Sümer yemeklerinin başlıca hammaddesi tahıldı. En çok kullanılan bakliyat çeşitleri arasında ise nohut, mercimek ve baklagilleri görüyoruz.
Bunlara taze tüketilen soğan, sarmısak ve pırasanın eşlik ettiği kayıtlı. Salatalıklar da bol kullanılmış Sümer mutfaklarında. Bu malzeme listesine bakarak Sümerlerin basit yiyeceklerle yetindiklerini sanmayın. Onları izleyen Babilliler döneminde sarayda bugün bile dünyanın en pahalı birkaç yiyeceğinden biri olan trüf mantarının sık yenildiğine dair kayıtlar mevcut.
Geçen haftanın bence en çarpıcı haberi, Bağdat'taki müzelerin yağmalanmasıydı. Haberi okurken çapula izin verenlerin o pek övündükleri uygarlıklarının (?) köşe taşını söktürdüklerinin farkında olmadıklarını hissettim. Altında kalanın canı çıksın!
Uygarlık dediğimiz şey, yemekle başlar. Uygarlık öncesinde atalarımızın en önemli işi gün boyunca yiyecek peşinde koşmaktı. Doğanın verdiğiyle yetinmek zorundaydılar.
Tarım Devrimi diye adlandırılan olayın insanlık için önemi, işte bu noktada yatar. İnsanoğlu on bin yıl kadar önce Mezopotamya'da ilk kez sulu tarıma başladı. Toprağı sürdü, yabani bitkilerden elde ettiği tohumları ekti ve Fırat ve Dicle'nin sularını yönlendirdiği kanallarla tarlalarını suladı.
Böylece ortaya, tohumun verimiyle orantılı miktarda tahıl ve meyve çıktı. Rastlantıya bakın ki, hemen aynı zamanlarda hayvanlar evcilleştirilmeye başlandı ve et için av peşinde koşmak zorunluluğu ortadan kalktı. Artık av maceralarından geriye yalnız Dicle ve Fırat'ın sularında yapılan balık avcılığı kalmıştı ve bu sularda balık da çok bereketliydi.
Sabanın keşfi, orağın icat edilmesi insanlık açısından uzaya giden araçların yapılmasından daha önemlidir. Sulama kanalları için de aynı şey rahatça söylenebilir.
Bütün bunları izleyen daha önemli gelişmeleri de unutmamak lazım. Mesela böylesine karmaşık bir sulama sistemini işletmek için insanların devleti kurduğu öne sürülür. Wittgenstein'ın toplumsal örgütlenmenin sulama kanallarını işletmek üzere kurulduğunu öne sürdüğü ‘‘hidrolik toplum’’ kavramı son derece akla yatkın bir spekülasyondur.
Bir kişinin kendi tüketebileceğinden fazla tahıl veya hayvan yetiştirmesi sonucunda ortaya çıkan artık değer sayesinde zanaatkarlar, sanatçılar, bilim adamları, tacirler ortaya çıkabildi. Kentler böylece doğdu. Yeryüzündeki en eski kentlerin sabanın ve orağın mucidi Sümerler'de görülmesi boşuna değil.
İLK BİRA BURADA YAPILDI
Şimdi biraz da bu insanlar ne yiyip içiyordu ona bakalım...
Mezopotamya'nın ilk uygar sakinleri Sümerler'in yemeklerine ilişkin bilgilerimizi, çalışkan katiplerin tabletler üzerine düştükleri notlara borçluyuz.
Sümer yemeklerinin başlıca hammaddesi tahıl, yani arpa, buğday ve akdarıydı. Tahılları hemen bakliyatın izlediğini görüyoruz. Sümer yemeklerinde çok kullanılan bakliyat arasında nohut, mercimek ve baklagilleri görüyoruz. Bunlara taze olarak tüketilen soğan, sarmısak ve pırasanın eşlik ettiği kayıtlı. Salatalıklar da bol kullanılmış Sümer mutfaklarında. Kayıtlarda sık sık hıyar, tere, hardalotu ve marul gibi yeşilliklerden söz ediliyor.
Bu malzeme listesine bakarak Sümerlerin basit yiyeceklerle yetindiklerini sanmayın. Onları izleyen Babilliler döneminde sarayda bugün bile dünyanın en pahalı birkaç yiyeceğinden biri olan trüf mantarının pek beğenildiğine ve sık yenildiğine dair kayıtlar mevcut.
Ama yine de gündelik yemeğin bir tür arpa bulamacı olduğu düşünülüyor. Ya da belki arpadan yapılmış bir ekmek sözkonusu olabilir denmekte. Buna birkaç baş soğan ve belki de küçük bir kap bakliyat yemeği eşlik etmeliydi.
Ancak... İşin güzel yanı, bütün bu mütevazı yemeğe genellikle bir bardak biranın eşlik etmekte olduğu gerçeği. Bira, resmi yazılı kayıtlara göre, dünyada ilk kez Mezopotamya'da Sümerler tarafından yapılıp içilmişti.
