Paylaş
Deli Dumrul’u duymuşsunuzdur. Dede Korkut öykülerinden birinin kahramanı. Bir kuru çayın üzerine köprü kurmuş, geçenden otuz akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alırmış. Deliden ziyade zorba diyebiliriz. Birilerini döverek nam salmak isteyen biri. Bir gün Azrail’e kafa tutar ve tabii bütün zorbalığı sona erer. Henüz okumamış olanların zevkini kaçırmamak için daha fazla anlatmayalım, Dede Korkut Öyküleri her kitapçıda var, bence mutlaka okunması gerekenler listesindedir.
LÜZUMSUZ KÖPRÜ DUMRUL’A YARAR
Ama benim konum Dumrul değil, köprüsü. Bir kere gerekli değil, altında hiçbir şey yok, küçücük bir çay varmış bir zamanlar, o da kuruyup gitmiş. Yani gereksiz bir köprü, altından yürü geç. Ama Dumrul bu, büyük zorba. Geçenden de para alıyor, geçmeyenden de. Ama dedim ya, konu Dumrul değil, köprü. Bir köprü düşünün ki emek verip yapılmış ama yapandan başka hiç kimsenin hiçbir işine yaramıyor, hatta yapandan başka herkese zarar veriyor. Böyle bir köprü gördüğümüzde oradan hızla uzaklaşmak, her köprüyü faydalı saymamak gerek.
Ama insanlığın ortak kültüründe işe yarar pek çok köprü var. Bunlardan biri de İngiliz söylence kahramanlarından, hani şu meşhur yuvarlak masa şövalyelerinden olan Lancelot’un geçtiği köprüdür. Köprü suyun altındadır ve tırpandan daha keskindir. Lancelot, köprüden geçmeden önce karşı kıyıda iki aslan görür ama yine de geçmeye kararlıdır. Köprü büyük acılar çekilerek, yalınayak geçilir ve karşıdaki iki aslan artık sadece iki kertenkeleye dönüşmüştür, tehlike ortadan kalkmıştır. Bu ortaçağ söylencesinde derin anlamlar vardır, oturup üzerinde saatlerce konuşabiliriz ama konumuz alt anlamlar değil, hâlâ köprü.
Köprüler hayatı kolaylaştırmak içindir ama derin anlamlar içerebilirler. Foto Aleksandr Barsukov - Unsplash
İSLÂMİYET’TE YOL
Bugün İslâmî Doğu kültüründe en tanınmış köprü, “Sırat” adıyla bilinir. En tanınmışı olmakla birlikte henüz hiçbirimiz görmedik. “Sırat Köprüsü” İslâmî kültürde bilinir olmakla birlikte Kuran’da geçmez. Daha doğrusu adı geçer ama köprü olarak tanımlanmamıştır. Köprülüğü, Hz. Muhammed’in bir hadis-i şerifine bağlanır: “Cehennemin üstüne (veya ortasına) sırât kurulur, ümmetimle ilk geçen ben olurum, o gün peygamberlerden başka kimse konuşamaz, peygamberler de: Allah’ım, selâmet ver, selâmet, derler.”
Kuran’da geçen sırat ise “yol” anlamındadır. Çeşitli ayetlerde geçen sırât-ı müstakîm ise “doğru yol” anlamına gelir. Fatiha Suresi’nin altıncı ayeti bu ayetlere verilebilecek ilk örnektir: “İhdinas sırâtel müstakîm.” Yani: “Bizi, doğru yola ulaştır.” Bir de Saffât Suresi 23. ayeti belirtmek gerek zira orada “sırât-el cahîm” tamlaması vardır. Yani “cehennem yolu” veya kimi kaynaklara göre “cehennem köprüsü”. (Benim görebildiğim kadarıyla yorumlar, “yol” ağırlıklı.) İslâmî kaynakların temelinde bunlar vardır, diğer bulunabilecek metinler, genel olarak yorumlarla ilgilidir. Fakat “köprü”, çok hem de çok daha eskilerden beri kullanılan bir sembolizmdir. Gelin bu konuda yavaş yavaş geriye doğru gidelim.
İskandinav tanrılarından Heimdall, Bifrost isimli köprüyü koruyor. Arkada gökkuşağı köprü. Kaynak Wikipedia.
