Kadınlar sevmiş, hatalar yapmış, kitaplar okumuş yazarınız soruyor: Niye yaşıyoruz aşk acısını?
Cevap için yazarlara, doğunun ve batının bilgelerine kulak verebiliriz. Hepsi aynı şeyi söyleyecektir: İnsanın doğaya dönme hasretini. Çok eskiden koptuğumuz doğanın tekrar bir parçası olma ihtiyacını. İnsanoğlu doğadan bilinçlendiği an kopmuş. “Ben insanım, şu karşımdaki de doğa” diyebildiği an yabancılaşmıştır; hem doğa anaya hem de onun bir parçası olan kendi doğasına.
***
Aşkın en büyük mucizesi, bilincimizi devre dışı bırakıp bizi onun esaretinden kurtarması. Bu yaşadığımız, doğayla yeniden bir olmanın mutluluğu. İlk romanımdaki Arda’nın deyişiyle: “İnsanın kendisini aptal gibi hissetmekten hoşlanabilmesi...” Akıllı olmaktan yorulmuşuz çünkü. Yetişkin olmaktan, olgun davranışlardan, zekâdan... Uygarlık doğayı bizim için bir araca dönüştürürken insan doğasını da aklın ve bilincin cenderesine sokmuş. İnsanlığın kuşaktan kuşağa aktardığı bir hasret sona erer biz sevdaya düşünce. Her aşk binlerce yılın vuslatıdır.
***
Ne zamana kadar? Aşk yorulup bilinç geri dönene kadar. Bilinç aslında hiçbir zaman sahneyi tamamen terk etmez. Köşeye çekilip aşkın yorulacağı günü bekler. O gün geldiğinde kendinden emin adımlarla yeniden alır yerini. Aşk sayesinde kavuştuğumuz doğadan bizi bir kez daha kopararak. Bilinç döndükten sonra doğa yoktur. Tabii tutkular ve hatalar da... Ama yine de bekleriz bir sonraki aşkı. Sonunda yaşayacağımız acıları, ödenecek bedelleri bile bile, ilk fırsatta yine ona koşarız. Koştuğumuz aslında doğadır çünkü: En eski hasreti insanlığın.
Aç kalbini dünyaya
Şu saatten sonra yapmamız gereken, aklımızı ve kalbimizi dünyaya açmak... Kendimizi Güney Afrika’daki bir kara derilinin, Avrupa’daki bir Asyalının, İsrail’deki Filistinlinin, San Cristobal sokaklarındaki Maya Kızılderilisinin ya da Almanya’daki bir Yahudinin yerine koymak. Soğuk savaş sonrasında bir komünist, Felluce’de bir anne, Bosna’da bir barış taraftarı, gece yarısı New York metrosunda yalnız başına bir kadın gibi hissetmeye çalışmak... İnternetten sonra her şey mümkün... Mesela yukarıdaki lafların çoğu, Zapatista lideri Marcos’un sitesinden.
Reklamlar da değişir
Eskiden reklamlar somut vaatlerle çıkardı. Meşhurlar da bu amaçla kullanılırdı. Cantona’yı seyrederken mesajın “Sen de Nike giy, Cantona’nın izinden git” gibi bir şey olduğunu iyi kötü anlardık. Ama artık “Adidas giy ve Messi gibi şut çek” demiyorlar bize (yemediğimizi anladılar). Günümüzde tüketiciye verilen mesaj şu: “Biz o kadar kudretli bir markayız ki, o taptığın futbolcuların alayını toplar, reklamımızda maymunluk yaptırırız. Bunu yapabildiğimize göre ürettiğimiz ayakkabının kalitesini artık sen düşün...”