2 Ocak 2006
FRANSIZLAR İskenderun’a sürekli asker çıkararak Halep’e ve Adana’ya yollamaya başlamışlardı. 11 Aralık 1918’de Pozantı Dörtyol’a girdiler. Bu işgaller Mondros Ateşkes Antlaşması’na aykırıdır ama aldıran kim? Emperyalistler aralarında Anadolu’yu bölüşmüşler, Çukurova "sömürü bölgesi" olarak Fransızların payına düşmüş. Halk şaşkın, çaresiz. Erkeklerin çoğu ya şehit ya esir düşmüş, pek azı köyüne, şehrine dönebilmiş.
ERMENİ ZULMÜ
Fransızlar ve birlikte getirdikleri Ermeni lejyonu, savunmasız çevreyi yağmalamaya girişirler. Karşı duran olursa tutuklayıp zindana atar ya da öldürürler.
Dörtyol’a bağlı Karakese köylüleri yağmalanma sırasının kendilerine geldiğini anlayınca köy yolunu taşlarla kapadılar, silahlandılar ve yağmacıları köye sokmadılar. Bu direniş işgalcileri şaşırttı, delirtti. Öfkeyle ateş kustular.
İLK DİRENİŞ
Köylüler hazırlıklıydı. İlk önce Mehmet Çavuş silahını doğrulttu, tetiğe dokundu, ilk saldırganı devirdi (19 Aralık 1918).
Saldırganlardan 15’i vuruldu. Kalanlar takviye alarak bir daha saldırdılar. Sonunda Dörtyol’a geri çekildiler. Karakese köylüleri de 10 şehit vermişlerdi.
KARA HASAN
Kurtuluş Savaşı’nın ilk kurşunu ve ilk direnişi budur.
Mehmet Çavuş, Güney cephemizdeki ilk Kuvayı Milliye olan Kara Hasan’ın çetesine girecektir.
Yüzü yeşil boyalı kadın savaşçılar
ÇANAKKALE Savaşı hakkında yıllardan beri araştırmalar yapan Prof. Dr. Mete Tuncoku, "Buzdağı’nın Altı" adlı son kitabında bir Anzak askerinin mektuplarına yer vermiş. Mektup şöyle:
"Benim de vurulduğum 8 Eylül 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyu ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında genç bir kızdı."
25 Nisan 1915 ile ilgili bir mektuptan:
"O bir Türk kadın savaşçısıydı, durmaksızın saklandığı evden ateş ediyordu."
Bir başka anlatış:
"Burada pusuya yatıp çarpışan keskin nişancıların çoğu kadın veya kız, kendilerini yeşile boyayıp ağaçlar ve bodur bitkilerle uyum sağlamışlar." (15 Ağustos 1915)
Çanakkale Savaşı erkekler savaşı sanılırdı. Öyle olmadığını, ninelerimizin Çanakkale’de de dövüştüklerini sayın Tuncoku ortaya çıkardı.
Sadece erkek savaşı değildi
Türk kadını Çanakkale’de de Türk erkeğiyle birlikteydi. Siperde kurşun sıkanından, cephe gerisinde Mehmetçik için mermi yapıp, elbise dikenine kadar.
Silahın yoksa yerden alıp, 3 taş atacaksın
GÜZEL İzmir’e Yunan askerlerinin çıktığının öğrenilmesi, bütün yurtta çok büyük heyecan uyandırdı. Denilebilir ki yüz yıllardan beri hiçbir olay tüm ülkede böyle heyecan uyandırmamış, milleti böyle kenetlememişti.
Haber aynı gün Denizli’de duyuldu. Yurtsever Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, acı ve öfke içinde toplanan halka şöyle dedi:
"Her ne pahasına olursa olsun, Yunanlılara karşı koymak gerekir. Yunanlıların işgal ettiği memleketler halkı için kavgaya girişmek farz-ı ayndır. Ben fetva veriyorum. Hiçbir müdafaa vasıtası olmayan bir Müslüman dahi yerden üç taş alarak düşmana atmaya mecburdur." (S.Selek, Anadolu İhtilali.)
İzmir’in işgali üzerine yakın uzak bütün şehir ve ilçelerde protesto mitingleri yapılmış, hükümete ve galip ülkelerin temsilcilerine protesto telgrafları çekilmiştir.
Birbirinden uzak, kopuk, ilgisiz, kendi derdine dalmış gibi görünen şehir ve ilçelerin İzmir konusunda gösterdiği duyarlılık ve birliktelik, İzmir’in Türkiye için ne kadar değerli olduğunu göstermektedir.
Tanka-topa tüfek-yürek
ANTEP kahramanlarından Şahin Bey’in asıl adı Mehmet Sait’tir. Antep’in Bostancı Mahallesi’ndendir. Üç cephede dövüşmüş, Sina cephesinde esir düşmüş, bir yıl Mısır’daki esir kampında kalmış, mütarekeden sonra İstanbul’a gelmiştir.
Çok yorgundu. Ama memleketini, evini özlemişti. Hiç dinlenmeden Antep’e hareket etti. Eşine ve oğluna kavuştu. Kavuştu ama mutlu olamadı. Antep işgal altındaydı. Önce İngilizler, sonra da Fransızlar tarafından işgal edilmişti.
KOLERA GİTMİŞVEBA GELMİŞTİ
Yani "kolera gitmiş, veba gelmişti". Hemen bir göreve talip oldu. Antep’i işgalden kurtarmak için örgütlenen Heyet-i Merkeziye, Teğmen Mehmet Sait’i Şahin Bey kapalı adını vererek Kilis Yolu Kuvayı Milliye Komutanlığı’na atadı.
Antep’teki Fransızlar, Kilis-Antep yolu ile ikmal ediliyorlardı. Birçok silahlı yurtsever, Şahin Bey’in komutası altına girdi. Şahin Bey Kilis-Antep yolunu Fransızlara kapattı, ikmali kesti. Fransızlar çok zor durumda kaldılar. Doğuda Urfa’ya, batıda Mersin’e, kuzeyde Sivas’a kadar kolayca yayılacaklarını, bu verimli toprağın altını üstünü rahatça sömüreceklerini sanıyorlardı.
Türkler yenikti, bitikti, yeniden savaşa tutuşacak değillerdi ya. Ama her girdikleri yerde beklemedikleri bir tepkiyle karşılaştılar. Bu yüzden Urfa’dan ve Maraş’tan kaçacaklardı.
Fakat Antep’e çok ihtiyaçları vardı. Çevreye çok egemen bir konumdaydı. Burayı terk ederlerse gerisi çorap söküğü gibi gelir, Suriye’de tutunmaları bile güçleşirdi. Antep’i elde tutmak zorundaydılar.
Oysa Şahin Bey ve bir avuç adamı, Antep-Kilis yolunu kesmiş, kuş uçurtmuyor, geçmeye çalışan birlikleri duman ediyordu. Suriye’deki Fransız Doğu Ordusu Komutanlığı, Antep’teki birliğin erzak ve cephane ikmalini sağlamak için 400 arabalık bir ulaştırma kolu hazırlattı. Bu kolu, 4 tank, bir batarya, 16 ağır makineli tüfek, üç tabur piyade, 2 bölük süvariden kurulu büyük bir birlik koruyacak, yolu şiddet ve hızla açacaktı.
