Paylaş
Warren Buffett’ın 2002’de söylediği ve bugünlerde çokça paylaşılan lafı şu; “sular çekildiğinde kimin çıplak yüzdüğü anlaşılır”.
Bugünü anlamak için son 20 yılın hikayesine göz atmak gerekir.
Türkiye, Şubat 2001’de patlak veren krizle birlikte dalgalı kur rejimine geçti; Merkez Bankası döviz kurunun belli bir yerde olmasını savunmayacaktı artık. Krizi takiben IMF anlaşması ile mali yardım ve reformlar, yeni ve tek parti iktidarı, AB üyeliği için müzakere tarihi alınması derken Türkiye’ye sermaye akışı başladı. Öyle ki 2008’e kadar hem cari açığı büyüten hem de açığı aşan bir sermaye girişi yaşandı. 2002-2008 arası dönem döviz kurunun neredeyse düz bir çizgide küçük bant içinde kaldığı bir dönem oldu. 2008-2009 küresel kriz dalgalanması geride kaldıktan sonra, Nisan 2009-Mayıs 2013 arası dönem de aynı şekilde düz bir çizgide küçük dalgalanmalarla gidilen bir dönem oldu. Yine bu dönemde de devasa sermaye girişleri oldu.
PARASAL REHAVET
Gelişmiş ülkelerde derin durgunluğuna çare olsun diye basılan bol ve ucuz dövizler, gelişen ülkelere aktı ve geleceğe borç yazan “sahte cennetler” yarattı. Politikacılar seçim üstüne seçim kazandı. Bol ve ucuz döviz girişi, hem Türkiye’nin büyüme kapasitesinin üzerinde daha fazla cari açık vermesine kapı açtı, hem de kurun bu dengesizliğe karşın “aynı yerde kalacağı” yanılsamasına.
Bol ve ucuz devasa sermaye girişleri, gelişen ülkelerdeki siyasetçilerde “ne politik hata yapsak da ekonomiye etkisi ya olmuyor ya da çok sınırlı” rehaveti yarattı. Aynı politik söylemlerin sermaye girişlerinin azaldığı, “suların çekilmeye başladığı” dönemde tekrarlanması artık aynı tepki ile karşılanmıyor; sert piyasa tepkileri görülüyor.
Türkiye’de faizlerin 2013 Mayıs’ında yüzde 4.64’e düşmesinin tek açıklaması; 52 milyar dolarlık cari açığa karşı rekor 96 milyar dolarlık sermaye girişidir. Sonra faizlerin çıkması da gelen sermaye düşerken bizim buna uygun davranmamamızdır.
Hane halkı, üreticiler, ithalatçılar, sanayiciler 2002-2013 arası uzunca bir dönemde şunu öğrendi “kur yükselse de düşer; geri gelir”. 2013 sonrasında bunun değiştiğini görmek için çok fazla sayıda sinyal ve veri vardı. Görülmek istenmedi. Ya da görülse de olasılıkla “idare ederiz” diye bakıldı.
BU DEFA FARKLI
5 yıl öncesine göre daha az sermaye geliyorsa bir taraftan da faizi düşük tutarak “kur geri gelir” beklentisine girmek hayal. Türkiye’nin ödemeler dengesi, 2013’ten sonra hikâyenin değiştiğini söylerken, ekonomi politikaları hala “bol para” dönemindeki gibi yürütülme eğiliminde.
Geçmişte sermaye akımı bolca devam ederken daha düşük politika faiziyle “tek hanede ılımlı” bir enflasyonla ekonomi götürülebilirken, artık bu mümkün değil.
Bugün, seçim arifesinde Merkez Bankası’nın faiz artırmasına siyasal kanaldan gelen bir “baraj” olduğu biliniyor. Ankara’dan verilen hava; “döviz kuru yüksekten dalgalansa da sonra durulur” biçiminde.
Döviz kuru dalgalanmasının artık eskisi gibi olmadığı çok belli. Geçmiş 15 yıllık uzun vadeli kur hareketine hane halkı ve borçlu şirketler tarafından bakışın “yükselirse sonra geri gelir” biçiminden “düşse de yeniden yükselir” kalıbına girmeye başladığı, kur yükselişini seyreden otoritelerin de buna katkısı kayda değer.
Öyle kritik bir aşamaya yakınlaşıyoruz ki giderek mali piyasalarda hasarı daha da büyütecek eşiğe; “artık faiz artışı olsa da bunu çözmez” gibi bıçak sırtı bir noktaya geliniyor. Enflasyon hedefi olan ve ekonomik birimleri buna ikna etmeye çalışan bir ekonomi politikası uygulayıcılarının kur artışını seyretmeleri, her şeyin ötesinde ekonomide fiyatlama belirsizliği yaratıyor. Bunun da bir süre sonra, içeride ya da dışarıda ekonomideki uç birimlerde “kredi riski” belirsizliği yaratması kaçınılmaz; bu madalyonun arka yüzünde de sermaye hareketlerinin kesildiği bir “ani duruş” riski orada duruyor.
Paylaş