16 Haziran referandumunda Anayasa’ya eklenen ‘geçici madde 21’ şöyle:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 27’nci Yasama Dönemi milletvekili genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi 3/11/2019 tarihinde birlikte yapılır.”
Fakat izleyen cümlede, Meclis’in erken seçim kararı alabileceği belirtiliyor. Bir maddede biri diğerini hükümsüz bırakan iki hükmün yer alması, sistem değişikliğinin nasıl tartışılmadan, müzakerelerle olgunlaştırılmadan devreye sokulduğuna dair bir örnektir.
BAHÇELİ ALARM VERİYOR
Gelelim Bahçeli’nin gerekçelerine... Kendisi şöyle diyor:
“Cumhurbaşkanlığı sistemi henüz tam devreye girmedi. Türkiye’nin 3 Kasım 2019’a kadar dayanması kolay değildir. 3 Kasım 2019’a kadar ulaşmak her dakika zorlaşmaktadır...”
İktidar partisi ülkenin çok iyiye gittiğini anlatırken Bahçeli’nin böylesine alarm vermesi ilginçtir.
Halbuki bugün Cumhurbaşkanlığı sistemi fiilen yürürlüktedir. Cumhurbaşkanı’nın yeni sistemde sahip olacağı hiçbir yetki yoktur ki, şimdi kullanamıyor olsun; partisine ve hükümetine söyleyerek de uygulamalar yapabilir çünkü.
Halbuki konu hukukun üstünlüğü açısından son derece önemlidir.
Kopenhag’daki “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Sisteminin Reformu” konulu yüksek düzeyli toplantıya adalet bakanları ve AİHM Başkanı Guido Raimondi katılmıştı.
EN ÖNEMLİ GÜVENCE
Adalet Bakanı Sayın Gül’ün konuşmasındaki iki görüşü eleştireceğim. Fakat öncelikle şu sözlerinin çok isabetli olduğunu belirtmeliyim.
“AİHM demokratik güvenlik kavramının hayat bulması için kurulmuş olan Avrupa Konseyi sisteminin en önemli güvencelerinden biridir.”
Aynı şekilde ülkeler düzeyinde de yargı bağımsızlığı demokratik sistemin ‘en önemli güvencelerinden biri’dir.
Çağımızda hak ve özgürlükler için yargı bağımsızlığı bile yeterli değildir! Bu yüzdendir ki uzmanlığı ve odaklandığı konu ‘insan hakları’ olan AİHM kuruldu, bizim Anayasa Mahkememiz de 2010’dan beri ‘bireysel başvuru’ yoluyla aynı yetkiye sahiptir.
Fakat ülkemizde ağır ceza mahkemeleri, AYM’nin ve AİHM’nin verdiği
İngiltere ve Fransa fiilen destekledi, ilk heyecanlı destek NATO’dan ve AB’den geldi.
İsrail Başbakanı Netanyahu da “İsrail’in tam desteğini” açıkladı, kimyasal silah iddiasından başka, “Esad rejiminin, Suriye’de İran’ın üs kurmasına izin verdiğini” de hatırlattı.
Şimdi Esad çıkıp bu operasyona “Haçlı Siyonist ittifakı” dese nasıl olur?!
Bu Haçlı Siyonist ittifakı bizde muhafazakâr çevrelerden bir kesimin dilindeki ezberdir. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi Haçlı Siyonist ittifakının marifeti olduğu gibi, AB ve ABD ile ne sorunumuz olsa hemen bu ezbere başvurulur.
Böyle bir şey yoktur!
TÜRKİYE VE BATI
İşte Türkiye de Suriye harekâtında Batılılarla aynı safta... Dışişleri Bakanlığı, resmi mesainin başlamasını bile beklemeden sabah 08.40’ta “memnuniyet verici” diye açıklama yaptı. Bunu Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın, Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın destek açıklamaları izledi. Hatta Ankara’ya göre Amerika harekâtta gecikti bile!
Ankara, yedi yıldır Esad’la kavgalıdır. Esad’lı bir Suriye’nin YPG’yi Türkiye’ye karşı kullanacağını bildiği için, Esad’sız bir Suriye istiyor; olay budur.
Döviz kuru enflasyonu yukarıya doğru itiyor. Ekonomide bütün kötülüklerin anası enflasyondur.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci çalkantının ‘jeopolitik’ten, yani Suriye konjonktüründen kaynaklandığını söylüyor:
“Jeopolitik risklerin en yoğun olarak canlandığı bir bölgedeyiz. En önemli ticaret ortaklarımız olan Irak ve Suriye’de bu sıkıntıların yaşandığı bir ortamda ekonomik olarak etkileniyoruz.”
Doğru fakat...
İÇERİDE DURUM NE?
Sayın Zeybekci’ye ekonomiden bahsetmek benim haddim değildir. Ben ekonomiyi etkileyen ‘hukuki güvenlik’ faktörüne dikkat çekmek istiyorum.
Elbette Suriye gerilimi, hele de ABD ve Rusya’nın bilinen davranışları Türkiye’nin ‘jeopolitik risk’ini arttırıyor.
Fakat
Geçtiğimiz cumartesi Duma’da sivillere karşı zehirli gaz kullanıldı. Batı tepki gösterdi...
Rus parlamentosunda Savunma Komitesi Başkan Yardımcısı Frants Klintsevich Amerikan füzelerini “tespit etmek ve vurmak için tatbikat yaptıklarını” açıkladı, bunu Rus kaynaklarından diğer haberler izledi.
Trump hemen tweet atarak tepki gösterdi: “Rusya Suriye’ye yönelik bütün füzeleri düşüreceği sözünü verdi. Hazır ol Rusya, çünkü füzeler geliyor olacak; güzel, yeni ve akıllı. Gazla öldüren ve bundan keyif alan bir hayvanla partner olmamalısınız.”