Kol ve birlik 25 Mart 1920 günü Kilis’ten hareket etti.
Önce Kızılburun yakınlarında karşılaştılar.
Fransız birliği, Şahin Bey kuvvetinin üzerine bütün silahlarını ateşleyerek hücum etti. Türklerin ne topu vardı, ne makineli tüfeği. Antep’i korumak için yoğun mermi ve fişek yağmuru altında eriye eriye direndiler. Üçüncü gün Karayılan Oğlu çetesi de yetişti ama topa, tüfeğe, tanka güç yetmiyordu. Cephane çok azalmış, son mevzilere çekilmişlerdi.
Şahin Bey arkadaşlarının daha da geri çekilme tavsiyesine uymadı. Çünkü Anteplilere, "Düşman ancak benim vücudumun üzerinden geçebilir" diye söz vermişti. Dördüncü gün, sağ kalan arkadaşlarıyla birlikte Ulu Masere Köprüsü’nün önünde düşmanla son çatışma başladı.
SON MERMİYİ ATTIVE TÜFEĞİNİ KIRDI
Arkadaşları da yanında yer aldılar, bir adım geri atmadılar, on sekizi de şehit oldu. Şahin Bey tek başına kalmıştı. Gaziantep savaşına başından sonuna kadar katılan ve bu emsalsiz savunmayı yazan Lohinizade M.Nurettin Bey bu son anı şöyle anlatıyor:
"...Son mermisine kadar dövüştü. Son hareket olarak tüfeğini yere çarparak kırdı, akın akın üzerine gelen Fransızların karşısında, köprünün üzerinde bir ululuk ve kahramanlık heykeli gibi durdu."
Süngülenerek şehit oldu.
(Lohanizade M.Nurettin, Gaziantep Savunması: Adil Dal, Olaylarla Gaziantep Savaşı.)
DİYOR Kİ
Cumhuriyet, fikirce, ilimce, bedence kuvvetli ve yüksek seciyede koruyucular ister.
(1924)
Yazının Devamını Oku 26 Aralık 2005
SABAH erkenden Zonguldak’a gelindi. Zonguldak, Fransız işgali altındaydı. Gemide yapılan ayrıntılı bir aramadan sonra Zonguldak Liman Komutanı Yüzbaşı Tilli, 5 silahlı Fransız askeriyle gemiyi işgal etti. Askerleri kritik yerlere dağıttı, kendi kaptan kamarasına yerleşti. Komutayı eline almıştı. Gemiyi İstanbul’a hareket ettirdi. C-27 gambotu, bir mil geriden Alemdar’ı izliyordu.
Alemdar, İstanbul’a doğru hareket etti.
ROTA EREĞLİGemi subaylarının sabırla bekledikleri an gelmişti. Tayfalarla kaşla gözle fısıldaşarak anlaştılar. İsmail Hakkı Kaptan beklenen parolayı verince İkinci Kaptan Ali Dursun Tevetoğlu, öteki subaylar ve tayfalar yüzbaşının ve Fransız askerlerinin üzerine atıldılar. Silahlarını alıp etkisiz hale getirdiler. Kaptanın neşeli komutu Alemdar’ı bayram yerine çevirdi:
‘İstikamet Ereğli, makineler fayrap!’Serdümen Recep Reis neşe içinde Ereğli’ye dümen kırdı.
ÖLÜM YARIŞIAlemdar’ın döndüğünü gören C-27, otuz metre yaklaştı. Alemdar’ın yönünü İstanbul’a çevirmesini istedi. Alemdar her şeyi göze almıştı. Tınmadı bile. Yoluna devam edince, ölüm yarışı başladı.
Yazının Devamını Oku 19 Aralık 2005
MİLLİ Mücadele başlamış, Anadolu’ya silah ve cephane yetiştirmek gerek. Ama Milli Donanma birkaç gemicik ile motordan ibaret. Donanma Haliç’e hapsedilmiş. Denizcilerimiz Milli Donanma’ya yardım etmek için çırpınıyorlardı ama buradaki gemileri kaçırmak çok zor. Birinci İnönü Savaşı’ndan az sonra birini kaçırırlar.
Bu, Alemdar adlı tahlisiye (kurtarma) gemisidir.
BİSMİLLAH VİRA
Gövdesi galvanizli çelikten yapılmış, 23 yaşında, 362 tonluk, motoru 750 beygir gücünde, çift kazanlı, 12 mil hız yapabilen küçük, sağlam, kıvrak bir gemi.
Soğuk, rüzgárlı bir kış gecesi (23.1.1921). Bütün gemiler uykuda. Alemdar’ın dış görünüşü de öyle. Ama içinde hummalı bir hazırlık var. Kaptan yok. Gemi çarkçı Üsküdarlı Osman Efendi’nin komutası altında. Bu gece yarısı kaçacaklar. Gemide, ölümü göze almış 9 denizci de istim üstünde.
Saat 01.00’de baş ve kıç fenerler söndürüldü.
‘Başüstü, bismillah viraya hazır ol!’
‘Bismillah vira’!
BATIRIN EMRİ
Sessizce demir alındı. Boğaz’ı dolduran İngiliz ve Fransız gemileri arasından geçerek Karadeniz’e doğru ilerlediler. Yollarını kesen İngiliz karakol gemisini, ‘Karadeniz’de batmak üzere olan bir gemiyi kurtarmaya gittiklerini’ söyleyerek uyuttular.
Alemdar Karadeniz’e çıktı, azgın dalgalarla boğuşarak Ereğli’ye doğru yol aldı.
Sabah Alemdar’ın kaçmış olduğunun anlaşılması, İstanbul’da büyük heyecan yarattı. İşgal Kuvvetleri Komutanı, geminin kesinlikle yakalanmasını, teslim olmazsa batırılmasını emretti.
İstanbul kaynarken Alemdar, Ereğli’ye ulaşmış, Çobançeşmesi önüne demirlemişti.
TOPRAĞI ÖPTÜLER
Dokuz denizci karaya çıkıp Anadolu toprağını öptüler.
Liman Reisi Nazmi Bey, Ereğli halkı, milli çeteler koşup denizcileri kucakladılar. Damla damla kurulan donanma bir gemicik daha kazanmıştı. Ankara, Alemdar’ın mürettebatının tamamlanarak Trabzon limanına hareket etmesini emretti. Ereğli’de deneyli denizci çoktu. Kadro tamamlandı. Kaptanlığa sivil İsmail Hakkı Kaptan getirildi. Çarkçı Osman Efendi hastalandığı için Ereğli’de kaldı.
26 Ocak sabaha karşı hareket ettiler.
Devriye gemilerine yakalanmaktan korkuyorlardı. Korktukları başlarına geldi. Bababurnu açıklarında Fransız C-27 gambotu ile karşılaştılar. Gambot top ve makineli tüfekleri ateşe hazır, projektörlerini üstlerine çevirerek hızla yaklaştı, Ermeni tercüman aracılığıyla teslim olmalarını istedi.
MECBURİ ROTA
Alemdar’da sadece iki kişide silah vardı. Direnmek mümkün değildi. Bazı silahlı Fransız askerler Alemdar’a geçtiler. İsmail Hakkı Kaptan gemisini büyük bir acı içinde gambot komutanının verdiği talimata uyarak Zonguldak’a yöneltti.
