Her ne kadar akademisyenliğini siyaset uğruna terk etmiş olsa da Erbakan’ın bu kimliğiyle de anılması sevindiricidir. Çünkü sürekli din ile bilim iki ayrı zıt kutupmuş gibi gösteriliyor, anlatılıyor. Oysa Charles Darwin’in bile öncüsü olan, Müslüman ilim adamlarımız olduğunu biliyor musunuz?
BİN yıl önce yaşadı: (973-1051)Adı Biruni.Aslen Türk’tü.Daha küçük yaşta doğaya meraklıydı. Matematik ve astronomi öğrendi. Hayatı boyunca keşif yolculuğu yaptı. Devrin ünlü ilim merkezlerine gitti. Bu ziyaretlerinin birinde İbn-i Sina ile tanıştı.
Büyük canlı grupları (âlem) arasındaki evrimsel geçişleri merak etti. Matematik, fizik, astronomi, eczacılık gibi alanlarda 180 eser verdi. Kitabu’t-tefhim, el-Kanünül-Mesüdi, Kitab’s-Saydele, Kitabu’l-Cemahir, el-Aşaru’l-hakkiye gibi...
“Asar-ül Bakire” adlı eserinde Sezar’ın doğuşunu bir minyatürle gösterdi. Bu doğum minyatürü Sezar’ın adından dolayı “Sezaryen” teriminin doğmasına neden olacaktı. Biruni de bu doğuma “Sezaryen” adını vermişti! Sadece bu mu?
YARATILIŞ NE ZAMAN BAŞLADI
Âlim Biruni’nin en temel özelliği, evrimci olmasıydı. Kainatın oluşumunu evrimci bir yaklaşımla izah etti. Canlıların, suni seçim yoluyla evrimleştiğini ileri sürdü ve buna “tabiat ekonomisi” adını verdi.
Doğada her şeyin üremesi, çoğalması ve evrimi, belirli bir ölçüye, dengeye göre olmaktaydı. Doğada bir ekonomi vardı, başıboşluk ve israf yoktu. Yok olacak ağaçların yok olmasına doğa karar verir ve böylece yeni canlıya yer açar...
Biruni yaratılışın ne zaman ve nasıl başladığı konusunu, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinin bilgileri ışığında irdeledi.
Yaratılışı, Allah’ın hür iradesinin bir eseri olarak gördü. Kainat yokken sonradan yaratıldığı; ancak yaratılışın ne zaman ve nasıl başladığı hakkında tam ve kesin bilgilere sahip olunamayacağı tezini ilerini sürdü. Biruni’ye göre elimizde bu konuda kesin ve aydınlatıcı bir bilgi yoktu. Özellikle Yahudi ve Hıristiyanların kitaplarındaki bilgiler tefsir edilmişti. Yaratılışı insan yaratılışıyla başlatmak hatalıydı.
Rabbin bir günü kulun günüydü.
Kuran’daki ayetler ise doğruydu.
NE YAZDI
“Allah Teâlâ insan türünü yaratmak isteyince, O; önce uygun biçimde yerin yaratılmasını belirledi ve ona doğal şeklini oluşturacak evrimleşmeyi temin edecek gücü verdi; doğal şeklinden kastım, yeryüzünün yuvarlaklığıdır.”
Yani, uygun şartlar oluştuğu zaman madenler ve canlı türleri birbi-rinden bağımsız olarak ortaya çıktı. İlk önce cansız varlık türleri ortaya çıkmıştı, su, hava, gaz, toprak...
Sonra evrimleşme kabiliyeti olan canlıyı yaratmıştı. Bütün canlı türleri birbirinden bağımsız olarak türemişti. Ama Biruni, “İnsan en yüce mertebeye kendinden aşağı hayvan-lardan çıkarak vardı” görüşüne karşı çıktı. Hayır, insan, köpekbalığından domuzluğa sonra maymunluğa yükselerek insanlığa yükselmemişti.
