İki dudak şaman

Şamanizmde şaman ne derse o olur. Bugün sürdürdüğümüz pek çok alışkanlık, binlerce yıl öncesine ait ve şamanın iki dudağı arasından çıkan, tamamen uydurulmuş şeyler.

Haberin Devamı

Bazen, “bende bir tuhaflık var” diyorum kendi kendime, bazen de “tuhaflık değil bu, olması gereken” diyerek teselli buluyorum. Size de gelip yapıştığı olur mu şu düşüncenin: “Ya doğru bildiklerimiz yanlışsa?” Bu sorunun yarattığı tedirginlik, güvensizlik, sürüncemede kalmışlık duygusu ancak neyle geçiyor, biliyorsunuzdur: “Yok canım, hepsi doğru. Kuruntu yapma” diyerek kendi kendimize telkinde bulunduğumuzda. (Ya da bir başkasının bize telkinde bulunmasıyla. Fark etmez.) Bir başka tedavi yöntemi de bıkmadan doğrunun peşinde koşmak. Yorucu olduğu için pek tercih edilmiyor anlaşılan.

İki dudak şaman

Birkaç etkileyici gösteriyle şamanların boyunduruğuna girdik binlerce yıl önce. Foto Joshua Newton - Unsplash

Haberin Devamı

DOĞRUSUNU ÖĞRENMEK

İnsan, soru işaretlerinin havada asılı kalmasından (yani muallaktan) hoşlanmaz. İlle de bir yanıt ister. Bunda hiçbir sorun yok. Bizi insan yapan unsurlardan biri bu. Fakat sorun şu ki, bulduğumuz yanıtın doğru ya da yanlış olmasıyla pek ilgilenmiyoruz. O yüzden bugünkü teknolojik devrimlere rağmen internette bile yığınla yanlış bilgi kopyala-yapıştır yöntemiyle çoğalıp duruyor ve işin kötüsü onları doğru sananlar da aynı oranda artıyor. Sadece bizim ülkemizden -daha önce de konuştuğumuz- çok basit mini bir örnek: “Şarz” diye bir şeyin olmadığını, doğrusunun “şarj” olduğunun öğrenilmesini bırakın, üretilen birtakım teknolojik aletlerin/ürünlerin ambalajlarının üzerine “şarz” yazılmaya başlandı! Çok rahatsız edici olmasına rağmen üzerinde çok da durulacak şey değil belki. Çünkü bu yanlış telaffuz, kimsenin hayatına mal olacak veya hayatını etkileyecek türden değil. Tabii cehaletin yayılmasından rahatsız değilseniz.
Çok basit bir çaresi olduğu halde saçma sapan tedavi yöntemleri(!) nedeniyle tarih boyunca kim bilir kaç milyon insan hayatını kaybetti bugüne kadar. Antik inançlarda tanrılara kurban verilen çocukların haddi hesabı yok. Ama gelişme böyle bir şey. Giderek yanlışı görmek ve yerine doğrusunu koymak değil mi gelişmek? Benim sözünü ettiğim bunlar değil ama.

Haberin Devamı

İki dudak şaman

Şamanların ağırlıklı olarak kuş kılığına girmeleri tesadüf değil. Uçup göklere ulaşmaları gerek.

ANLAŞILIR KILAN BİR ÖRNEK

Bakınız, hem Türkiye hem de dünya arkeolojisinin en önemli isimlerinden Robert J. Braidwood (1907-2003), “Tarihöncesi İnsanları” adlı eserinde (Arkeoloji ve Sanat Yayınları, Ç.:Bilgi Altınok, 2008) ne diyor: “İnsanlar ya da en azından insansı canlılar yaklaşık 3 milyon yıldır yeryüzünde yaşıyorlar. (…..) Eğer 3 milyon yıllık bir süreyi bir gün olarak varsayarsak, şöyle bir görünüm ortaya çıkar: Şu an geceyarısıdır ve İsa 57 saniye önce doğmuştur. İlk yazılı tarih 2 dakika 20 saniye önce başlamıştır. 23.57’den önceki her olay da tarihöncesindeydi.” (a.g.e. s.13) Bu arada belirtmeliyim ki son buluntularla bu 3 milyon yıllık süre, 5’e doğru uzuyor gibi.

Haberin Devamı

İYİ Kİ BİLİM VAR

İnsanın bilgisi, Braidwood’un örneğinden gidersek, son birkaç dakikayla sınırlı. (Genlerimizdeki bilginin çok daha eski olduğunu düşünüyorum, o ayrı konu.) Arkeoloji sayesinde yazıdan öncesini, yani tarihöncesini biraz daha bilir olduk ama o da bizi -orantılı bir hesap yapmadan kafadan atayım- en fazla 23.48’e götürsün! (Göbeklitepe ile ünlenen Taş Tepeler, dünya tarihinin gerçek anlamda dönüm noktasıdır. Takip etmenizi öneririm.) Yani koskoca bir 23 saat hakkındaki bilgimiz çok sınırlı. Bereket versin jeoloji, antropoloji, paleo ile başlayan tüm bilimler, kısaca bilim var da kara cehaletimiz damla damla siliniyor.