Devamı gelecek hafta.
(Erol Mütercimler, Destanlaşan Gemiler’den özet.)
DİYOR Kİ
Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür. (1922)
Güney cephesi
MONDROS Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İngilizler Musul’a, Fransızlar -ve Ermeni lejyonu- Çukurova’ya girdiler. İki olay da anlaşmaya aykırıydı. İstanbul’un tepkilerini dikkate bile almadılar. Aralarındaki paylaşım anlaşmasına göre hareket ettiler.
İngilizlerin sıkı baskısı üzerine oradaki birliklerimiz Musul’u terk etmek zorunda kaldılar.
Fransızlar Mersin’i ve Adana’yı, sonra da Toroslar’ı aşıp Pozantı ve Dörtyol’u işgal ettiler.
KAPKAÇ GÖÇÜ Yağma ve zulüm başladı.
Bir kısım aileler kuzeye göç etti. Bu göç ‘kaçkaç’ diye anılıyor. Kalanlar silaha sarıldı, yer yer Kuvayı Milliye kurulmaya başlandı.
Heyet-i Temsiliye, güney savunmasını düzenlemek, eşgüdümü sağlamak üzere bazı kimseleri takma adlarla güneye yolladı, bu kesimde bulunan bazı kimseleri de görevlendirip yetkilendirdi.
Böylece güney cephesi açıldı.
KAHRAMANLAR Bu cephede birçok çatışma ve savaş olmuştur. Her biri bir kahramanlık, direnç ve özveri örneğidir. Ama bunlar pek bilinmez, üzerinde durulmaz. Unutmak, ilgisiz kalmak gibi ciddi bir kusurumuz var. Bu kahramanları ve olayların yaşandığı yerleri bir anıtla, hiç olmazsa bir kitabeyle unutulmaktan kurtarmalıyız.
Yeri geldikçe bu olayların başlıcalarını aktaracak, kahramanları tanıtacağım.
İşgalci komutanın alnına tek kurşun
GÜLEK Boğazı’nı ellerinde bulundurmak isteyen Fransızlar, Pozantı’ya takviyeli bir tabur yerleştirmişlerdi. Bu birliğin komutanı Binbaşı Mesnil’di. Bu taburdan bir bölük Pozantı’dan 5 km. kuzeyde bulunan Akköprü’ye yerleşmişti. Bölüğün komutanı, demiryolu tünelini karargáh olarak seçmişti. Milli çeteler daha kuzeydeki demiryolu köprüsünü (Koçak) yıkarak Fransızların ileri gitmelerine izin vermemişlerdi.
PARILTIYA NİŞAN Giderek Pozantı kuşatılacak, Fransızlar buradaki birliğe yardım göndermeyi başaramayınca, birliğe geri çekilmesi emri verilecektir. Birliğin geri çekilişinde yaşanacak olan Karboğazı Destanı’nı ileride anlatacağım. Ona vakit var. Şimdi Pozantı’daki ilk kurşuna gelelim. Alpu Köyü’nden Sunullah’ın oğlu Usta Mehmet ile bacanağı Ömer köyden çıkıp sessizce Belmece kayalıklarına doğru ilerlediler. İşgalcilerin yaptıklarından dolayı ikisinin de içi nefret doluydu. Usta Mehmet bir şey yapmaya karar vermişti. Ama ne yapacağını daha kararlaştıramamıştı. Kayalıklara tırmanıp 100 metre yukarıdan, 500 metre uzaktan Fransız komutanının karargáhı olan tüneli gözetlemeye başladılar. Tünelin ağzında bir pırıltı vardı.
SON ÇAYIYMIŞ Aynayla işaret veriliyor gibi pırıltı belirip kayboluyordu. Neydi ki bu? Fransız komutan tünelin ağzında oturmuş keyifle çay içmekteydi. Işığı, çay bardağı yansıtmaktaydı. Usta Mehmet tüfeğini doğrulttu. Bu sırada komutan çayından bir yudum almak için bardağı ağzına kaldırmıştı. Usta Mehmet besmele çekip pırıltıya nişan aldı ve tetiğe dokundu. Gravvvv!
Birtakım karaltılar tünelden dışarı fırladılar ve sonra da içeri kaçıştılar. O tek kurşun, işgal komutanının alnına isabet etmiş ve canını almıştı. Bu İzmir’de Hasan Tahsin’in, Maraş’ta Sütçü İmam’ın kurşunu gibi Pozantı’daki ilk kurşundu. Bu kurşunun arkası gelecekti. Hem de nasıl!
Bölük tasını tarağını toplayıp Akköprü’yü terk etti.
Yazının Devamını Oku 12 Aralık 2005
KUVAYI Milliye güneyde Fransız ve Ermeniler ile batıda Yunanlılar, Anzavur kuvvetleri, Kuvayı İnzibatiye ve Rum çeteleri ile kuzeydoğuda Pontus çeteleriyle, birçok yerde isyancılarla savaştı, çatıştı. İngilizlerle de, değişik yer ve zamanlarda 17 kez çatışmıştır.
Bir silahlı kuvvetin varlığını sürdürebilmesi için silah, cephane ve yiyecek bakımından sürekli ikmal edilmesi gerekir. Milli Mücadele süresince bu çok önemli görevi karada eşek, deve, kağnı ve araba kolları, denizde milli donanmamız başarmıştır.
YÜREKLERİNİ ORTAYA KOYDULAR
Osmanlı donanması Haliç’e hapsedilmişti.
Bu yüzden milli donanma sadece birkaç küçük gemi ve motordan oluşmuştur. Gerektikçe bu işte özel motorlar da görev alıyorlardı. Denizciler İstanbul’dan kaçarak bu küçük ama olağanüstü yürekli donanmaya katılırlar.
Bu donanma bazı Yunan gemi ve motorlarına el konularak genişletilir, Alemdar gemisi de Fransızlarla savaşılarak kurtarılır ve donanmadaki yerini alır.
İstanbul depolarından kaçırılan, Rusya’dan alınan silah, cephane, askeri araç ve gereç, İngiliz, Fransız ve sürekli devriye gezen Yunan savaş gemilerine yakalanmadan, bu gemicikler ve motorlarla durup dinlenmeden, gizlice Anadolu limanlarına taşınıyordu.
Yunan filosu bütün yırtınmasına rağmen bu çabayı durdurmayı başaramamıştır.
VATANSEVER 233 SUBAY
Milli ordu savaşı bu sayede sürdürür.
Milli donanmamız ancak 1922’de 7.000 tona ulaşabilmiştir.
Buna karşılık Türk liman ve karasularında bulunan Yunan savaş gemilerinin toplamı 46.000 tondu.
Bu kahraman donanmada vatanını canından aziz bilen 233 subay vardı.
Onca Yunan savaş gemisinin bu gemicikleri yakalayamamasının birçok sebebi bulunuyor.
FIRTINANIN DENİZCİLERİ
Biri de şudur:
Karadeniz’in fırtınası yaman olur. Deniz canavarlaşır.
