Paylaş
Duygusal ya da hamasi...
Bir sorunla karşılaştığımızda onu analiz edip çözüm yollarını mı arıyoruz?
Öfkelenip düşman mı sayıyoruz?
Bir okurum, Avrupalıların Papa karşısında poz verdiklerini, Haçlı ruhuyla hareket ettiklerini söylüyor; “Kendimizi kandırmak için bir yığın felsefeye ne gerek?” diyordu.
‘DÜŞMAN AVRUPA’
Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ’ın sözlerini hatırlıyorum:
“Avrupalılar güçlü ve istikrarlı bir Türkiye istemiyor. Ekonomisi ayakta olan bir Türkiye istemiyorlar...” (17 Mart)
İyi de Başbakan Sayın Erdoğan’ın AB sürecini öven, bu sürecin Türkiye’de ekonomi ve demokrasinin gelişmesine büyük katkısı olduğunu belirten sözlerini nereye koyacağız?
AK Parti başlangıçta AB yolculuğunu Türkiye için çok yararlı sanmış fakat Avrupa’nın “istikrarlı, ekonomisi ayakta bir Türkiye istemediğini” sonradan görmüş olamaz mı?
İktidarın AB sürecini öve öve bitiremeyen sözlerinden uzun bir liste çıkarılabilir. Fakat biz Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Şimşek’in beş ay önceki şu sözlerine bakalım:
“Avrupa’ya bağlılığı sürdürmekten başka çaremiz yok...” (1 Kasım 2016)
Unutulmasın, Türkiye’ye gelen 600 milyar dolar yabancı sermayenin yüzde 70’i Batı kaynaklıdır; AB sürecinin yarattığı hukuki ve demokratik ortamın cazibesi bunu sağlamıştı.
Düşmanlığa da sevdaya da gerek yok.
GERÇEĞİ ARAŞTIRMAK
Gerçeği bulmanın yolu şu sorudan geçiyor: Avrupa ile iktisadi, siyasi ve hukuki ilişkiler yararlı mı, zararlı mı?
Avrupalı böyle bakar, biz de böyle bakmalıyız.
Yarar-zarar analizi yapabilmeliyiz.
Bir süredir “Haçlı ittifakı” deniliyor ya...
2004’te Türkiye ile “tam üyelik müzakerelerinin başlamasına” karar verildiğinde ellerindeki Türk bayraklarıyla Avrupa Parlamentosu’nu dolduran Avrupalı milletvekilleri Avrupa’nın “Haçlı” değil, aksine “çok kültürlü, çok dinli” olmasını istiyordu.
Evet son zamanlarda popülist, kimlikçi, otoriter sağ yükseliyor fakat Avrupa’nın tamamı öyle değil. Türkiye’nin iyi ilişkiler kurabileceği çevreler hâlâ güçlüdür.
Avrupa’nın aşırı sağına karşı Türkiye demokrat bir üslup geliştirerek bunu yapabilir.
OHAL KARARNAMESİ?
Bu açıdan kendimize de bakalım mı?
Ocak 2017’de de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye hakkında aynı şekilde olumsuz karar alacaktı. Hükümet bunu önlemek için ne yapmıştı?
23 Ocak’ta çıkardığı 685 sayılı OHAL Kararnamesi’yle bir “komisyon” kurmuştu. Komisyon OHAL mağdurlarının şikâyetlerini inceleyecek, yargı yolu da açılacaktı.
Bunun üzerine AKPM Türkiye hakkında karar almaktan vazgeçmiş, Ankara rahat bir nefes almıştı.
Jagland ve AİHM de hükümetin çalışan bir komisyon kuracağı umuduyla çok olumlu açıklamalar yapmıştı.
Sonra ne oldu?
Üç ay geçti komisyon hâlâ kurulmadı!
‘FELSEFE’ SORUNU
Böylece geldik “felsefe” meselesine: Zihnimizin içindeki şablonlarla ve hamasi duygularla sorunlara bakmak yerine, analitik ve rasyonel düşünceyle bakabilmek!
Bunun gerektiği bilgi ve verilerle düşünebilmek...
Şehit Sadrazam Sait Halim Paşa’nın Doğu zihniyetine yönelttiği bir eleştiriyi yazmıştım: Zihnimizin eşyaya yansıması, eşyanın zihnimize yansımaması...
Bazı okurlarım açmamı istediler.
Açılımı şu: Zihnimizdeki şablonlarla ya da hamasetle baktığımızda önyargı ve duygularımızı olaylara yansıtmış oluruz; olayları oluşturan faktörleri göremeyiz.
Buna karşılık, sorunlara dair verileri, bilgileri, bulguları, olayların gidişatına yön veren dinamikleri araştırarak zihnimizde doğru bir bakış açısına ulaşabiliriz.
Paylaş