İlk ana canlı türleri, Allah’ın yaratma fiilinin bir gereği olarak uygun şartlar oluşunca evrimleşerek gelişmişlerdi. Ana türler kendi içinde zamanla çeşitli dallara ayrılarak gelişmekteydi.
BİRUNİ ŞAŞIRMADI
Darwin’i, bir dağın tepesinde bulduğu bir deniz canlısının fosili nasıl şaşırtmış ise, Biruni de Hindistan’la ilgili ilginç bir olay anlatır:
“Eğer Hindistan’da toprağı kazarken ne kadar derine inerseniz inin, çıkan taşların hep yuvarlaklaşmış olduğuna dikkat etmişseniz (...) Hindistan’ın bir zamanlar deniz olduğu ve yavaş yavaş ırmaklarının alüvyonlarla dolarak kara halini aldığı sonucuna varırsınız.”
Biruni’ye göre dünyadaki jeolojik değişme süreklidir. Suni seçim yoluyla evrimden bahseden de ilk Biruni’ydi. Bir bahçıvanın yetiştirdiği domateslerden iyi türleri ayıklayarak gelecek mevsimde onların tohumlarını ekmesi, bu domateslerin bir çeşit suni seçim yoluyla evrimleşmesiydi.
Suni seçim yoluyla evrimden Biruni’den sonra ilk bahseden bilim adamı Darwin idi.
Ne ilginç!
Bin yıl sonra evrim konusunu hâlâ rahatlıkla konuşup tartışamıyoruz. Oysa bakın Mevlânâ ne diyor:
Mineral öldüm ve bitki oldum.
Bitki öldüm ve hayvan oldum.
Hayvan öldüm ve insan oldum.
Korku niye? Ne zaman daha az ölümsüzüm?
Tekrar bir daha insan olarak öleceğim.
Kutlu meleklerle beraber uçmak için.
Hatta meleklikten daha ileri geçeceğim.
Allah hariç, her şey yok olucu.
Melekleşmiş ruhumu adadığımda.
Aklın idrak edemediği şeye dönüşeceğim.
Ah, benim var olmama müsaade et!
Çünkü var olmama, dillerde: O’na dönücüyüz.
Evrimci gizli örgüt: İHVAN-I SAFA
İHVAN-I Safa ile Darwin arasındaki paralellik Batı’da 1878’de kuruldu. İslam düşüncesindeki evrim teorisi üzerine çalışma yapan Dieterici, Darwin’in fikirleriyle İhvan-ı Safa arasındaki benzerliğe dikkat çekti.
Kimdi İhvan-ı Safa?
10’uncu yüzyılda ortaya çıkan İhvan-ı Safa topluluğu çeşitli bilimlerle ilgili 52 risale yazıp bıraktı.
Merkezi Basra olan bu topluluğun sadece beşinin adı bilindi. El Maksidi, ez Zencani, el Mihrecani, el Avli ve Zeyd b. Zufa.
Beyin, Maksidi idi. Diğer dördü Maksidi’nin yazdığı risaleleri çeşitli bölgelere dağıttı; bilgiler topladı, toplantıları organize etti.
Topluluğun kurucularının kimler olduğu, ne zaman ve nerede ortaya çıktıkları, faaliyetlerinin ne kadar sürdüğü tam olarak bilinmiyor. Nedense çalışmalarında hep gizliliği benimsediler. Kim bilir belki de savunduklarından dolayı illegaliteye geçmişlerdi.
İhvan-ı Safa genel olarak evrim konusunda şu görüşü ileri sürdü:
İnsan sosyal ve psikolojik olarak evrimleşir.
Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e gelinceye kadar Allah’ın, insanlığa çok sayıda peygamber ve din göndermesinin ana sebebi, insanlığın hem sosyal hem de psikolojik evrimini sağlamaktı.