Yunan gemileri böyle havalarda kıyıda kalır, denize açılmazlar. Türk denizcileri ise tam tersine, Yunanlıların izleyemeyeceklerini bilerek böyle azgın havaları sever ve dev dalgalarla pençeleşe pençeleşe, karadaki kardeşlerinin beklediği silah ve cephaneleri emredilen limana ulaştırırlar.
Beyaz gelinliği satıp basma entari giyen kız
DAMAT Ferit’ler, Ali Rüştü’ler, Sait Molla’lar ve saireler, Avrupa karşısında titrerken, her isteklerini emir telakki ederken, milletin geleceğini emperyalistlere satarken, Milli Mücadele’yi söndürmeye çalışırlarken, Anadolu’da bambaşka şeyler oluyordu.
İşgal kuvvetleri içinde Fransız üniforması altında hizmet gören Cezayirli Yüzbaşı Mehmet Efendi, bir makineli tüfeği de birlikte alarak Türklerin safına geçmiştir.
Kastamonu’da görevlendirilir.
Ağırbaşlılığı ile çevrenin takdirini toplar. Tebhirhane memuru Ziya Bey’in kızı Hatice ile başgöz edilmeleri uygun bulunur.
Ziya Bey eli dar, basit bir memurdur. Ama aile, kızları için imkánları zorlar, güzel bir gelinlik yaptırır.
Hatice ordu yarı çıplak dövüşürken bu süslü gelinliği giymekten utanır. Çevrenin itirazına rağmen gelinliği 30 liraya satar, parayı yaralı gazilere harcanmak üzere Kızılay’a verir. Düğününde basma entari giyer. (Açıksözcü Hüsnü, İstiklal Harbi’nde Kastamonu)
Dünyada bu basma entariden daha değerli bir gelinlik olmuş mudur?
Yunan ordusu için dua edin
ANKARA’nın Sevr Andlaşması’nı reddetmesi ve yırtana kadar mücadele edeceğini ilan etmesi üzerine işgalciler Yunan ordusunu harekete geçirirler. Amaç milli direnişi kırarak Sevr Andlaşması’nın imzalanmasını sağlamaktır.
Yunan ordusu 22 Haziran 1920 günü Bursa ve Uşak üzerine harekete geçer. Öldürerek, yakarak, yıkarak ilerler.
Peyam-ı Sabah gazetesi muhabiri, Damat Ferit hükümetinin Adliye Nazırı (Adalet Bakanı) Ali Rüştü Efendi’ye sorar:
‘Hükümet Yunan ordusu tarafından yapılan bu hareketi protesto etmek niyetinde midir?’
Müsteşarlığına İngiliz casusu Sait Molla’yı getirmiş olan bu Nazır Efendi diyor ki (özet):
‘Hükümetimiz M. Kemal taraftarlarını resmen mahkûm etmiş, hilafete ve vatana hain olduklarını ilan eylemiştir. Vazifesi bu asilere (yani Kuvayı Milliyecilere) layık oldukları cezayı vermektir. O halde kendi programımız dahilinde bulunan bu hareketi (Yunan ilerleyişini) niye protesto etmeli?’
NAZIRLIĞA DEVAM
Nazır Efendi bir şey daha söylüyor:
’Bu ordu bizim ordumuz sayılır. Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz!’ (Peyam-ı Sabah, 12 Temmuz 1920, F.R. Atay, Eski Saat: T. Bıyıkoğlu, Atatürk Anadolu’da; Gizli Celse Zabıtları, 4.c.)
Milli duygudan, namustan, onurdan, bilinçten yoksun Nazır’ın bu rezil, kepaze laflarına ne hükümdar bir tepki gösterir, ne sadrazam, ne de öteki nazırlar. Nazır nazırlığına devam eder. Bir sonraki hükümette de yer alır.
İstanbul yönetimi işte böyle bir yönetimdi.
DİYOR Kİ
Düşmanın ablukasına ve donanmasına rağmen denizcilerimiz birkaç gemi ile harikalar göstermiş, hiçbir şeyi yitirmeden deniz ulaşımını sağlayarak büyük bir hizmet görmüşlerdir.
(1.3.1923)
Yazının Devamını Oku 5 Aralık 2005
SAYIN milletvekillerine açık dilekçeTürkiye Büyük Millet Meclisi Milli Mücadele sırasındaki emsalsiz çabalarını dikkate alarak Antep’e Gazi, Maraş’a Kahraman, Urfa’ya Şanlı sanlarını vermiştir. Böyle bir sanı hak etmiş bir küçük şehrimiz var: İnebolu. Anadolu’ya geçmek için işgal kuvvetlerinin izni gerekiyordu. Amaçları subayların, askeri öğrencilerin, doktorların, eczacıların, imalat-ı harbiye ustalarının Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’ye katılmalarını önlemekti. Gizli örgütler bu gibi kimselere sahte kimlikler veriyor, kimilerini de Anadolu’ya geçebilsinler diye gemilere tayfa, ateşçi diye yerleştiriyordu.
KURUŞ İSTEMEDİLER
Mesela Kur. Yzb. Cevdet Kerim İncedayı (ileride milletvekili ve bakan) Anadolu’ya Nikomedya adlı İtalyan bandıralı bir geminin ateşçisi olarak geçmiştir.
Başlıca iniş limanı İnebolu’dur. İnebolulular bu insanları büyük bir konukseverlikle karşılıyorlardı.
İstanbul’daki ambarlardan binbir zorlukla çıkarılan, Türk gemileri ve motorları tarafından Rusya’dan getirilen silah, cephane ve askeri malzeme de, büyük çoğunlukla İnebolu’ya indirilmekteydi.
Bu yükleri İnebolulu kayıkçılar gemilerden alıp kıyıya çıkarıyor, İnebolu halkı da İnebolu’nun gerisindeki cephaneliğe taşıyordu. Bu gönüllü hizmet üç yıl boyunca durmaksızın devam etmiştir. Bu hizmete karşılık ne kayıkçılar para istemiştir, ne de taşıyanlar. Çevre köylerdeki kağnılar da bu ‘millet mallarını’ yaz-kış, durmaksızın, karıncalar gibi Ankara’ya taşımışlardır.
Yunan savaş gemilerinin tehditlerine, şehri ateş altına almalarına (9 Haziran 1921) rağmen, İnebolu yılmamış, bu milli görevi aksatmamıştır. Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasında İnebolu’nun da payı büyüktür.
HAKLARIDIR
Sayın milletvekilleri!
Geç kalmış bir hakkı yerine getirmek, bu borcu ödemek için İnebolu adının başına ‘Yiğit’ sanının getirilerek İnebolu’nun adının Yiğit İnebolu olarak değiştirilmesini öneriyorum.
Gereğini arz ederim.
Bu san İnebolu’ya anasının ak sütü gibi helaldir.
Müthiş fedakarlık
Anadolu’ya açılan kapı konumundaki İnebolu’yu koruyan bir kıyı topçu birliği. (Üstte) İstanbul’dan, İzmit’ten kaçırılan silah, cephane gemilerle getirildiğinde İnebolulu kayıkçılar hemen kıyıya taşıyordu. Sonra kağnı ya da İnebolu kadın ve erkeğinin sırtında cepheye.
Madalyalı mavnacılar
İnebolulu Mavnacılar Loncası Kurtuluş Savaşı’ndaki üstün hizmetlerinden dolayı 11 Şubat 1924 tarihinde TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile taltif edildi.
