Türkiye’nin en temel sorunlarının başında ‘hayat pahalılığı’ geliyor. Her alanda kendini gösteren bu pahalılık karşısında en çok eleştiri alansa hizmet sektörümüz. Geçenlerde ekonomist Iris Cibre’nin sosyal medyadan yaptığı “20-21 Nisan’da hafta sonu hiçbir kafe ve restorana gitmiyoruz. Fırsatçılığa son vermek için herkesi katılıma davet ediyorum” çağrısıyla restoran fiyatlarına karşı boykot başlatılmıştı. Araştırdığıma göre bu boykota destek veren kişi sayısı
30 bine yakın. Armağan Çağlayan gibi sosyal medya önderlerinin de destek vermesiyle olay biraz ‘vur abalıya’ durumuna döndü.
Sektörümüzün iki STK’sı alkolsüz restoranların derneği TÜRES ve alkollü restoranlar derneği TURYİD kendi aralarındaki bu saçma ayrıştırmayı bir kenara bırakıp sektörün tüm paydaşları adına ortak bir tavır koymayınca zaten yediği darbelerden dağılmış sektörümüz şimdi bir de bu haksız yüklenmeyle mücadele ediyor. Türkiye’de en çok kârlılık yaşayan sektörlerin başında bizimki geliyor ancak son 5 seneye kadar yüzde 25’lerde olan kârlılık oranı bu sene yüzde 8’e düşmüş durumda.
STRATEJİ GEREKTİRİYOR
Öncelikle, serbest piyasa ekonomisinin temel fiyat belirleme politikası arz-talep üzerine kurulur. Basit matematikle restoranları yargılamadan önce olayı tüm boyutlarıyla ele almak gerekir. Her restoranın kendine göre bir fiyat politikası var. Bu olay artık gelenekselleşen Bodrum lahmacun fiyatı endeksi üzerinden açıklanabilecek bir durum değil. “Maçakızı’nda lahmacun şu fiyat, hayatta gitmem” diyenlerin anlaması gereken konu şu... Bu tarz işletmeler fiyat politikalarını zaten sınırlı sayıda alabileceği, özel yat ve lüks arabalarıyla gelen, bu fiyatlardan etkilenmeyen yabancı ve yerli misafirleri için belirliyor. Tüm halk gelip lahmacun yesin diye değil. Böyle bir işletmenin fiyatıyla tüm restoranları yargılamak Chanel parfüm niye limon kolonyasından daha pahalı demek kadar anlamsız, saçma ve mantıksız.
İkinci konu, enflasyonun da üzerinde artan kaliteli ürün fiyatları. Son dönemlerde yükselişe geçen menü fiyatlarının enflasyon ve gıda maliyetleriyle ilişkili olmasının yanı sıra işçilik maliyetini karşılamak için yapılan artışların da etkisi var. Elektrik ve yakıt fiyatları, kimsenin kalem olarak saymadığı ama gittikçe önemli giderlerden biri olan paket servis maliyetleri, yemek sipariş platformlarının yüksek komisyon oranları, kırtasiye, peçete vs. gibi pek göz önünde olmayanlar da hep bu fiyatlara etki eden faktörler.
Restoran işletmeciliği herkesin zannettiğinin aksine sadece lezzetli yemek sunup iyi servis vermekle kalmaz, aynı zamanda finansal açıdan da ciddi stratejiler gerektirir. Restoran fiyat skalaları verdiği hizmetin türüne, manzarasına, yemek kalitesine, konumuna, sunulan hizmetin türüne, prestiji ve popülerliğine göre değişiklik gösterir. Son yıllarda, Türkiye’deki restoranların kâr marjlarında yaşanan düşüş doğal olarak fiyat artışlarını beraberinde getiriyor.
Aslında nisan ve mayıs mutfak açısından baktığımızda kolay aylar değil. Özellikle Ege Bölgesi’nde, kışlık ürünler bitiyor ve yazlıkların da hepsi çıkmamış oluyor. Mesela hâlâ domates ve patlıcanın çıkmadığını biliyoruz. Ama yok-
luklarını aratmayan nefis yabani otların tam zamanı. Bu mevsimin en güzel doğal otlarından bir tanesi de arapsaçı.
