Paylaş
Madalyonun diğer tarafında yüzde 7’lik bir cari açık ve hedeflenenin 7 puan üzerindeki enflasyon eşlik ediyor. İşte bu yüksek büyümenin sürdürülemez olduğunu söylüyor. Fazlası; inişin ve durgunluğun olacağını da.
Büyüme yüzde 7.4 ile 2014’ün ilk çeyreğinden bu yana en yüksek büyüme oranı. Özeti ise şöyle; üretim tarafında imalat sanayi yüzde 9.3 büyümüş, hizmetler kesimi ise yüzde 10 büyümüş. İnşaat ise yüzde 6.9 büyümüş. Üretim gruplarının neredeyse tamamı 2017’nin ilk çeyreğinin üzerinde büyüme göstermiş. Burada duralım, şunu soralım; eğer böyle şahane bir büyüme varsa neden yaygın biçimde çeşitli sektörlerde iş kesiminden yakınma var? Çok uzak değil, ocak-mart arası dönemden bahsediyoruz.
Harcamalar tarafından yapılan ölçüme göre ise milli gelirin yüzde 60’ını oluşturan hane halkı tüketim harcamalarında, yüzde 11’lik bir harcama artışı ile son 7 yılın rekorunu kırmışız. Hane halkı harcamalarının alt gruplarında, dayanıklı tüketim harcamalarının yüzde 4.8 büyürken, hane halkı harcamalarının üçte birini oluşturan dayanıksız tüketim harcamalarının yüzde 14.5, yüzde 45’in oluşturan hizmetlerin ise yüzde 10.9 büyüdüğü gözleniyor. Her iki kesimdeki büyüme de son 7 yılın rekoru.
Milli gelirin yüzde 30’unu oluşturan yatırım harcamalarında ise yüzde 9.7’lik büyüme ile son 4 yılın en yüksek ilk çeyrek büyümesine ulaşmışız. Yatırım harcamalarında inşaat yatırımlarının büyüme oranı yüzde 12.3.
Bu tablodan “rekorlar kırdık, bizi kıskanıyorlar” sonucu çıkmıyor ne yazık ki. İthalatı körükleyen bir hane halkı harcamasının “bizi kıskananlara” giden mal siparişlerini büyüteceğini biliyor olmalıyız.
2018’in ikinci ve izleyen çeyreklerinde yüzde 4-5’lik potansiyel büyüme oranını bile yakalamamız zorlaşıyor. Neden? Sermaye hareketlerinin iyi okunmaması; okunmuş olsa da buna uygun para ve maliye politikası izlenmemesi.
Temel sorun yine aynı yerde duruyor; sürdürülebilir büyümeden uzaktayız.
Asıl dün aynı anda yayımlanan ödemeler dengesi verileri, bu büyümenin faturasını ve borçlanmasını da ilan ediyordu. Yani kendi kapasitesinin çok üzerinde borçlanarak harcayan ve büyüyen bir ülkeyi hiçbir gelişmiş ülke kıskanmaz. Olsa olsa alkışlar; daha fazla mal satar, bunu devamlı kılabilmek için borç verir. Bugüne kadar olan buydu.
Türkiye 2017’nin ilk çeyreğinde 8.4 milyar dolar cari açık vererek 176.1 milyar dolar milli gelir üretirken, 2018’in ilk çeyreğinde 16.4 milyar dolar cari açık vererek 207.9 milyar dolarlık milli gelir üretmiş. Cari açığın milli gelire oranı 2017’de yüzde 4.76’dan, 2018’de yüzde 7.87’ye fırlamış.
İşte bu yüzden, tüketimle yükselen “nurlu ufuklar” sürdürülebilir değil. Türkiye, gelişmiş ülkelerdeki bol ve ucuz para döneminin getirdiği büyümeyi kendi kurduğu refah zannettiği için “kan akışındaki” azalış, sonunda sert “çarpıntılara” neden oluyor.
Yüksek cari açığın, önünde sonunda semptomlarını gösterdiğine yeni tanık olmuyoruz. Yüksek cari açık veren, bunu da kısa vadeli sermaye akımlarına dayalı bir finansman tablosu ile yürüten ülkelerin bu tabloya uygun bir politika izlemediklerinde başına ne geliyorsa bize de o oluyor.
Yüksek cari açığa yükselen bir enflasyon eşlik ederken “faiz indirme operasyonlarından” bahseden Türkiye kur şoku ile yüz yüze kaldı. Bu da uzunca bir süre seyredildi.
Ekonominin ikinci çeyreğinde; nisan ve mayıs ayındaki döviz kuru artışı ve bunun seyredilmesi piyasa faizlerini yukarı itti. Geç kalmanın bedeli, Merkez Bankası’nın 23 Mayıs ve 7 Haziran’da iki kez toplamda 4.25 puanlık faiz artışı sonrasında da uzun vadeli faizlerin artması oldu. Merkez Bankası’nın piyasaya verdiği paranın maliyeti yüzde 17.75’e gelirken, iki yıllık devlet tahvili faizleri yüzde 19’a dayandı.
Geriye yüzde 20-30’luk bir üretim maliyet artışı, finansman maliyeti artışı ve kredi riskinin zıplaması oldu.
Dün itibariyle bakıldığında, bu çalkantı sonrasında Nisan sonuna göre 40 günde Merkez Bankası’nın rezerv kaybı da kabaca 6 milyar dolar görünüyor. Yani, ödemeler dengesi finansmanında yaşanan daralmanın işareti.
Büyüme kutlaması yapılan ülkede durgunluğun içine düştüğümüzün kilometre taşları bunlar.
Paylaş