DİYOR Kİ
İnsaf ve merhamet istemekle, yalvarmakla millet işleri, devlet işleri görülemez, millet ve devletin şeref ve bağımsızlığı sağlanamaz. (Nutuk, 1927)
Kendini ateşe atabilir misin?
SAVAŞTA yaralanan Yüzbaşı Asaf dört ay tedaviden sonra iyileşmişti. Yeni görev yeri Bakü’ye gitmeden önce Sivas’a uğrayarak yeğeni Muzaffer Kılıç’ı ve Milli Mücadele’yi başlatmış olan M. Kemal Paşa’yı görmek istedi. Muzaffer Kılıç, M. Kemal Paşa’nın ikinci yaveriydi.
M. Kemal Paşa Yüzbaşı Asaf’ı beğenir. Bakü’ye gitmeyip Sivas’ta kalmasını önerir. Yüzbaşı o günlerin sert, tehlikeli koşullarına uygun, gözü kara, atik, deneyli bir subaydır. M. Kemal Paşa’nın kişiliği ve başlamış olduğu Milli Mücadele Yüzbaşı Asaf’ı çok etkilemiştir. Kabul eder. Paşa Yüzbaşı’ya Kılıç Ali takma adını verir.
Bu kader yoldaşlığı Atatürk’ün ölümüne kadar sürecektir.
Bir gece Paşa Kılıç Ali’yi odasına çağırtır. Çalışma masasında oturmaktadır. Tek başına ve sıkıntılıdır. Soğuk, kuşkulu bir sesle ‘Kılıç!’ der, ‘Sana vereceğim tehlikeli bir görevi kucaklayabilir misin? Kendini ateşe atabilir misin?’
FANUSU AVUÇLAR
Kılıç Ali’nin içinde bir kasırga patlar. Çekemeyen birinin gammazlık yaptığını, Paşa’nın güvenini sarstığını düşünür. Paşanın sorusuna yanıt olarak, duraksamadan, masanın üzerindeki büyük gaz lambasının cam şişesini kavrar. İncecik cam eriyecek kadar kızgındır. Avucunun içi cayır cayır yanar. Odayı yanık et kokusu ve cazırtısı doldurur. Bu yanıtın yeterli olduğunu Paşa’nın gözlerinden okuyana kadar da elini çekmez.
M. Kemal Paşa, Kılıç Ali’yi Maraş ve Antep cephesine yollayacak, Kılıç Ali de kendini gözünü kırpmadan bu ateşin ortasına atacaktır.
Savaşamadığım için özür dilerim komutanım
ÇİVRİL İlçesi’nin Madenler Köyü’nden Kadir oğlu Mehmet Çavuş Çanakkale savaşlarında yiğitliği ile ün salmış bir askerdi. Bir bomba savaşında sağ elini dirseğine kadar kaybetti. Hastaneye kaldırıldı. Yarasının kapanması uzayınca komutanına şu mektubu yazdırıp yolladı: ‘Sağ kolumu kaybettim. Zararı yok, sol kolum var. Onunla da pekálá iş görebilirim. Beni üzen, birliğime katılmama ve düşmanla çarpışmama engel olan şey, yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastaneden kurtularak savaşa katılamadığım için özür dilerim. Affediniz muhterem komutanım.’ (Dr. A.F.Bilkan-Ö.Çakır, Harp Mecmuası) İşte Kuvayı Milliye ruhunu yaratan Çanakkale ruhu bu.
Üşümüyorum oğlum
ALİ Fuat Cebesoy Paşa Sivas Kongresi’nce Batı Anadolu Kuvayı Milliye Komutanlığı’na atanır. Emrinde iskelet halinde ordu birlikleri ile çeteler vardır. Cebesoy anılarında bu derme-çatma ordunun cephane kollarını özetle şöyle anlatıyor: ‘Cephane kolları ahalinin araçlarından oluşuyordu. Bunların çoğu kağnılardı. Başlarında kadınlar ve on, on beş yaşında çocuklar vardı. Uzun yürüyüşlerde, ayaz, kar ve yağmur altında zorluk ve acının en çoğunu bunlar çekmişlerdir. Şiddetli soğuktan ölenler de olmuştu. Kütahya ile Gediz arasında yapılan yürüyüş ve hareketlerde, birliklerimizin hayat kaynağı olan erzak ve cephaneyi hep bu aziz insanlar taşımıştır. Hiç unutmam, yine bir yürüyüş sırasındaydı. Dondurucu bir soğuk vardı. Kağnısının başında duran yaşlı bir nineye yaklaştım ve sordum:
- Nine, üşüyor musun?
Şu cevabı verdi:
- Hayır oğul, üşümüyorum. Düşman topraklarımıza bastığından beri içim yanıyor.
Bu kahraman Türk anasının elini gözlerim yaşararak öptüm.’
(Siyasi Hatıralar, s.503)
Yazının Devamını Oku 28 Kasım 2005
BOLŞEVİKLERE yenilen Vrangel ordusu gemilerle İstanbul’a taşınmış, toplanan silahlarının bir bölümü Çanakkale Boğazı’nın Rumeli kıyısında, Gelibolu yakınındaki Akbaş’taki ambarlara yığılmıştı. Bu ambarlar, Fransız askerlerinin koruması altındaydı.
Milli Mücadele başlamış, Kuvayı Milliyeciler silah ve cephane diye kıvranıyordu. Eski Edremit Kaymakamı, yeni çeteci Köprülülü Hamdi Bey Kuvayı Milliye’ye silah ve cephane bulabilmek için Akbaş cephaneliğini soymayı, imkánsızı başarmayı aklına koyar.
Aklına koyduğunu da yapar.
8 BİN TÜFEK
26-27 Ocak 1920 gecesi hırçın boğazı aşarak çetesiyle Rumeli kıyısına geçer. Ambarların bulunduğu yeri sessizce kuşatırlar, nöbetçileri ve nöbetçilerin bağlı olduğu Fransız birliğini tehlikesiz hale getirirler.
Ambarlarda bulunan 8 bin tüfek, 40 makineli tüfek ve binlerce sandık cephane bir gece içinde motora taşınır. Anadolu sahilindeki Lapseki’nin Umurbey İskelesi’ne, oradan da Gönen’in Yenice Köyü’ne taşınarak depolanır.
Bu olağanüstü başarı Kuvayı Milliyecileri sevindirir. Bayram ederler. Böylece yakarak, yıkarak yayılan Yunan ordusuna karşı durmak kolaylaşacaktır.
Ama...
PARÇALADILAR
İşbirlikçi İstanbul yönetiminin Milli Mücadele’yi söndürmek için görevlendirdiği Anzavur Ahmet haini, av köpeği adamlarıyla bu silah ve cephanenin peşine düşer. Hamdi Bey’in yardımcıları, silah ve cephanenin Anzavur’un eline geçmemesi için Yenice’deki cephaneliği havaya uçururlar. Kahraman Hamdi Bey de Anzavur’un adamları tarafından şehit edilir.