Arapsaçı; baharda doğada kendiliğinden yetişen yoğun aromalı bir ot. Tabii bu mevsimde tek çıkan ot arapsaçı değil. Ege’nin köylerinde envai çeşit ot da yetişiyor. Tembel avrat otu, cibes, acı ot (sarmaşık otu), radika gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
Dikkatimi çeken bir konu şu, artık mevsimlerin değişmesi ve global ısınmayla birlikte sebze-meyvenin sürekli ulaşılabilir olmasından dolayı pek de mevsimlik menüler yapılmıyor. Halbuki Türkiye’de gittikçe popülerliği artan şef restoranlarının en önemli özelliklerinden biri mevsimsel olmaları. Biz İstanbul’daki restoranımız Efendy’de bu mevsimselliğe elimizden geldiğince dikkat etmeye çalışıyoruz. Gerek İstanbul’un hemen dışındaki pazarlardan ve tarlalardan gerekse Türkiye’nin farklı bölgelerinden temin ettiğimiz ürünlerle o mevsimin ürününü, o mevsimde misafirlerimize sunmaya gayret ediyoruz.
Ege Bölgesi’nde yabani otların popülerleşmesi aslında mübadeleden sonra başlıyor. Özellikle Girit’te yaşayan Türklerin ülkeye geri gelmesiyle beraber orada kullanmaya çok alışkın oldukları yabani otları bizim ülkemizde de bolca bulup yemeklerine katmaya başlıyorlar. Bu da Ege mutfağına diğer bölgelerimize oranla çok farklı bir özellik katıyor. Zaten bizim Avustralya’da açtığımız ve açtığımızdan bu yana gerçekten çok başarılı olan Maydanoz isimli restoranımız hikâyesini ve ilhamını daha çok Kuzey Ege mutfağından alıyor. Sebze ve taze otlar üzerine kurulu bir mutfağı var.
Genel olarak Avustralya, kendi mutfağı çok dominant olmayan bir ülke. Çokkültürlü ülkelerde (İngiltere, ABD gibi) sıkça gördüğümüz üzere de uluslararası mutfaklarda bambaşka bir seviyede. Yukarıda saydığım ülkelerden farklı olarak, üstelik Avustralyalılar hem çok seyahat etmeyi sevdikleri hem ha deyince bir yerlere gidemedikleri için kendi ülkelerindeki göçmen mutfaklarına inanılmaz rağbet gösteriyorlar.
Biz 2007 yılında Efendy’yi ilk açtığımızda tipik göçmen kafasıyla, modern Türk mutfağı adı altında Avustralya usulü füzyon yemeklere sumak ekleyerek Türk mutfağını yorumladığımızı zannediyorduk. Avustralya’da olduğu gibi bilinçli ve bilgili misafirlere servis vermenin en güzel tarafı, misafirlerin sizi doğru yönlendirmesi. Gelen talepler Anadolu mutfağına daha yakın olmamızdı ve yönümüzü bu şekilde tayin ettikten sonra başarıyı yakaladık. İşte bu farklı mutfaklara olan destekleyici yaklaşım, özellikle Sidney ve Melbourne’ü dünyanın en iyi global yemek destinasyonlarından biri yapıyor.
Ben 25 yıllık Sidneyliyim. Türkiye’deki büyük şehirler arasında olan tatlı rekabet Avustralya’da özellikle Sidney-Melbourne arasında da mevcut. Çılgın spor tutkunları olan ‘Aussie’lerin, iki global şehirde desteklediği spor dalları bile farklı. Melbourne AFL denen oyunu 80-90 bin kişiye oynarken Sidney’in hafta sonu keyfi Rugby League.
Her spor dalında, iki şehrin rekabeti ilgi çekiyor. Yemekte de bu böyle. Sidney ülkenin en bilinen şehri olsa da, Melbourne iyi restoran konusunda bence Sidney’den ileride (ki bu bir Sidney fanatiğinden geliyor). Şöyle açayım, belki en iyi restoranlar (Quay, Firedoor, Mr.Wong) Sidney’de ama burada kötü restoranda yemek yersiniz, Melbourne’de kötü restoran pek yok. Neredeyse her restoran orta ve üstü.
