayet iyi, içerik ise tartışılır

‘Bond serisi’nin her yeni filmi vizyona girdiğinde naçizane bendeniz de karakterin kendimce sosyolojik tanımlamalarını yazımın bir tarafına iliştiririm. Dolayısıyla tekrar aynı sulara dönelim: Ian Fleming’in onu yaratıp edebiyat üzerinden sahaya sürdüğünde de politik dengeler eni konu şimdiki dünyanın benzeri bir görünümdeydi.


İngilizlere malum, tarihsel akış gereği kolonyalist bir geleneğin uzantısıdır ve kuşkusuz bazı romanlarında, filmlerinde bu türden bir bilinçaltı sürekli kendisini hissettirebilir. Yani bu romanların ya da filmlerin kahramanları, yaşadığımız dünyanın sahibi ‘Britanya İmparatorluğu’ymuş gibi davranabilir. Nitekim Gizli Servis’in (yani MI6) yakışıklı bir playboy görünümlü zeki, gözü pek ve de aksiyonel ajanı James Bond da, değişen dünya konjonktürüne aldırmaz, geçmişteki rollerin uzantısı olarak sahadaki yerini alır.

 

Ülkesi emperyalist yarışta eski konumundan uzakta, daha ziyade ABD’nin sağ kolu gibi davransa, dengeler Beyaz Saray’la Kremlin arasında gidip gelse de ‘007’, her daim ‘Esas oğlan’ olarak bazen takımla, bazen de takımdan ayrı bir şekilde düz koşusuna devam eder.


Yazının Devamını Oku

Soru sormaktan asla vazgeçme…

7 Kasım 2015
Medyanın sorumlulukları ve gerçek gazetecilik üzerine evrensel mesajlar veriyor

İkisinin de gazetecilik geçmişi (!) gurur sayfalarıyla dolu. Biri vakti zamanında, Amerikan siyasal tarihinin en sarsıcı olaylarından ‘Watergate skandalı’nda boy göstermiş, diğeri ise İrlandalı uyuşturucu çetelerine karşı hayatı pahasına mücadele etmişti!


Bu iki ‘meslektaş’, yani ‘Başkanın Bütün Adamları’ndan Robert Redford’la ‘Veronica Guerin’den Cate Blanchett bu kez birlikte yeni bir ‘gerçek gazetecilik’ vakasıyla huzurlarımızdalar.


Senarist olarak (‘Zodiac’, ‘İnanılmaz Örümcek Adam’, ‘Beyaz Saray Düştü’) tanıdığımız James Vanderbilt’in ilk yönetmenlik çabası ‘Gizli Dosya’ (‘The Truth’), 2004’teki ABD seçimleri öncesi CBS Televizyonu’ndaki ’60 Minutes II’ programında yayımlanmış gerçek bir habere ve bu haberin mesleki yankılarına odaklanıyor.


Söz konusu haber, George W. Bush’un, 70’lerde Teksas Ulusal Hava Muhafızı olarak görev yaparken Vietnam’a gitmemek için kimi ilişkilerini kullandığına dair iddialar üzerine gitmektir.


Yazının Devamını Oku

İçerde dışarda ‘Abluka’

7 Kasım 2015
Genç yönetmeninin ikinci filmi, yaratılan kaotik atmosfer ve toplumsal vurgularla dikkat çekiyor

Emin Alper’in ilk filmi ‘Tepenin Ardı’, metaforlarla yüklü bir anlatım eşliğinde karşımıza gelirken öykü, kendi varlığını ve iktidarını sürdürme adına ‘Dış güçler’ ve ‘Düşman’ motiflerine başvurma meselesine güçlü bir vurguyla değiniyordu.


Genç yönetmenin ikinci uzun metrajlı çalışması ‘Abluka’da ise bence şöyle ilginç bir durum var: Film yer yer metaforlarla flört etse de öyküsünün hayattaki karşılığını, adeta gündelik gerçeklerimizde ve 90’lardan şimdiki zamana uzanan bir siyasal arka planda bulmuş.

‘Abluka’nın öyküsü kısaca şöyle: Kadir, 20 yıllık bir hapis süresinin ardından polis adına ‘muhbir’lik yapma şartıyla tahliye edilir. ‘Çöp toplama’ görevi altında sokaklarda asıl amacı istihbarat toplamaktır.


Öte yandan köpek itlaf ekibi içinde olan kardeşi Ahmet, karısının iki çocuğunu da yanına alarak kendisini terk etmesiyle zor günler geçirmektedir. Kadir, kardeşine kol kanat germek istese de Ahmet ağabeyinin uzattığı eli her seferinde adeta geri çevirmektedir.


Yazının Devamını Oku

Abilerle ‘ufaklıklar’ın maçıydı

6 Kasım 2015
BİR zamanlar bu güzel oyunun hafızasına, bir daha hiç çıkmamacasına ‘Total futbol’ kavramını yerleştiren Portakallar için artık “O eski halinden eser yok şimdi” demenin tam vakti sanırım.