O tarihte Biga’da öğretmenlik yapan Uluğ İğdemir günlüğünde şöyle yazıyor:
‘Hamdi Bey’in mübarek naaşını canavarlar kirli ayaklarıyla çiğnemiş, vücudunu parça parça etmişler.’ (Biga Ayaklanması ve Anzavur Olayları)
Köprülülü Hamdi Bey
Köprülülü Hamdi Bey’in bu fotoğrafı Ozan Sağdıç’ın ‘Birinci Savaştan İkincisi’ne kitabından alındı ve Hürriyet Fotoğraf Servisi’nden Koray Peközkay tarafından renklendirildi. Ozan Sağdıç fotoğrafı kitabında şöyle anlatıyor: ‘Hamdi Bey cepheden Edremit’e mavzer filintası omzunda, dürbünü göğsünde, fişeklik ve bomba askısı belinde, sakallı bir çete reisi görünümünde gelmiştir. Bu fotoğrafın alındığı ana tanık olan babamdan, resmin Seyit Bey’in evinin avlusunda çekildiğini duymuştum. Fotoğrafçı Rahmi Bey’in işi olduğunu tahmin ediyorum.’
DİYOR Kİ
İstiklal ve hürriyet áşığı milletler için ıstırap anları, o ıstırabın sebepleri, o ıstırabın amilleri, ibret alıp tetikte durmak için daima hatırlanmalıdır. (1928).
Barışçı ülkenin barışçı kızını anlat
ATATÜRK, Balkan Paktı kurullarına Çankaya’da bir çay ziyafeti verir. Üyeler, çaya havacı üniformasıyla katılmış olan Sabiha Gökçen’i uçağıyla Balkan başkentlerini ziyaret etmeye davet ederler.
Atatürk, Sabiha Gökçen’e, ‘Ne dersin bu işe Gökçen?’ diye sorar. ‘Uçağınla bir Balkan turu yapar mısın? Başarabilir misin bu çok güç işi? İyi düşün. Erkeklerin bile kolay kolay evet diyemeyecekleri bir şey bu.’
VOLTİ MARKA
Sabiha Gökçen hiç düşünmeden, ‘Çalışırsam Balkan turunu başarabilirim paşam’ der.
Volti marka uçakla bir ay çalışır.
16 Haziran 1938 günü Balkan turuna başlayacaktır. Veda için Atatürk’ü ziyaret eder. Atatürk der ki:
‘Gittiğin her yerde gazeteciler etrafını alacak, sorular soracak. Sordukları her soruya açık açık cevap ver. Barışçı bir ülkenin barışçı kızı olduğunu söylemeyi unutma. Türk kadınını, yeni Türk toplumunu ve toplumda kadınımızın yüceldiği yeri, noktayı bir bir anlat. Daha da ilerleyeceğimizi, daha da uygar bir ülke olacağımızı ifade et.’
TÜRK MUCİZESİ
Hastalığı oldukça ilerlemiş olan Atatürk, Savarona’da kalmaktadır. Gökçen İstanbul’dan uçağıyla Savarona yatının üzerinde bir kavis çizerek ayrılır.
Önce Atina’ya uçar. Oradan Sofya’ya. Sofya’dan Belgrad’a. Belgrad’dan Bükreş’e. Her gittiği yerde coşkuyla ve hayranlıkla karşılanır. Avrupa basınında birinci konu olur. ‘Türk mucizesi’ni temsil eder.
TARİHE GEÇTİ
Gökçen, Bükreş’ten İstanbul’a döner. Savarona’nın üzerinde birkaç daire çizerek Atatürk’e tekmil verir ve karşılamak için meydanı dolduran binlerce İstanbullunun alkışları arasında Yeşilköy’e iner.
Sabiha Gökçen, Balkan turu yapmayı göze alan ve başaran ilk kadın pilot olarak havacılık tarihine geçmiştir. (S.Gökçen-O.Verel, Atatürk’le Bir Ömür)
Sizin müzeniz var mı?
İSTANBUL’da neden Kurtuluş Savaşı müzesi yok? Yalnız İstanbul’da mı? İzmir’de niye yok? Sözgelimi Bursa’da, Edirne’de, Kars’ta, Konya’da, Kastamonu’da, Adana’da, Kayseri’de, Erzurum’da, Samsun’da, Malatya’da, Van’da neden yok? Neden bütün şehirlerimizde, savaş gazisi ilçelerimizde Kurtuluş müzeleri bulunmuyor? Bu müzelerde fotoğraflar, tablolar, haritalar, belgesel filmler, dönem silahları, araç ve gereçleri, Sakarya Savaşı ile Büyük Taarruz panoramaları, kitaplar, çevre halkının vereceği anı eşyalar, mektuplar vb. yer alır.
Kurtuluş Savaşı’nı bilmeyen, çağdaşlaşmanın gereğini, cumhuriyetin temel niteliklerinin önemini, değerini, gerekçesini, nedenini, hikmetini bilemez. Kurtuluş Savaşı bilinmeden Türkiye yönetilemez.
Her imkán ve vesileden yararlanarak, bu harika mücadeleyi çocuklarımıza doğru öğretmek, o bağımsızlık ve özgürlük ruhunu diri tutmak, milli bilinç vermek zorundayız. Yoksa neler olacağını Mütareke dönemi gösteriyor.
İki yırtık
gömlek
KASTAMONU’da Kızılay’ın kadınlar kolu, orduya yardım için evlerden giyim eşyası toplamakta, verilen eşyalar bir okulun salonunda sergilenmektedir.
Kastamonu’da çıkan Açık Söz Gazetesi’nin sahip ve yazarlarından Hüsnü Bey sergiyi ziyaret eder. Halkın cömertliği Hüsnü Bey’i duygulandırır. İki kazağı olan, birini orduya vermiştir.
Hüsnü Bey’in gözüne sergilenen eşyalar arasında iki de eski yırtık gömlek ilişir. Bunların niye sergilendiklerini sorar. Görevli bir hanım, gözleri yaşararak açıklar:
‘Geçen gün halinden iyice yoksul olduğu anlaşılan yaşlı bir kadıncağız da geldi. Sergilenen eşyalara baktı, baktı, evine koştu, heyecan içinde bu iki gömleği getirip verdi. Belli ki verecek başka bir şeyi yoktu.’
Yazının Devamını Oku 21 Kasım 2005
GAZETECİ Arif Oruç, 1919 sonbaharında Kuvayı Milliye cephelerini gezmiş, izlenimleri Tasvir-i Efkar Gazetesi’nde yayımlanmıştır. Ateş hattına cephane, su, yiyecek taşırken şehit olan kadınları duymuştur. Demirci Mehmet Efe’nin emrinde üç kadın savaşçı olduğunu öğrenince efeyi ziyaret eder, karargáhının bahçesinde üç kadın savaşçı ile görüşür.
ÇOCUĞUYLA CEPHEDEYDİ
Üçü de Aydınlı. Zeybek kıyafetindeler. Tüfekleri kucaklarında. Yaptıklarını, yazarın ısrarı ile utanarak, kızararak, çekinerek anlatırlar.
İlki Ayşe Kadın, Mehmet Çavuş diye anılıyor, bir zeybek takımının komutanı. Yedi yaşındaki çocuğunu yanına alıp savaşa katılmış. Önce Aydın savaşında bulunmuş, elli sekiz saat durmadan savaşmış. Menderes boyundaki bütün savaşlarda yer almış. Umurlu’da yaralanınca bir ay hastanede yatmış, yeni çıkmış. Cepheye gitmek için emir bekliyor.