Yine uzattık. THY’nin ilk uçuşunda basından da dostlarımız vardı, onlara tavsiye ettiğim listeyi sizlerle de paylaşmak istiyorum. Bu listedeki restoranların çoğu, Melbourne’e gelen Türk turistler için hazırlandığından çoğu şehir merkezine çok yakın.
Oyunu değiştirenlerden
Cumulus Inc.
Şehrin en sevilen şeflerinden Andrew McConnell’in imza restoranı. Oyunu değiştiren restoranlardan. Sabahları kahvaltı, öğlenleri balıklı sandviç gibi sokak yemekleri, akşamlarıysa fine dining’le tüm gurmelerin dikkatini çekiyor. Melbourne sokak lezzetlerini arayanlara uygun.
İlk kez 1 Mart 1995’te indim Sidney’e. Türk Hava Yolları uçmuyordu, başka bir havayoluyla geldim. Yıllarca, yılda en az bir defa uçtum Türkiye’ye, bazen daha fazla ve hep farklı havayollarıyla, anavatan özleminin İstanbul’a varınca değil de uçağa binince dinmesini arzulayarak... Sonra kurumsal hayattan çekilip kendi restoranımı açmaya karar verdiğimde ulusal havayolumuzun desteğine çok ihtiyaç duydum. Gerçi bilet kesiyorlardı kod ortaklarıyla ama Hong Kong, Singapur gibi destinasyonlardan kalktıklarından hem yolculuk bağlantıları uzun hem de sponsorluk bütçeleri çok kısıtlı oluyordu. Üstelik Türkiye’den ürün ithalatında kargo hizmetleri olmadığı için oldukça yüksek maliyetler ödüyorduk lojistiğe.
Bu süreç boyunca neredeyse her yıl, Türk Hava Yolları Avustralya’ya uçacakmış söylentisi dolaşıyor ama ben her yıl hüsrana uğrayarak umudumu kaybediyordum. Hatta yaklaşık 10 yıl önce o zamanki THY CEO’muz Temel Kotil Bey, Four Seasons Otel’de uçuşların birkaç ay içinde başlayacağını müjdeleyerek hepimizi çok mutlu etmişti. Maalesef yine olmadı. Bu arada Sidney’in önde gelen restoran grubu olarak THY Avustralya ekibiyle onların bütçeleri dahilinde, Taste of Turkey, Sidney Uluslararası Yemek Festivali’ne Türkiye’den şeflerin davet edilmesi gibi pek çok etkinliğe beraber imza attık, destek gördük.
Geçen sene büyükelçimiz Sayın Ufuk Gezer’in depremde Türkiye’ye destek olan toplum üyelerine verdiği davette tanıştım yeni Avustralya genel müdürümüz Ahmet Kutluoğlu’yla. Genç, başarılı ve mütevazı biri. Hatta ben içimdeki umutsuzluğu, genelde olduğu gibi kinayeyle örterek “THY Avustralya’ya geliyor sezonu açıldı mı” deyince “Çalışıyoruz üzerinde” diye cevap verdi. İstemsizce güldüm ve uçağın logosunu havalimanında görmeden inanmam dedim.
Benim Avustralya’ya gelmemden tam 29 yıl sonra, TK 168 No’lu Boeing 777, Singapur aktarmalı olarak, içinde yerli-yabancı siyasetçiler, bürokratlar, gazeteciler ve sosyal medya fenomenleriyle Avustralya’ya ilk seferini yaptı. 2 Mart akşamı Melbourne’e tekerlekler dokunurken havaalanının etrafında yüzlere Türk arabalarıyla konvoy oluşturarak bu özel anı paylaşıyordu. Benim için neredeyse 30, Türk toplumu içinse 50 yıllık bu hasretin dinmesinde Avustralya genel müdürümüz Ahmet Kutluoğlu’nun ve THY Avustralya’da görev yapan sevgili kardeşim Gökhan Cengiz’in emekleri büyük. İkisinin de ellerine, emeklerine sağlık.