Milli takımları 2014 Dünya Kupası’ndan ‘Üçüncülük’ unvanıyla dönse de, bizle aynı grupta olmaları sebebiyle yakından tanık olduğumuz üzere bir sonraki büyük turnuvanın, yani ‘Euro 2016’ biletini alamadılar. Grup serüveninde deplasmandaki maç neyse de, Konya’da oynanan ve Türkiye’nin 3-0 galip bitirdiği mücadele, naçizane onları Dünya Kupası 74’den beri takip eden beni şu yargıya götürmüştü: “İzlediğim en kötü Hollanda...”

Benzer bir ruh durumu Fenerbahçe’nin Avrupa Ligi A Grubu macerası itibariyle de izliyoruz; ülke futbolunun temel direği konumundaki, bir zamanlar o çok sevdiğimiz tanımlamayla ‘Ajax modeli’ de bir hayli sallantıda görünüyor. Kırmızı beyazlılar, İstanbul’da Fenerbahçe’nin 1-0 kazandığı mücadelede mahkûm oynamışlardı, dün ise belki oyun alanında roller değişmişti ama Ajax’ın maçtan galip ayrılması mucize gibi görünüyordu.


DiNAMiZM YOKTU


AMSTERDAM ekibine bakıp “Fena halde çökmüşler” demek zor ama bir kabuk değiştirmeden geçtikleri de gerçek. Geleceklerini teslim edecekleri gençleri bulmuşlar, pişmelerini bekliyorlar sanırım. Birkaç sezon sonra nasıl bir noktaya gelirler bilinmez ama dünkü maçtaki genel görünüm son derece tecrübeli abilerle gencecik çocukların (ya da ufaklıkların) maçı gibiydi. F.Bahçe oturmuş, ne yaptığını bilen, aklıyla oynayan ama az biraz dinamizmden yoksun, ev sahibi de delişmen ama tecrübesi ve yetenekleri kısıtlı bir takım hüviyetindeydi. Kuşkusuz ideali iki ayrı takımdaki özelliklerin tek bir ekipte buluşmasıdır ama genel resme bakan biri, maça şöyle birkaç dakika göz atsa, F.Bahçe’nin kazanacağına hükmederdi.


Yazının Devamını Oku

En uzun süre gol yemeyen kalecinin takımı!

1 Kasım 2015
GEÇEN sezonki Bursaspor performansı, oynattığı göze hoş gelen futbol ve golcü takım kimliğiyle birlikte büyük takdir toplayan Şenol Güneş, yeşil beyazlı ekipte ne yazık ki defans problemlerine çare bulamamıştı.

Sezonu altıncı sırada kapatan ‘Timsah’, 34 maçlık maratonun ardından ligin en çok gol atan (69) takımı olmasına karşın kalesinde de 48 gol görüyordu.

 

Malum Güneş artık Beşiktaş’ta...

 

Deneyimli hocanın biçimlendirdiği siyah beyazlılar, geride kalan 10 hafta itibariyle tartışmasız ligin en güzel futbol oynayan ekibi.

 

Kartal, şimdiden ligin en çok gol atan ekibi (27).

 

Yazının Devamını Oku

Çıkış yok...

30 Ekim 2015
Yurtta yetişen, yanlarında kaldığı ablasıyla eniştesinin baskısına muhatap olan, zamanında hapishaneye girip çıkmış babasıyla kuracağı geleceğin hayallerini, çalıştığı tekstil atölyesinden aldığı yevmiyeyle kurarak hayata tutunmaya çabalayan bir genç kız...

‘Nefesim Kesilene Kadar’, bir çıkışsızlık hikâyesi anlatıyor: Sade, etkileyici ve takdir edilesi... Genç yönetmen Emine Emel Balcı, kamerasını gezindirdiği dünyayı, tüm detayları ve çıplaklığıyla perdeye yansıtırken ana karakteri üzerinden masumiyetin yitirilişi ve ‘içimizdeki kötülük’ meselelerine de uğruyor.

‘Nefesim Kesilene Kadar’, atmosfer bakımından Tayfun Pirselimoğlu sinemasını (özellikle de ‘Rıza’ filmini) ve Erdem Tepegöz imzalı ‘Zerre’yi, karakteri üzerinden de Dardenne Kardeşler’in ‘Rosetta’sını hatırlatıyor. Ama bütün bu çağrışımlar arasında kendince özgün yolunu buluyor. Her hafta salonlarımıza uğrayan ve insanın film demeye utandığı onca örneğin arasında Balcı’nın yapıtı övgüyü ve takdiri fazlasıyla hak ediyor. Keza başta ana karakteri canlandıran Esme Madra olmak üzere kadrodaki isimlerin performansı da...

Sinemada ve hayatta bu tür meseleler sizi ilgilendiriyorsa buyurun salona derim...  

Yazının Devamını Oku