“Otizm” denince ben de sadece Dustin Hoffman’ın “Yağmur Adam” triplerini hatırlardım.
Bazı tesadüfler olayı daha ciddi düşünmeme vesile oldu. En azından “otizmli” çocukların ailelerinin halini... Sonra bir kitap gördüm. Nick Hornby’nin derlediği kısa öyküler: “Melekle Sohbet”. Kendisi baba bir yazar ve koyu Arsenal taraftarı olmasının dışında, bir otizmli babasıdır. Severiz, sayarız gençliğimizden beri. Oğlu Danny’nin durumundan yola çıkıp “otizmli çocukların eğitimi için ne yapabilirim?” diye düşünürken aklına kitap fikri gelmiş. Zadie Smith’ten Colin Firth’e, pek çok ünlü simanın öykülerinden oluşan kitap gayet leziz. Ama tabii ki, olayın anlam ve önemi Nick’in yazdığı giriş yazısında. *** “Gerçekten de pek az otizmli çocuk ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlanmış okullara gidebiliyor” diyor: “Britanya’da felaket derecede az böyle okul var.” Ve devam ediyor: “Londra’da bir yerlerde dün gece belki beş ya da altı saat uyuyan bir çocuk var. Keyifsiz ve bıkkın, o yüzden bağırıyor ve belki üç ya da dört saat uyumuş olan anne babası yorgunluk, depresyon ve panik karışımı bir duygu duyuyorlar.” “Küçük bir dairede yaşıyorlar, duvarlar ince ve her gece düzenli olarak rahatsız olanların sadece kendileri olmadığını biliyorlar. Ve gidecek bir yer, şikâyet edilecek kimse ve bankada bir rehabilitasyon merkezine gitmek için para yok, çünkü zaten tek gelirli bir aile...” Bahsettiği gibi aileler sadece Londra’da değil, İstanbul’da, İskenderun ya da Eskişehir’de de var ve kendilerinden haberdar olmamızı bekliyorlar. Bu yüzden “Tohum Otizm Vakfı” gibi kuruluşların gözümde önemi gitgide artıyor. Belki de bunu yaşayanlar Can yaşında çocuklar olduğu için. Otizm konusunda fırsat buldukça yazacağım. Çünkü bir şeyi bilmemekten daha kötü bir şey varsa, o da bildiğimizi sanmak.
Kendi imkânlarımızla Hollywood
“Kurtlar Vadisi Irak”tan beri, sinemamızın Hollywood edalı yapımlarını seyrederken hüzün basar içimi. Çünkü “Hollywood gibi olsun” niyeti ve büyük emeklerle yapılan bu filmler hep biraz kavrukturlar. Kitaptaki her numarayı çekerler ama hepsinin birer alt modelini... “İmkânlarımız dahilinde biz de yapmaya çalıştık işte bir şeyler” der gibi, tolerans bekleyerek bakarlar insana. Mesela Seren Yüce’nin “Çoğunluk” filmindeki “cool” duruş bir uçtaysa, bu filmler diğer uçtadır.
Dersimiz Arıtmanizm
CHP İzmir milletvekili Canan Artıman’a “faşist” diyen Taraf yazarı Rasim Ozan Kütahyalı tazminat ödeyecekmiş. Canan Hanım’da zaman zaman bir Jirinovski potansiyeli görülse de, faşist demek bence de ayıp. Çünkü kendisinin dünya görüşü, var olan hiçbir ideolojiyle tanımlanamayacak kadar orijinal. Bu yüzden, görüşlerini illa bir ideoloji altında toplamamız gerekiyorsa kısaca “Arıtmanizm” diyebiliriz. Hatta takipçisi olanlar da aynı tanımı kullanırlar, herkese kolaylık olur. Canan Hanım’ın da kalbi daha fazla kırılmaz.
İncir çekirdeği
Redd’in film müzikleri albümünü ben sevdim, eller alsın.