YUNAN GELDİ, SAVAŞTIK
İkincisi, Emire Aliye Ayşe. Aydın’a bir saat uzaklıktaki İmamköy’den. Uğursuz Yunan işgalinden önceki huzur günlerini anlatıyor. Babasıyla yaşıyormuş. Keçileri, kuzuları, inekleri, öküzleri, hatta bir develeri bile varmış. Çifte çubuğa gider gelirlermiş. Dere boyunun çağlayanlarını özlemle anıyor.
‘Sonra ne oldu?’
‘Yunan geldi, Aydın kan ve ateş içinde kaldı. Boynumdaki altını koparıp sattım, tüfek ve kurşun aldım. Ben de köyün büyükleri gibi ateşe atıldım. Vatan için dövüştük işte. Şimdi izindeyim.’
DAYANAMADIM, ASKER OLDUM
Üçüncüsü 17 yaşında bir genç kız: Şerife Ali. Yüzü sıtmadan sarı, derin, kara gözlü bir savaşçı. Çiftlik Köyü’ndenmiş. Yunan yaklaşınca köyü boşaltıp göçmüşler.
‘Aydın’daki kötülükleri duyunca, dayanamadım, ben de asker oldum.’
Ne övünürler, ne yakınırlar. Konuşma bitince, askerce selam verip ayrılırlar. (Yücel Özkaya, M.M’de Ege Çevresi)
Zaferi erkeklerimiz ve kadınlarımız elbirliği ile kazanmış. Türkiye Cumhuriyeti’ni birlikte kurmuşlardır.
DİYOR Kİ
Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. (1923)
Ya cepheye gönderin ya da intihar ederim
DENİZ Harp Okulu son sınıf öğrencisi Zeki Enveri (Bayat), Milli Mücadele’ye katılmak için beyaz üniformasının üzerine sivil bir elbise geçirir, 1920 yılında binbir zorlukla İnebolu’ya kaçar, oradan Ankara’ya gelir.
Milli donanma ve deniz örgütü daha kuruluş aşamasındadır. Zeki Enveri’ye Genelkurmay’ın deniz biriminde yazıcılık görevi verilir. Genç denizci hemen bir dilekçe yazar ‘Anadolu’ya savaşmak için kaçtığını, cephede bir göreve verilmesini, eğer üç gün içinde dileği yerine getirilmezse, intihar edeceğini’ bildirir.
Amirleri anlarlar ki bu çılgın Türk’ü Ankara’da tutmak mümkün değildir. Cepheye gönderirler.
KARAKIŞTA YAZLIKLA
Zeki Bayat, Birinci İnönü Savaşı’na takım komutanı olarak katılır, yeni bir üniforma sağlamak mümkün olmadığı için karakışta yazlık beyaz üniformasıyla savaşır.
Cesaret, özveri ve üstün başarıları dolayısıyla İstiklal Madalyası ile ödüllendirilir. Daha sonra gemilerde görevlendirilir, 1944 yılında amiralliğe terfi eder. (İstiklal Harbi’nde Bahriyemiz, Dz.K. Yayımı)
Tabancayı aldı mermiyi terbiyesizin alnına çaktı
1919 Ekim ayı sonunda İngilizler, aralarındaki paylaşma anlaşması gereği, Maraş’ı Fransızlara devrederler. Fransızlar 30 Ekim günü Maraş’a girerler. Ermenilerin büyük bölümü İngilizlerle birlikte dönmüştür, kalanlar da Fransızların işgalinden sonra dönerler. (Hani şu öldürüldü denilen Ermeniler!..)
Maraş’ın Ermeni mahalleleri Fransız ve Ermeni bayraklarıyla donanır. Ermeniler, Fransız birliğini (bin Fransız, beş yüz Cezayirli, Fransız üniformalı dört yüz Ermeni) bando, çiçekler, alkışlar, ‘Yaşasın Fransızlar, Ermeniler; kahrolsun Türkler!’ avazeleriyle karşılarlar.
SARKINTILIK ETTİLER
Ağlamayan Türk kalmaz. Çoğu evlere çekilir.
O gün şehre yayılan Fransız üniformalı Ermeniler, rastladıkları Türkleri tahkir eder, karşılık verenleri döverler. Türklerin toparlanıp direnişe geçeceği ve Maraş’ı Fransızlara dar edeceği hiçbirinin aklına gelmiyordu.
Ertesi günü Fransız üniformalı Ermeni askerleri Uzunoluk çarşısından geçerken hamamın önündeki küçük meydandan yola inen yüzü peçeli birkaç Türk kadınını gördüler. Kadınlara sataşmaya heves ettiler. Biri kadınlardan birinin peçesini çekip yırttı. Kadınlar çığlık çığlığa kaçışmaya başladılar.
SİLAHSIZ TÜRKÜ VURDULAR
Civardaki kahvede toplanmış olan erkekler koştular. Ermenileri uyardılar. Ermenilerin tepkisi küfretmek ve silaha sarılmak oldu. Ateş ederek biri ağır iki Türk’ü yaraladılar. Türkler silahsızdı. Donup kaldılar. O civarda küçük bir dükkánı olan İmam adlı kendi halinde bir Maraşlı vardı. Sütçülük yapmaktaydı. Dükkánının önüne çıkmış olayı izliyordu. Ermenilerin gittikçe azıttığını görünce, umulmayan bir şey yaptı, dükkándan tabancasını aldı, peçeyi yırtan ve bir Türk’ü ağır yaralayan katili alnından vurdu.
Kalabalığa karıştı.
Fransızlar ve Ermeniler Sütçü İmam’ı çok aradılar. Sütçü İmam gündüzleri köy ve bağ evlerinde, geceleri komşularının evlerinde geçirmekteydi. Yakalayamadılar.
Kahramanmaraş’ın ilk kahramanı Sütçü İmam’dır.
Onu binlerce kahraman izleyecektir. (Adil Bağdatlılar, Uzunoluk)
Fransızları alkışlayan Adana valisi
MİLLİ Mücadele döneminde yalnız yurdunu canından çok seven güzel çılgınlar yok, çirkin, yılgın, hain insanlarımız da var. Ara sıra bunlara da değineceğim. Bunları da bilmeliyiz ki, atalarımızın yurtseverliğinin kadrini daha iyi bilelim. O kara günleri bir daha yaşamamak için bu çirkinlikleri, yılgınlıkları ve hainlikleri de unutmayalım.
İşte birinci örnek: Mersin’den Urfa’ya kadar bütün Güney Anadolu ve Çukurova halkı, işgalci Fransızlara ve Ermeni lejyonuna karşı direnişe geçince, İstanbul Hükümeti’nin Adana Valisi Abdurrahman Bey şu demeci verir:
‘Ayaklanmak için sebep yok. Fransızlar bizim iyiliğimizi istiyorlar.’ (5 Kasım 1920)
Bu sırada Antep’i kuşatan Fransız birlikleri teslim olması için Antep’i her gün saatlerce bombalıyor, şehri, savunanların yani sivil erkeklerin, kadınların, yaşlıların ve çocukların başlarına yıkmaya çalışıyorlardı.