Kırk dakika sonra gerilimi biraz yumuşatan bir tweet daha attı... Bu satırlar yazılırken ABD Başkanı son tweet’inde “Suriye’ye ne zaman saldıracağımızı hiç söylemedim. Hemen de vurabiliriz, hiç de vurmayabiliriz” diyordu.
TRUMP’IN MEGALOMANİSİ
ABD basınında Trump’ın megaloman ve narsist olduğu yolunda analizler çıkıyor. Tavırlarında siyasi tecrübesizlik ve tüccar zihniyetinden daha çok megalomani ve narsizm etkili: Sürekli gündemde olmak, sürekli güç gösterisi yapmak, ‘Büyük Amerika’ kavramını kendi kişiliğine bağlamak, ekip kuramamak... Washington Post’ta Greg Sargent, “Trump’ın megalomanisi ve narsizmi demokrasimizi çeşitli yönlerden tehdit ediyor” diye yazmıştı. (14.12.2017)
Amerika’nın demokratik kurumları köklüdür; Trump asıl dış politikayı tahrip ediyor. Neydi “Suriye’den çekiliyoruz” diye sansasyon yaratması?! Hele de “Hazır ol Rusya, çünkü füzeler geliyor” tweet’i ancak megalomaniyle izah edilebilir. Bütün dünyada baş haber oldu; ne kadar güçlüyüm diye haz duymuş olmalı!
Fakat Pentagon hemen
Fakat idam yok!
Halbuki iktidar referandum sürecinde darbe ve terör suçlarına idam cezası getirileceği izlenimi vermişti. Şimdi idam kelimesi ağızlara alınmadığı gibi, çocuklara cinsel saldırıda bulunup onları öldürenlere de idam cezası verilmeyecek. Daha da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilecek...
Evvela Sayın Akdağ’ın açıklamalarını olumlu bulduğumu belirtmeliyim.
YUNAN YARGISI VE İDAM
Bu taslak hazırlanırken idam kelimesinin hiç ağza alınmamış olması isabetlidir. Çünkü idam diye bağıran kitlelerin gönlünü kazanmak için siyaseten söylenmiş olsa bile, dışarıda ciddiye alınabiliyor, aleyhimize kullanılabiliyor.
Sadece imaj sorunu da değil.
Saygın ceza hukukçularımızdan Prof. İzzet Özgenç’in “Suç Örgütleri” adlı kitabının yeni çıkan 11. baskısında okudum: Yunanistan’a kaçmış olan darbeci subayların Türkiye’ye iade edilmemesinde Yunan mahkemeleri Türkiye’deki ‘idam’ sözlerini kullanıyorlar. Türkiye’de ‘resmi yetkililer tarafından idam cezasının getirilmesi yönünde açıklamalar’ yapıldığını ve darbe sonrasında gazetelerde ‘işkence ve kötü muamele’ fotoğraflarının yayımlandığını belirten Yunan mahkemeleri Ankara’nın iade talebini reddediyorlar. Yunan Yargıtay’ı da bunu onaylıyor! (sf. 82. vd)
Böyle bir yorum iyi niyetli sayılmayabilir ama idamdan bahsederek bu fırsatı vermemeliydik.
Batılılara göre zehirli gazı kullanan Esad rejimidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hemen ertesi günü “Doğu Guta’da maalesef çocuklar şehit edildi. Ey Batı neredesin? Hani Batı sesin çıkmıyor ama biz Afrin’de teröristleri öldürünce sesin çıkıyordu” diye tepki gösterdi.
KİM YAPTI?
Evvela bölge Esad’ın ablukası altında. Şubat ayında da Esad rejimi Doğu Guta’da sivilleri bombalamış, ABD’nin Doğu Guta’da ateşkes girişimini Rusya veto ederek Suriye geneli için ateşkese dönüştürmüş ve kâğıt üzerinde bırakmıştı. (22 Şubat)
Son zehirli gaz kullanımından bir gün önce Esad güçleri Duma’yı bombardıman etmişti.
Üstelik bu Esad’ın ilk marifeti de değil.
Macron’un “Rusya’nın izni olmadan Suriye’de hiçbir uçak uçamaz” dediğini de unutmamak gerekir.
Rusya ise
Yüzde 48.4 oy alan Orban, müttefiki Hıristiyan Demokratlar’la birlikte ve adaletsiz seçim sistemi sayesinde parlamentoda üçte iki çoğunluğu sağladı; anayasayı değiştirebilecekler.
Komünist rejime karşı mücadele etmiş olan solcu Macar filozof Gaspar Tamas, “Macar parlamentosu içi boş bir kabuk haline geldi” diyor.
HUKUKSUZ DEMOKRASİ!
10 milyon nüfuslu Macaristan’da Orban’ın üçüncü kez seçim kazanması çok önemlidir, Avrupa’daki diğer popülist akımlara doping etkisi yapabilir.
Orban, popülizmin tipik bir örneğidir. Göçmen (ve Müslüman) düşmanlığı, Avrupa kimliğini Hıristiyanlık’la tanımlamak ve Batı’nın özgürlükçü değerlerini reddetmek popülist akımların ortak özelliğidir, Orban en pervasızlardan biridir.
Batı siyasi literatüründe ‘illiberal’ (özgürlükçü olmayan, özgürlük karşıtı) kavramı olumsuz bir kavramdır. Orban ise kendisini “illiberal demokrasi” yanlısı olarak tanımlıyor!
Haklı çünkü demokrasinin sadece seçim ayağını kabul ediyor, hukuk devleti ayağını kabul etmiyor.
Bu konuda akademisyen Jan-Werner Müller’in Türkçe’ye de çevrilen