Her gelen yeni din, bir önceki döneminin sosyal yaşantı ve düşünceleriyle ilgili olan sistemi ya tamamen ya da kısmen değiştirdi.
Peki ama soru şuydu:
İnsanlığın sosyal evrimleşmesi devam edecek, bununla birlikte, İslam’dan sonra ne yeni bir din, ne de yeni bir peygamber gelecektir. İslam, gelecekteki sosyal evrimlere yanıt verecek nitelikte olduğu gibi peygamberlerin görevini de Hz. Muhammed’in mirasçıları olarak hikmet sahibi imam, veli, âlimler devam ettirecekti. Çağdaş Müslüman düşünürlerden Muhammet Abduh, Ömer Nasuhi Bilmen de bu görüşteydi.
David Hume kimden etkilendi: İBN TUFEYL
İBN TUFEYL başta David Hume olmak üzere Batılı düşüncelere etki etmiş bir âlimdi. Roman tarzında yazdığı “Hayy b. Yakzan” adlı eserinin kahramanı Hz. Adem’i temsil etti. Yani İbn Tufeyl ilk insan oluşumunu kaleme aldı.
Peki, ilk insan nasıl oluşmuştu?
“Hindistan yakınlarındaki ekvatoral ıssız bir adanın cep gibi çukur bir yerinde, toprağın su ve havayla iyice karışımıyla meydana gelen çamur, uzun zaman içinde güneşin ısı ve ışığının tesiriyle mayalanır. Bu mayalanmış çamur halden hale geçerek nihayet bir şekil alınca Allah ‘hayat’ adını bu şekle tecelli eder ve ona ruh verir. Böylece ilk insan kendiliğinden oluşur.”
Yani hayat cansız maddelerden Allah’ın tecellisi olarak türemişti. Bu türeyişte döllenme ya da eşleşme yoktu.
Tufeyl’in yaşamın menşeiyle ilgili teorisi birçok modern biyolojik ve kozmolojik görüşlerin temelini oluşturmaktadır.
1950’lerde atılan, hayatın başlangıcı doğada çok bulunan bazı madde ve gazların kimyasal bileşiminin evrimleşmesiyle açıklamaya çalışan kimyasal evrim teorisiyle, Tufeyl’in görüşleri benzerdi!
Tufeyl özel olarak hangi kimyasal maddelerin hayatın başlangıcını teşkil ettiğini söylemese de, genel olarak su, toprak, güneş ve havanın (karbondioksit, amonyak, su vb. maddelerin) ilk canlıları meydana getirdiğini ilk tespit eden âlimdi.
Bugün İbn Tufeyl, Haldone, Frobisher, Keosion, Osborn, D.T. Chardin gibi bilim adamlarının öncüsü sayılmaktadır.
Mutasyona inanan bir İslam aydını: CAHIZ
ADI: Ebu Osman b. Bahr el Cahız (776-869).
Basra’da doğdu, Basra’da öldü. 84 yıl yaşadı. İslam aydınlanmacısı Mutezile ekolünün önde gelen âlimlerindendi. Cahıziye adlı ekolün kurucusuydu.
Tüm kâinatın bir bütün olarak nasıl oluştuğunu izahtan ziyade, canlıların oluşumu ve onların aktüel evrimleri üzerine çalıştı.
Ünlü bir zoolog ve antropolog idi. “Kitabu’l hayavan” adlı kitabında modern hayvan bilimine birçok teori kazandırdı. İlk defa hayvan psikolojisi ve sosyolojisinden bahsetti.
Doğa olaylarını incelemeye karşı büyük bir merakı olan Cahız, hayvanlar âlemi üzerine çok çalıştı. Özellikle köpekler, tilkiler, kurtlar ve güvercinlerin yaşayışını bizzat gözlemleyip notlar aldı. Cahız’ın bu hayvanları gözlemlerken dikkatini şu çekti: Bu hayvanlar coğrafi bölgelere göre birbirinden farklılıklar gösteriyordu. Bunların sebeplerini açıklayan Cahız, ilk defa genel biyolojik evrim teorisini de temellendirdi.
