Paylaş
SEVGİLİ Ayşen Gür’ün 'Saatte en fazla 120 km' başlıklı yazısını ilgiyle okuduğunuza eminim.
Ayşen şoförlerin tuhaf bilgisizliğinden yakınıyor. Bir de, Türkiye’deki azami hız sınırının 120 km-saat olduğunu bilmeyen sürücülerin İngiltere ve ABD’de bu sınırın 90 mil-saat (bizim hesabımızla, 135 km-saat) olduğunu bilmelerine şaşmış.
Önce bu iddianın doğru olmadığını söyleyeyim. Bizim sürücüler iyice atmış.
İngiltere’de çok az araba kullandım. O da İskoçya’nın köy yollarında ve dağ başlarındaydı. Kullandığım da Land-Rover marka bir arazi arabasıydı. İstense de sürat yapmayan cinsten yani.
Amerika ve Kanada’da ise çok araba kullandım.
Bana söylenen hız limitleri Ayşen’e söylenen çok farklıydı.
Söylenmek bir yana yollarda gördüğüm levhalar da çok daha düşük hız sınırlarına işaret ediyordu.
Yine de teyit için Amerikan Başkonsolosluğu’nu aradım. Ayşe Özakıncı bana hız sınırlarını belirten bir mektup yolladı.
Amerika’daki uygulama
Amerika bizim gibi milli birlik ve beraberlik sergileyen bir ülke değil. Her eyalette hız sınırları yerel yasalarla belirtilmiş bulunuyor. Bu çeşitliliğe rağmen hiçbir eyalette hız sınırı 75 mil-saati (yaklaşık 110 kilometre-saati) asla aşmıyor. Birçok eyalette -mesela New York’ta- bu sınır 10 veya 15 mil-saat daha düşük. Yani 100 veya 90 kilometre-saat’in altında.
Düşünün bu hızlar, Amerika’nın ve Kanada’nın en mükemmel otoyollarında böyle. Şehir içi hız ise inanılmayacak kadar daha düşük.
Bizdeki yolların oradakilerle kıyaslanır yanı yok. Adamlar yıllardır bozuk, çukurlu, kasisli yoldan bihaber. Otoyollar sayın ki uçak pisti. Arabalar ise, teknolojinin son harikası.
Orada bile böyle böyle bir hız sınırlaması varsa, varın gerisini siz hesaplayın.
Yasaya uymak
Sakın, 'yasalar böyle diyor ama acaba bu hız sınırlarına uyuluyor mu?' diye sormayın.
Uyuluyor, hem de nasıl! İsterseniz uymayın.
Kanada’da ilk kez araba kiraladığımda, bütün trafik kurallarına saygı göstermenin ötesinde bu hız sınırına mutlaka uymam tembih edilmişti.
Söylemek kolay. Altımda son model ve sıfır kilometre bir araba var ki, gaza basınca motordan gelen homurtu insanın içini ürpertmekte. Bir de Toronto-Ottowa otoyoluna çıktığımda sanki uçak pistindeyim sandım. Araba ve yol bana adeta 'gaza bas' demekteler.
İşte o zaman 'cruise control' denen sistemin neye yaradığını anladım. Çünkü bu sistem sayesinde hızı bir noktaya getirip kilitliyorsunuz. Ayağınızı da gazdan çekiyorsunuz. Artık sadece fren var. Tehlike anında frene bastığınızda otomatik sistem devreden çıkıyor. Yol boyunca aşka gelip sürat yapmanız böylece engellenmekte.
Suç ve ceza
Bütün bu sistemlere karşılık, Şeytan beni sürekli dürtüyor. O anda da aklıma arabayı kiraladığım şirketin yetkilisinin sözleri geliyor. 'Eğer kurallara uymazsanız fena halde cezalandırılırsınız' demişti.
Kanada’da yaygın bir deyiş var. 'Sürücü ehliyeti bir hak değil, bir lütuftur. Verildiği gibi geri alınır' diyorlar.
Oralarda cezanın en hafif polisin size bir makbuz yazması. Parayı ödüyorsunuz ve kurtuluyorsunuz. Ancak para cezaları da 100 dolardan başlıyor. Yani can acıtıcı. Gelin de sevgili Hıncal Uluç’a hak vermeyin!
Ama iş bununla bitmeyebilir. Polis sizi hemen yargıcın önüne de çıkartabilmekte.
O takdirde en hafif atlatma, yargıcın sizi sadece belli saatlerde belli güzergahlarda araba kullanmaya mahkum etmesi. Daha kötüsü, ehliyetinize geçici olarak el konması.
Ara kararların böylesine çeşitli olmasına karşılık, yargıçların hatalı sürücüleri büsbütün trafikten men etmesi ve ehliyetlerine el koyması da mümkün ve sık da oluyormuş. Ondan sonra, yandı gülüm keten helva!
Swissotel’de Amerikan Yemekleri
SWISSOTEL bu haftayı Amerikan mutfağına ayırmış.
Açılış akşamı Mehmet Yaşin’le Swissotel’in çatısında buluştuk.
Girişte otelin halkla ilişkilerini yürüten IMAGE’dan genç hanımlar karşıladı. Bizi çatının da çatısına çıkarttılar.
Araya kısa bir açıklama sıkıştırayım. Swissotel’in çatısı zaten hoş bir restoran. Bu bahsettiğim yer ise çatıdan dikçe bir merdivenle çıkılan, on beş yirmi basamak daha yukarıda 'çatının çatısı'. Küçük, ama çok hoş bir yer. Manzara ise olağanüstü.
* * *
Girişin hemen sağına bir masa kurulmuş. Arzu ve Hayri Molu çifti Sutter Home’un şaraplarını sergiliyor. Bir kısmı da açılıp içilmekte. Hayri Molu bana özel bir şarap bulmanın peşine düştü. Sonunda şişe bulundu ama, ne yazık ki içinde şarap kalmamış! Hayri duruma epey üzüldü. 'Çok güzel, istisnai bir şaraptı' dedi.
Buna karşılık Mehmet Yaşin’le önce bir Merlot, arkasından da bir Pinot Noir içtik. Her ikisi de güzeldi.
Geciktiğimden soğuk büfede hiç bir şey kalmamıştı.
Sıcak büfede ise ızgara bonfile ve ızgara piliç vardı. Garnitür olarak da sebze buketi ve domatesli pilav bulunuyordu. Bir yerlerde dana kaburgasına rastladım, ama bütün gayretlere rağmen soğumuştu, pek bir şey anlamadım.
Izgara ise müthiş tütttüğünden orada pişmekte olan kuzu şiş, kuzu pirzolası ve dana bonfileyi sabırla bekleyemedim.
Ama bilenler ısrarla SwissÔtel Chicago’dan gelen konuk şef Derrick Chaulk’un harika ve son derece değişik yemekleri olduğunu söyledi. Hele bir elma çorbası var ki, tamamak olmaz.
Fırsat bulursam mutlaka gidip deneyeceğim.
Swissair, Sutter Home şarapları ve SwissÔtel-Chicago’nun katkılarıyla düzenlenen ve 23 Haziran 2000-30 Haziran 2000 tarihleri arasında SwissÔtel İstanbul - The Bosphorus tarafından Roof Garden’da sürecek.
Paylaş