İSKANDİNAV KÖPRÜSÜ
Hristiyanlık da bu köprü simgeselliğini kullandı. Aziz Paul, bizde bilinen adıyla Pavlus’un, İncil’e alınmayan (yani, kanonik olmayan) görüşünü anlatan bir metinde, dünyayı cennete bağlayan bir köprü var. Bu köprü “saç teli kadar ince”. Cennet, daha önce üzerinde durduğumuz gibi, “gökler” anlamına da geliyor ve aslında bu anlamda bir bütünü temsil ediyor.
Dünyanın göklere veya cennete bağlandığı öykülerden, geriye doğru giderken bir yenisi daha karşımıza çıkıyor. İskandinav mitolojisinde, cenneti temsil eden Asgard ile dünyayı temsil eden Midgard arasında bir köprü vardı. Adı Bifrost’tu. Bu köprü üç renkli ve alevli bir gökkuşağı idi. Tanrılar tarafından, kırmızı ateş, yeşil su ve mavi havadan yapılmıştı. Tanrılar her gün toplantılarını yapmak için bu köprüden geçerlerdi. (İskandinavyalılar, tanrılarının bu köprüyü kurarken çok yorulduklarını görmüş olmalılar ki, o günden sonra kim ne istese, kurulmuşunu gösterip evine kurulmamışını gönderiyorlar, “alın siz yorulun” diye.)
Bir Sogdianalı -bugün Özbekistan sınırları içinde- komutan Wirkak’ın mezarından Çinvat Köprüsü tasviri.
ZERDÜŞT’ÜN AVESTA’SI
Yazılı kaynaklarda varlığını koruyan ve günümüze ulaşmış köprülerden biri de Mazdaizm de denen Zerdüştîlik metinleri Avesta’dadır. Büyük olasılıkla bu, kaynaklara geçmiş, yazılı en eski “köprü”dür. Çünkü Zerdüşt, kabul edilen haliyle MÖ 2’nci bin yılda yaşamış ama onun 6’ncı bin yılda yaşadığını öne sürenler de var. (Elbette hiç yaşamadığını söyleyenler de...) İster yaşasın, ister yaşamasın veya herhangi bir tarihte yaşasın, koskoca bir külliyatı, çok sayıda inananı ve etkilediği koca bir coğrafya var Zerdüşt’ün. Dönelim köprüye. Avesta’daki köprünün adı “Sırat” değil “Cirvat”. “Çinvat” olarak da geçer. Sözcük, “seçen, ayıran, deneyen” anlamlarına sahip. Avesta metinlerinden İslam öncesi Pers inancına ve Fars mitolojisine giren bu köprü, iyilerle kötüleri ayırır. Herkes dünyada kendisi için hazırladığı yoldan yürür, iyilik yaptıysa köprüden rahatlıkla geçer, kötüler ise jilet keskinliğindeki köprüden pisliğin içine düşüp kaybolur.
İslam sonrasında İran’da devam eden köprü sembolizmi, pek çok şaire de ilham kaynağı olmuş. Ebû Said-i Ebu’l-Hayr, şöyle yazmış örneğin:
“Kolay geçmek istiyorsan sırat köprüsünden, Ekmek ver insanlara, ekmek her şeyden iyi.” Ebû Said-i Ebu’l-Hayr, 967 Horasan-1049)
KÖPRÜNÜN BİR AYAĞI ŞAMANİZM’DE
Fakat aslında köprümüz, Zerdüşt’ten ve kitabı Avesta’dan da eski. Orta Asya’da ve Sibirya’nın tamamında var olan, Asya’dan binlerce yıl önce gidip yerleştikleri Amerika kıtasında uygarlıklar kuran Amerikan yerlilerinin de bir zamanlar sahip olduğu (bugün kısmen devam ettirdikleri) Şamanizm, bunun ipuçlarını barındırır. Şamanizm’de ölüler, yeraltına (ölüler diyarına) yolculuklarında bir köprüden geçerler. İnanca göre vaktiyle yeri, göğe bağlayan, insanlarla tanrıların kolay iletişim kurmasını sağlayan bir köprü varmış. Bu belki bir sarmaşık, belki bir ağaçtı, orası tam belli değil. Bilinen, yerden göğe, gökten yere uzanıyor olduğu. İlk zamanlarda insan, bedenen de bu köprüyü kullanabiliyordu ancak büyük bir olay meydana geldi (belki tufan veya ona benzer başka büyük felaket) ve bu iletişim bedensel olarak kesilmek zorunda kaldı. Ondan sonra da insanlar bedenen değil, ancak öldükten sonra ruh halinde o köprüyü kullanabildiler. Şaman sisteminde de söz konusu köprü, kıldan ince ve kılıçtan keskindir.