İki dudak şaman

Tadına doyulmaz bir bölgedir Temenyeri Parkı civarı.

Haberin Devamı

İLK YETENEKLİ LİDER

Bakınız, insanın inanç serüvenini bu sayfada çokça konuştuk, tekrarlamak istemem ama en başta, doğal olaylara aklımız ermediği için hepsini doğaüstü güçlere atfettiğimizi, bu güçlerin en kutsalının da, her şeyin kaynağı gibi görünen “gökler” olduğunu kısaca hatırlatmış olayım. İnsanı korkutan göksel doğal olayların yarattığı korku çok büyüktü elbette. Fırtına, şimşek, yıldırım, gök gürültüsü, dolu, yağmur vs. karşısında çaresiz insan, gündüzün aydınlığından gecenin karanlığına geçtiği ve vahşi hayvanlarla çevrili dünyasında daha da korkmaya başladığı zamanlarda, mutlaka bir şeylere sığınma ihtiyacı hissediyordu. Varsaydığı doğaüstü güçlerle iletişim kurulması, o güçlerin öfkesinin dindirilmesi gerektiği, ne istediklerinin anlaşılması için ortaya atılan (veya seçilen, bilemiyoruz) birileri, epey akıllı davrandı. Göklerle iletişim kurmak için, gökte dolaşabilen tek canlı olan kuşlara öykünerek kuş gibi giyiniyorlardı. Biraz da kafayı tütsüleyerek (esriklikle) sözde göklere yükselip doğaüstü güçlerin ne istediklerini anladıklarını iddia ediyorlardı. Diğerlerinin onun söylediklerine inanmama şansları yoktu, çünkü o en büyük otorite idi. İnsanın ilk sivil lideriydi o. (Çünkü kaba kuvvetle değil, başka yetenekleri ile bu noktaya gelmişti.) İşte biz o seçilmiş veya o zamanki topluma göre “seçkin” kişiye “şaman” dedik.

Haberin Devamı

İki dudak şaman

Temenyeri'ne 1844'te yapılan Hünkar Köşkü'nün kısa süre sonra çekilmiş bir fotoğrafı.

ÖLÜNÜN 7’Sİ 40’I

Evet Şamanizm en doğal inançtı ama özünde yine insan uydurması vardı elbette. Bugün, şamanizmden kalma pek çok adeti sürdürüyoruz. Sürdürelim, bir zararı yok. Mesela bir sevdiğimizin vefatının ardından 7’si, 40’ı uygulaması, bilirsiniz, öpücük sesi eşliğinde kulak memesini çekiştirip tahtaya iki kere tıklamamız, kurşun dökme, muskalar, daha neler neler… Ölünün 7’si, 40’ı dedik, anlatayım kısaca. Şamanizme göre ölenin ruhu bir süre evinin içinde, etrafında dolanırmış. Ölen, çocuksa 7 gün, yetişkinse 40 gün sonra terk edermiş bölgeyi ve artık nereye gidiyorsa oraya gidermiş. Bu süre içinde evden dışarıya eşya verilmez, içeriye şaman girmezmiş. Süre sonunda da ölenin yakınları “ruhlar bayramı (üzüt payram)” düzenler, hayvan kesip etini kalabalık sofrada yer, gidenin ardından dualar okurmuş. (Bkz. Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Altınordu Y., 2017. Ayrıca bkz. Mircea Eliade, Şamanizm, İmge Y., Ç.:İsmet Birkan) Bugün İslâm’la harmanlanmış gibi görünen bu uygulama, en inançlı olduğunu söyleyenlerin bile savunduğu bir geleneğe dönüşmüş durumda ama bir tane bile İslâmî dayanağı, kaynağı, kıvılcımı yok. Elbette isteyen istediğini yapar, kimsenin kimseye karışma hakkı yoktur. Sadece neyin ne olduğu bilinsin, yeter. Ama, “atalarımız Türkler yapıyormuş, biz de o yüzden yapıyoruz” diyenlere de amenna tabii. Fakat ölünün kırkının, yedisinin ülke genelinde bir sektöre dönüşmüş olması da insanın içini acıtmıyor değil. O sektörü bilenler bilir.

İki dudak şaman

Palmira'nın Temenos'u. Ya da Palmiralı Temenyeri. Kaynak Wikimedia.