Yazının Devamını Oku 14 Kasım 2005
SAKARYA Zaferi’nin 84. yıldönümünde, 13 Eylül’de Polatlı’daydım. Bu büyük gün yine Polatlı İlçesi’nin kurtuluşu gibi kutlandı. Kaç zamandır böyle kutlanıyor. Ne Cumhurbaşkanı geliyor, ne Meclis Başkanı ne Başbakan, ne Genelkurmay Başkanı, ne bakanlar, ne milletvekilleri, ne kuvvet komutanları ne de Ankara Valisi. O gün bir konuşma yaparak bu sayın yöneticilere sitem ettim, kırgınlığımı ve hayretimi belirttim.
Sakarya, Türklerin Avrupa’dan Asya’ya sürülmeleri sürecinde son çizgidir. Çekiliş Sakarya’da sona erer. Sakarya, Türkiye için bir kader savaşıdır. Emperyalizmin Sevr Antlaşması’nı Ankara’ya silah zoruyla kabul ettirmek için görevlendirdiği Yunan ordusunun taarruz azmi burada kırılmış, Türk taarruz süreci başlamış, kısaca tarihin akışı tersine çevrilmiştir.
EN BÜYÜK SAVAŞLARDAN
Bu sebepledir ki tarihçi Arnold Toynbee bu savaşı ‘20. Yüzyıl’ın en büyük savaşlarından biri’ olarak nitelemektedir. Çanakkale ve Sakarya, Türk tarihinin olağanüstü savunma zaferlerinden ikisidir. Şu hayati farkı dikkate sunmak istiyorum: Çanakkale Zaferi büyük savaştan yengiyle çıkmamızı engelleyememiştir; ama devletçe kutlanmaktadır. Büyük Zafer’i de, bağımsızlığımızı da, cumhuriyetimizi de, o yüksek makamları ve görevleri de Sakarya Zaferi’ne borçluyuz; ama devlet bu zafer gününe katılmıyor.
YAKIŞTIRAMIYORUM
Bu ihmali devlete yakıştıramıyorum.
Devlet, törende, şehitlikte, Zafer Anıtı’nda, Dua Tepe’de yer almalı, Türk Yıldızları uçmalı, helikopterler gösteri yapmalı, Türk Kuşu uçakları mübarek Sakarya Nehri’ne, gazi dağlara, tepelere, köylere çiçekler atmalı, zafer topları gürlemeli, seçkin birlikler geçit törenine katılmalı, dört bir yandan gelen kamu temsilcileriyle halk bu büyük günün gururunu Polatlılarla birlikte paylaşmalı, gün şenliğe dönüşmeli. Gelecek yıl Sakarya Zaferi’nin yıldönümünün böyle kutlanacağını ümit etmek istiyorum.
DİYOR Kİ
Ben eminim ki milletlerin hak ve istiklaline saygılı olmayan ve bütün insanlığı zulüm ve tahakküm altında ezmek isteyenler, kutsal mücadelemizde er geç yenileceklerdir.
Yunanlı Yorgos’tan işgalin kartpostalları
KURTULUŞ Savaşı’nda Yunan işgal güçlerine bağlı 3’üncü Ordu’da görevli, 1898 İstanbul doğumlu er Yorgos Magnis’in o dönemde İstanbul’da yaşayan ailesine gönderdiği 112 kartpostal, Bandırma’nın işgálini gözler önüne seriyor. Er Magnis’in ailesine gönderdiği kartpostal ve mektupları 1973 yılında İstanbul’daki bir Rum yetimhanesinin terk edilmiş binasında bulan araştırmacı - yazar Dr. Akilas Milas, yazdığı ‘Oğlunuz Er Yorgos Savaşırken Öldü’ adlı kitabında yayımladığı fotoğrafları, Bandırma Belediyesi’ne gönderdi. ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabının yazarı Turgut Özakman’ın Hürriyet’te kaleme aldığı ‘Kitaba Sığmayan Çılgın Türkler’ dizisinde, ‘O bayrağı indir, karşı duranı vur. 1919 Bandırma’ başlığıyla anlattığı Yunan bayraklarıyla donatılan Bandırma’nın kartpostallarında 6-19 Temmuz 1920 tarihleri arasında Yunan 1’inci Ordu Komutanı I. Paraskevopulos’un gelişi ve önüne serilen halılar dikkat çekiyor. Bir de, Yunan bayraklarının yanısıra taşınan İngiliz ve ABD bayrakları... (Barış Konferansı’nın 5 büyüklerinden olduğu için işgal sırasında ABD ve İngiliz bayrakları da taşınmıştı.)
Erdem ÖZCAN, DHA
Artık kalem değil, silah konuşacak
ÖDEMİŞ Kaymakamı Bekir Sami Bey (Baran), 29/30 Mayıs 1919 gece yarısı İzmir ve İstanbul’da bulunan galip devletler temsilcilerine bir protesto yollar.
Protesto telgrafı özet olarak şöyle sona ermektedir: ‘Sizinle yaptığımız Ateşkes Anlaşması (Mondros) bizim ve sizin namusunuz değil miydi? Biz buna uyduk. Siz uymadınız. Güzel İzmir’i Yunan’a çiğnettiniz. Silah ve cephanemizi onlara verdiniz. Haberleşmeye sansür koydunuz. Türk’ün feryadına kulak tıkadınız. (...) Yunan işgal kuvvetleri İzmir’den çekilmediği takdirde dökülecek kanın sorumluluğu sizin ve temsil ettiğiniz milletlerin olacaktır. Artık bilin ki kalem değil silah konuşacaktır.’
YANGININ BAŞLANGICI
Temsilcilerin ismini daha önce duymadıkları bir küçük kasabadan gelen bu kıytırık protestoyu ciddiye bile almadıkları kolayca tahmin edilebilir.
Oysa bu protesto, bir büyük yangının ilk yalımlarından biriydi.
Ve silahlar konuşmaya başlar.
Cepheden 15 yarayla dönen Giresun’un kahraman uşağı
BALKAN Savaşı patlayınca babası Hacı Mehmet Efendi, pek sevdiği oğlu Osman’ın askere gitmemesi için hemen bedeli olan 54 altını askerlik şubesine yatırdı.
Oysa bu sırada Osman, sahibi olduğu Yalı Kahve’de arkadaşlarına hep birlikte savaşa gitmekten söz etmekteydi.
Olayı öğrenir öğrenmez, babasının yatırdığı parayı geri aldı, ailelerine harçlık olarak bırakmaları için gönüllü arkadaşlarına dağıttı.
Yenilgiler zinciri halinde süren Balkan Savaşı’na katılmak üzere 63 gönüllü Giresunluyla İstanbul’a gitti.
Orduya katıldı. Yaralandı.
Savaşta sağ diz kapağı parçalanmıştı, vücudunda 15 yara vardı.
Az çok iyileşince Giresun’a döndü.
Savaşa Osman diye gitmişti, milis Yüzbaşı Topal Osman Ağa olarak döndü.
Ünlü bir kahraman olarak Milli Mücadele tarihine geçecektir.
(Ahmet Gürsoy, Milli Mücadele’de Giresunlular).
Yazının Devamını Oku