Neler yazmadı ki...
Örneğin:
Karıncaların toplumsal örgütlenmeleriyle ilgili olarak kendi gözlemlerini de kapsayan detaylı bir bilgi verdi. Karıncaların yuvalarında nasıl tahıl depoladıklarına ve bu sayede yağmurlu mevsimlerde tahılın bozulmasını önlediklerine ait açıklamalar getirdi.
Keza...
Bazı böceklerin ışığa duyarlılıkları hakkında da bilgiler kaleme aldı. Cahız çoğunlukla Darwin’e dayandırılan doğal seçilim görüşünü de açıkladı.
Türler arasında doğal olarak yaratılıştan gelen yaşamak için mücadelenin var olduğunu, bu mücadele esnasında ancak kuvvetli ve yetkin türlerin hayatlarını sürdürebildiklerini ve neticede de tabiatta doğal bir seçimin yapıldığını ortaya koydu. Türlerin evrimleşmesinde fiziksel çevrenin ve iklim şartlarının türler üzerindeki etkisine ağırlık verdi. Bu faktörleri oluşturan unsurlar ise, yiyecekler, su ve havanın kirliliği, ısısı ve yerleşim yerlerinin özellikleriydi.
Yani...
Lamarck ve Darwin’den yüzyıllar önce Cahız genel biyolojik evrim teorisinin temellerini attı.
Yani Cahız, Darwin’in öncüsüydü.
İnsan maymundan mı geldi
NAZZAM, İbn-i Miskeveyh, İbn-i Sina, İbn-i Haldun, Mevlânâ...
Bu Türk ve İslam düşünürlerinin her biri değişik görüşlere sahip olsa da, büyük canlı grupları arasındaki evrimsel geçiş konusuna kafa yordular, kalem oynattılar.
Evrim tartışmaları olduğunda, söz hep bir noktaya gelir durur: “Ne yani, insan maymundan mı geldi?” kuşkusuz gelmedi ama bu benzetme-tartışma günümüzde bile hâlâ sürüyor.
İslamcı düşünürlerin bazıları (ki bunlar evrimci görüşü savunuyorlardı) insanın maymundan dönüştüğünü belirttiler.
M. Bayraktar’ın yazdığına göre Mevlânâ bu görüştedir. (İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi.)
Madenler âleminden bitkiler âlemine geçişte mercanlar, bitkiler âleminden hayvanlar âlemine geçişte hurma ağacı, hayvanlar âleminden insanlar âlemine geçişte maymun ara tür olarak kabul ediliyordu!
İhvan-ı Safa da risalelerinde hayvanlardan insanlara geçişi açıklamaya çalıştı. İnsandan sonra melekler âlemine, oradan da ilahi âleme ve mutlak varlığa doğru yükseliyordu. Kuşkusuz bunun modern evrim teorisiyle ilgisi yoktu.
İnsanın maymundan geldiği tezine Cahız da katılıyordu. Bu düşüncesini şöyle dile getirdi:
“Şüphesiz bazı coğrafi bölgelerde, bazı Nabatlı gemicilerin maymuna benzediklerini gördük. Aynı şekilde bazı Faslı insanlarda gördük ve onları mesh’e (insana yakın maymun türüne) benzer bulduk; aralarında çok az fark vardı. Bu Faslılar üzerindeki değişikliği, tozun toprağın, kirli su ve havanın yapması mümkündür. Eğer onlar üzerindeki bu tesir daha fazla artarsa, onların derileri, kulakları, renkleri ve şekillerindeki bu değişiklikler de daha fazla artar.” (Kitabu’l hayavan)
İnsanın maymundan evrildiği bugün çocukça bir değerlendirme olarak görülse de, türlerin evrimleşmesinde fiziksel çevrenin etkili olduğu bilinen bir gerçektir.