ŞAMAN NE DERSE O

Arkeolog, etnolog, tarihçi ve cerrah Daniel Garrison Brinton (1837-1899) bakın şamanlar hakkında ne diyor: “Ulusların boynuna yapışıp tüm ilerleme girişimlerini bastırdılar, onları batıl inanç ve savurganlığın esaretine mecbur ederek sefalete ve ölüme sürüklediler.” (D.G.Brinton, Kızılderili Mitolojisi, Ç.:Cemal Can Tarımcıoğlu, Maya Kitap, 2022) Çok doğal değil mi? Bir kabile düşünün. Doğanın unsurlarından bütün insanlar gibi onlar da korkuyor. İçlerinden biri çıkıyor, diyor ki, “Ben hallederim”. Kendinden geçiyor, acayip acayip kıyafetler giyiyor, tuhaf sesler çıkartıyor, deli gibi davranıyor, anlaşılmaz sözcükler kullanıyor ve sonunda diyor ki, “Ben hallettim! Şunun şunun yapılması lazım. Senin oğlunla öbürünün kızını kurban ettik mi tamamdır bu iş, göklerin öfkesi dinecek.” İnanıyorlar haliyle. En büyük otorite o. Eh, tanrısal otorite bu, kim sorgulayabilir? Kim itaat etmemeye cesaret edebilir? Her şey bir tek kişinin iki dudağı arasında. O ne derse o. Artık “kulağını çekip ağaçlara öpücük at” derse yaparsın, “baban ölünce amuda kalkıp trompet çal” derse çalarsın, “deprem olduğunda zil takıp oynamaya başlarsan sarsıntı geçer” derse köçeğe bağlarsın… Ne derse o. Uyduruyor işte! Onun uydurduğunu anlamak için binlerce yıla ve hayatta tek yol gösterici olan bilime gereksinim var. Neyse ki artık bilim de var, anlaşılabilir bilime ulaşmanın çok sayıda yolu da. Hem artık kabile de değiliz, ben uyanmazsam, yanımdaki beni uyarabilir, sosyal toplum olmak böyle bir şey. (Buradan şamanizmi kötülemek istediğim anlamı çıkmasın. Sadece hiçbir şeyi körü körüne kabul etmek, hiç kimseye körü körüne inanmak durumunda olmadığımızı söylüyorum.)

TEMENNA EDEN KEŞİŞLER!

Doğru bildiğimiz her şeyi, ama her şeyi sorgulamak boynumuzun borcu. Ya birileri bize yanlış öğrettiyse? Bakınız, içime dert olan bir konuyu da size bu yazıyla açmış olayım. Ömrümün uzun bir dönemini geçirdiğim Bursa’da, Temenyeri diye dünya güzeli, nefis bir yer vardır. Uludağ’ın eteğinde olduğu için, şehir merkezinden epeyce yüksektedir. Yanından şırıl şırıl Gökdere akar. Hele karlar erirken o suların gürüldeyişini dinlemeye, çağıldayan suların köpüklerini izlemeye doyum olmaz. Dağın eteği, akarsu… Size de bir şey çağrıştırmıştır sanırım. Dünyanın pek çok yerinde kadim tapınaklar, böyle yerlere kurulmuştur. Sayısız örneği var, saymayayım şimdi, sizin aklınıza gelir zaten bazıları. Bakınız “Temenyeri” sözcüğünü sözüm ona açıklayan kaynaklar, bu ismin “temenna”dan geldiğini (yani eli başa götürerek verilen selam/temennâh), padişahın halkı burada selamladığını (veya halkın padişahı burada selamladığını), bu nedenle bu ismin verildiğini yazmakta. Hünkâr Köşkü’nün varlığından olsa gerek. (Şehir merkezinde selamlaşacak yer kalmamış gibi.) Aynı kaynaklarda 16. yüzyılda da aynı yerde bu isimle bir mahalle olduğu söylenmekte. Oradaki Hünkâr Köşkü’nün yapılışı 1844! Neyse, kırıcı olmadan sadede geleyim… Temenna ile ilgisi yok o ismin. Yunanca “temenos”tan gelir. Temenos, “etrafı duvarla çevrelenmiş, bir ya da daha fazla tapınağı ve dinsel yapıyı içine alan kutsal alan” anlamına gelir. Uludağ’ın adı 1925’e kadar neydi? Keşiş Dağı! O keşişler nerede yaşayıp ibadet ediyordu, neredeydi manastırları, ibadethaneleri bilin bakalım. Yoksa keşişler de mi “temenna” ediyordu? Kimsenin bilime ve kültüre şamanlık etmeye, koskoca kadim Anadolu topraklarının Osmanlı öncesi tarihini yok saymaya hakkı yok!
Aslında benim “Ya doğru bildiklerimiz yanlışsa?” diye anlatmaya niyetlendiğim şeyler bunlar da değildi. Artık başka yazıya...

Yazarın Tüm Yazıları