Masalarda da köprüler bolca bulunur. Köprünün çok uzun olması gerekmez. Bazen bir kütük de iş görür.
ZELANDA’DAN MISIR’A
Aslında bu köprüden geçiş, bir bilgeliğe veya sırra ulaşma/erme anlamlarına da gelir. Zira, bütün inanç sistemlerinde dünya hayatının geçici olduğu, esas yaşantının ölümden sonraki yaşam olduğu ileri sürülür ve gerçeğe ulaşmak, ne yazık ki hiç hoşlanmadığımız ölümü gerektirir. “Köprü”, işte bu nedenle semboliktir. Çünkü bazı mitlerde aynı işlevi gören fakat köprü olmayan anlatılar vardır. Örneğin Yeni Zelanda yerlilerinin inançlarında ölü, kendisini yakalamaya çalışan iki ifritin arasındaki “çok dar bir geçitten” geçmek zorundadır. Eğer ruh hafifse, geçitten kolaylıkla geçer. Ama ağırsa düşer (düştüğüne göre yüksekçe bir yerde olmalı) ve ifritlerin eline geçer. Ruhun hafifliği ağırlığı meselesini Antik Mısır inançlarını incelerken de görmüştük hatırlarsanız. Yeniden okumak isteyenler için yazının linkini buraya alalım: Ahirette çek kürekleri | Tayfun TİMOÇİN | Köşe Yazıları (hurriyet.com.tr)
Köprüler içinde favorim Galata Köprüsü’dür. Eskisinin üzerinde yürümüşlüğüm, altındaki dükkanlarda meşrubat içmişliğim vardır.
BAKIN HELE ŞU SIRATA
Köprüyle ilgili olarak bildiklerimizi sayıp döktükten sonraki buraya almadığımız başkaları da var, biz en iyisi “sırat”a dönelim. Dedik ya, sırat “yol” anlamına geliyor. Her sözcüğün kökeni ve gelişimi, takip ettiği coğrafya hakkında da bilgi veriyor bize. Arapça, bu sözcüğü, çok büyük olasılıkla eski inançlarının etkisiyle sözcüğü kullanan Farsçanın önceki bir versiyonundan aldı. Zira Orta Farsçada sözcük “srat” olarak geçiyor. Fakat, Mezopotamya’ya Sümerceden daha sonra hâkim olan Akkadcadan türeyen Aramcada sözcük “strata” diye var. Bu haliyle Latinceye geçmiş olması ilginç gelebilir ama dünya küçük. Hele Pasifik’ten Atlantik’e uzanan Avrasya topraklarında sözcüklerin yolculukları çok daha kolay, bu sayfada yüzlerce örneğini gördük birlikte.
Latinceye geçince “tabaka, yaygı, katman” anlamlarına da bürünmüş sözcük. Mesela atmosferimizin ozon tabakasının bulunduğu katmanı stratosfer, adını buradan alır. Ama sanmayın ki sözcük anlamını tamamen yitirdi. Hiç olur mu? Bir bakın bakalım İngilizce sokak, yol anlamına gelen “street” nereden geliyor! Ve hatta Almanca aynı anlamdaki “strasse” (ştrasse okunur) sözcüğü...
Peki Arapçada, Farsçadan gelen sırat yerine, yol anlamında kullanılan başka sözcük yok mu? Var tabii: Tarik. Yol demek tarik. Ve “tarikat” da “yollar”... Anlayacağınız, herkes bir “yol” tutturmuş gidiyor. Kimi Tanrı’ya ulaşmak için, kimi gerçeğe, kimi de şişkin bir banka hesabına... Kimi “doğru yol”da ilerliyor, kimi ilerlediği yolun doğru olduğunu öne sürse de kötüsüne düşmüş olduğunun farkında bile değil. Kimsenin doğru yoldan şaşmaması dileğiyle...
Paylaş