Bir arkadaşım var. Annesinin yemeklerinden bir türlü vazgeçemeyen bir lezzet avcısı. Bu işlerden iyi anlar. Ama gördüğü ve bildiği dışındaki her yemeğe hep şüpheyle yaklaşır.
Durağanlıkta, değişmemekte bir tür hikmet bulan çok. Söylediklerim, eskiden bizde var olan bir kavramı çağrıştırdı: Huzur azgını! Atalarımız, bazen insanların fazla huzurdan azacaklarını düşünürmüş demek ki. Doğru da, huzurun çağrıştırdığı durağanlığın dışında da bir hayat var. Niye onu görmezden gelelim?
Bugün bayram. Herkesin mutlu olmasını dileyerek söze gireyim. Dini açıdan ay takvimine bağlı olunduğundan, bizim bayramlarımız da yıl içinde sürekli bir gezinti halinde. Adeta takvimde sörf yapılıyor. Bir bayramdan diğerine önce haftalar, sonra aylar ve nihayet mevsimler değişiyor. Bayram, bir ömür içinde bazen kışa bazen de bahara veya yaza geliyor. Ben bu değişimin çok hoş olduğunu düşünenler arasındayım.
Bugünkü bayram yazısını da bu değişim kavramı üzerine yapılandırmayı düşündüm. Buna sebep olan yakın bir arkadaşımla yaptığım küçük bir yemek tartışması oldu. O, annesinin yemeklerinden bir türlü vazgeçemeyen ve sürekli onları arayan bir lezzet avcısı. Üstelik bu işlerden de iyi anlar. Ama gördüğü ve bildiği dışındaki her yemeğe hep şüpheyle yaklaşır. Yenilikleri kabul etmekte zorlanır. Hele toplumun sınırlarını aşan yeniliklerden hiç hoşlanmaz. Garipsediğim bir huyu da, hiç bilmediği ve tatmadığı halde bizim eski yemek kültürümüze merakıdır. Onları bir tür yenilik saymadığı için kabul etmekte zorlanmaz.
Oysa değişim, hayatımızın belki de en çok ıskaladığımız kavramı. Durağanlıkta, değişmemekte, geçmişe saplanıp kalmakta -sözünü ettiğim arkadaşım gibi- hikmet bulan çok. Bir defa bilineni tekrarlamak, insanda güven duygusu uyandırıyor. Hata riskiniz azalıyor. Kendinizi güvenli bir limana sığınmış hissediyorsunuz.
Bunda kötü olan ne öyleyse? Hemen söyleyeyim. İnsanı, diğer yaratıklardan ayıran en önemli özellikler böyle durumlarda göz ardı edilmiş oluyor. Mesela bilinmeyene duyulan ilgiye verdiğimiz adla merak, son derece insancıl bir his. Merak duygusunu ise böyle bir ortamda tatmin etmek imkansız. Sonra macera konusunda çoğumuzun içinde yanan ateşi, muhafazakarlık adına suyla değil adeta buzla söndürüyoruz. Tekdüzeliği ve onun doğurduğu bıkkınlığı adeta kutsallaştırıyoruz. Ne adına? İtiraf etmek gerekirse, rahat etmek için. Ancak kendimize içtenlikle soralım bakalım, böyle bir rahatı gerçekten istiyor muyuz? Yoksa tembelliğin gevşekliği mi bizi böyle sıradan bir hayata iten?
Yukarıdaki satırlarda bir provokasyon var. Bunu kabul ediyorum. Söylediklerim, eskiden bizde var olan bir kavramı çağrıştırdı: Huzur azgını! Atalarımız, bazen insanların fazla huzurdan azacaklarını düşünürmüş demek ki. Doğru da, huzurun çağrıştırdığı durağanlığın dışında da bir hayat var. Niye onu görmezden gelelim?
ESKİ BAYRAMLARI RAHAT BIRAKALIM
Benim böyle bir bayram günü aklıma bu tür aykırı düşüncelerin üşüşmesi belki de böyle bir huzur azgınlığı meselesi. Ama olsun, ne zararı var. Bir de olup bitenlere farklı bir açıdan bakmayı öğreniriz. Bu da hayatımızı zenginleştirebilir.
Ne yalan söyleyeyim, yıllarca ‘‘nerede o eski bayramlar’’ yazılarından ben de çok yazdım. Günah çıkartmak için söylemiyorum -çünkü günah çıkartmaya inananlardan değilim- ama bu zihinsel tembelliği onaylayacak şeylerden söz etmek artık hiç içimden gelmiyor. Bırakalım eski bayramlar kendi zamanlarına ait güzelliklerini tarihe rahatça gömsünler. Biz de onları sakin köşelerinde rahatsız etmeyelim. Yok, sözü edilen -daha doğrusu edilmek istenen- kavramlar sevgi, kardeşlik, dayanışma, mutluluk gibi olanlar ise bunlar zaten zamandan ve zeminden münezzeh, yani zamana ve yere bağlı değil. İnsanlar var oldukça her zaman konuşulacak konular.
Bakın küçük bir yemek tartışması bizi nereden nereye getirdi. Şu güzel bayram gününde ağzınızın tadını kaçırmadığımı umarım. Ağız tadı bu kadar akıldan ve izandan uzak olmamalı zaten. Özgür düşüncenin tadı, ağzımızın kaçan tadından daha şekerli. Bunu bir kenara yazın ve sakın unutmayın.
İHTİYACI OLANA VERİN
Bir de bayramla doğrudan ilgili birkaç sözüm var. Bu bayramda bazılarımıza farz olan kurban kesip etinin hiç olmazsa bir kısmını ihtiyaç sahiplerine dağıtmak. Buna kimsenin itiraz etmesi mümkün olamaz. Kurban kesemeyenler ise, böylesi kutsal bir günde mutlaka başka hayırlar işlemeli. Sadaka dağıtmak, fakir fukaranın ufak tefek de olsa ihtiyaçlarını gidermek gibi. Yoksulun yansıra, ihtiyaç sahibi dulun, yetimin hakkı da kutsal kitaplarda sık sık zikredilir ve bunların yerine getirilmesi istenir. Ancak benim, bütün bunların ötesinde, çok önemsediğim ve hepimize farz olan bir başka özellik daha var. Bakara suresinin 263. ayetinde Alemlerin Rabbi -mealen- şöyle buyuruyor: 'Bir tatlı dil, bir bağışlama, arkasından incitmenin geldiği sadakadan daha hayırlıdır. Allah ganidir, halimdir.'
Hiç olmazsa şu kutsal bayram gününün yüzü suyu hatırına tatlı dili, gülümsemeyi ve bağışlamayı sakın ola ihmal etmeyin. Unutmayın ki tatlı dil ve gülümseme herkesin hakkı ve yeryüzünde affedilemeyecek hiçbir suç yok!
Doğrusu bayram bir yana, bunları hayatımızın her anında hatırlamakta sayısız yarar mevcut. Belki o zaman, eski bir şarkıda bir dilek olarak söylendiği gibi, her gün bayram olur!