SOKAKTA BALIK EKMEK SATILIRDI
Sümer tarihçileri Fırat ve Dicle'den tutulan balıkların da gündelik diyetin tekdüzeliğini bozmakta kullanıldığını belirtir. MÖ 2300'lere uzanan bir kayıtta Mezopotamya'daki nehirlerde elliden fazla çeşit balık bulunduğu yazılı. Ur kentinin sokaklarında yoksul ve orta hallilere kızarmış balık ekmek öneren sokak satıcılarının varlığını iyi biliyoruz.
Et denince akla gelen sadece balık olmamalı. Keçi, koyun, sığır ve domuz etinin de yendiği bilinmekte. Ancak bu etler uzun süre saklanamadığı için genellikle kolay ulaştırılabilen kentlerde yenmekteydi. Kırsal kesimlerde ise daha az tüketilmekteydi. Büyükbaş hayvanların tarımsal alanda ömrünün son demlerine kadar kullanıldıktan sonra ancak kesime yollandığını da söylemeliyiz. Yoksul kesimde durum böyleydi. Sarayda ise MÖ 2400 yılına ait bir tablete göre, ‘‘yaşlı öküz eti yalnız köpeklere verilecek kadar iyidir’’ diye düşünülmekteydi.
Özellikle bu kayıt bize o dönemlerde de et yemenin zenginler için kolay, yoksullar içinse zor olduğunu göstermekte. Et o zamanlar da pahalıymış ve bugün olduğu gibi o zaman da Mezopotamya'da yoksullar ve zenginler varmış!
KOYUN İÇİN 200 KELİME VARDI
Toplumsal ağız tadının koyun etinden yana olduğunu tahmin etmek zor sayılmaz. Unutulmamalı ki, Sümerler önemli ölçüde koyun çobanıydı. Koyunun toplumdaki önemini anlatmak için, Sümer dilinde koyunun değişik hallerini anlatan iki yüzü aşkın kelime bulunduğunu söyleyebiliriz. Semiz koyun, semirtilmiş koyun, dağ koyunu, iri kuyruklu koyun gibi birkaç sözcükle yaptığımız tanımlamalar için onların dilinde sadece birer kelime mevcuttu.
Koyun kuyruğu yağı, Sümerler'de büyük bir gastronomik yiyecek sayılmaktaydı. Bugün çöp şişlerin arasına veya kıyma kebaplarının içine kattığımız bu kuyruk yağlarının lezzetini Sümerler'e borçluyuz!
Sözü noktalarken yazının başına döneceğim. Biz bu bilgileri Mezopotamya'nın kayıtlarına borçluyuz. Bağdat'ta kültür katliamında bunların önemli bir kısmı yağmalandı. Ve ne yazık ki Amerikalı yetkililer buna göz yumdu. Bu bana Rusya'da Ekim-Kasım Devrimi sırasındaki bir olayı hatırlattı. Sen Petersburg'da dünyanın en değerli sanat koleksiyonlarından bir kısmını barındıran Hermitaj Sarayı bulunur. Devrim günlerinde çapulcuların sarayı yağmalayacakları hissedilince Lenin'in Kültür Komiseri Lunaçarski Savunma Komiseri Troçki'ye durumu anlatır. Troçki de sarayın etrafını kuşatır ve askerlere ‘‘süngü tak’’ emri verir. Sovyet Hükümeti'nin bu iki yetkilisi sayesinde insanlığa ait bu eserlerin kılına zarar gelmez.
Irak'taki savaş sırasında ölen, yaralanan insanlara elbette çok üzüldüm. Onlar için bir kardeşimi kaybetmişçesine yas tuttum. Ama Bağdat'taki müzelerin yağmalanmasını bundan daha vahim sayıyorum. Birincisi insanlara karşı bir suçtu. İkincisi ise insanlığa karşı işlendi.
İLK KAYITLI YOLSUZLUK
Ensinin soğanları tanrının en iyi tarlalarında ekili
Sümer tabletlerinden birinde şöyle bir kayıt düşülmüş: ‘‘Tanrının öküzleri ensinin soğan tarlalarını sürüyor. Ensinin soğan ve hıyarları tanrının en iyi tarlalarında ekili.’’ Ensi, Sümerler'de kent yöneticisinin sıfatı. Bugünkü deyişle vali ile belediye reisi karışımı bir yetkili. Tanrının öküzleri ve tanrının tarlaları ise tapınağa ait mallar. Yani yönetici yetkisini kötüye kullanarak tapınağa -ya da bugünkü deyimiyle kamuya- ait mallarda kendi işlerini gördürmekteymiş.
Nasıl, MÖ 2400 yılına ait bu hikaye size yabancı gelmedi değil mi?
İLK ALMANAK
Her garuş için bir şekel arpa
Sümerler yazıyı keşfederken tarıma ait bir sürü kaydı da toplumun hizmetine sunmuş. MÖ 2500 yılında kaleme alınmış kayıtlarda bu tür sözlere rastlanıyor: ‘‘Tarlanı sürerken gözünü arpa tohumlarını serpen adamdan ayırma. Tohumlar düzgün aralıklarla iki parmak derine atılmalı. Her garuş (dönüm gibi bir toprak birimi) toprak parçası için bir şekel (bu da bir ağırlık birimi) arpa kullan. Eğer toprakta tohumlar yeterince derine gidemiyorsa, sabanın demirini değiştir.’’