Türkiye’de yaşayan okuyucularımız anlamayabilir bu nümayişi, saygı duyuyorum. Fakat anavatanından 15 bin kilometre ötede yaşayan ve içindeki vatan sevgisi hiç azalmayan kardeşlerim için bunun ne kadar önemli bir motivasyon olduğunu, 25 yıl bu ülkede yaşayan bir Türk olarak ben de içimde hissediyorum. THY’nin Avustralya’ya uçması sadece milliyetçi duyguları okşamıyor tabii ki. Bir kere, bu hat en kârlı hatlardan. Bizi ilgilendiren tarafıysa Avustralya ve Türkiye arasındaki kültürel ilişkileri çok daha güçlendirecek olması. Bugüne kadar pek çok gastronomi etkinliğine uçuş sponsoru bulamadığımız için gidemedik ya da misafir davet edemedik. THY’nin gelişiyle en azından bu konuda bir gelişme olacağını umuyorum.
Ayırın biletleri
Gastronomi Türkiye’nin en önemli kültürel değerlerinin başında geliyor. Dünya çapında yapılan bir araştırmaya göre ziyaret edilecek ülkenin mutfağı, o destinasyonun seçiminde mevsim ve hava koşullarının ardından en önemli ikinci kriter.
Gerek yüksek enflasyon yüzünden zorlanan halk gerekse sürekli artan gıda ve personel maliyetleri tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sektörü olumsuz anlamda etkiliyor. Gelin, bugünü sorunlara değil, çözümlere ayıralım. Restorancılar ve tüketiciler sektöre destek olup ayakta tutmak için neler yapabilirler, birlikte onu tartışalım.
- Teknolojiye yatırım
Yapay zekâ, daha önce masraflı olan pek çok dalda çok daha ucuza ve çok daha verimli sonuçlar veriyor. Basın bülteni yazmaktan sosyal medya kullanımına, maliyet hesaplamalarından reçete düzenlemelerine kadar pek çok konuda teknolojiden destek almak hem personel maliyetlerini düşürme hem de verimlilik sağlama konusunda en önemli çözüm yollarından biri.
- Menü yapılandırması
Değişik saatler için o saatin misafir profiline uygun ve maliyetleri de gözeterek hazırlayacağınız menüler hem uygun fiyatlarıyla istediğiniz müşteri profilini çekmenizi hem de maliyetleri kontrol etmenizi kolaylaştıracaktır. Sıfır atık felsefesini sadece arkası boş bir trend olarak değil, menü maliyetlendirmesinin yapıtaşı olarak düşünürseniz sadece doğaya değil, kârlılığınıza da olumlu etki sağlayabilirsiniz.
- Direkt alışveriş
Bazen büyük toptancılardan değil de iş yoğunluğunuza ve lokasyonunuza göre balığı kooperatiflerden, sebze-meyveyi semt pazarından hatta imkân varsa direkt üreticiden, eti kasaptan alırsanız hem kendi bütçenize hem de küçük üreticiye katkı sağlarsınız. Ürünü görerek, dokunarak seçmek ürüne ve üreticiye saygıyı arttırır, artığı azaltır.
Tüm dünya gibi Avustralya’da da pandemi sürecinde en büyük yarayı restoran sektörü aldı. Özellikle Melbourne’ü de kapsayan Victoria eyaleti ve Sidney’in başkent olduğu NSW eyaletleri defalarca açılıp kapanan restoranlarıyla sektörel olarak çok zorlandı. Good Food’da, ülkenin en iyi yemek yazarlarından Dani Valent’in, restoran sektörünün çöküşe doğru gidişiyle ilgili makalesi bana bu süreci yeniden analiz etmemiz gerektiğini hissettirdi. Devletin restoranlar kapalı olduğu sürece verdiği teşviklere (kirada yüzde 50 indirim, yüzde 50 erteleme, asgari ücretin devlet tarafından ödenmesi gibi) rağmen sektörde çokça değişiklik oldu. Bu arada o süreç içinde Balmain’de açtığımız ilk restoran olan Efendy’yi de kapattık. Herkes bunun sebebinin pandemi olduğunu düşünse de gerçek sebep binanın satılması ve o zamanki şartların işi tasfiye etmeye uygun olmasından kaynaklandı. Şu anda pandeminin etkileri geçmiş olsa bile sektörde ciddi sorunlar yaşanıyor. Avustralya’da son iki yılda faiz oranlarının 13 kez arttırılması piyasayı kemer sıkma politikasına itti.
Aile işletmeleri ve büyük gruplar ayakta
Bu dönemde sektörde ayakta durabilen iki kesim var. İlki ‘mom and pop shop’ dediğimiz aile işletmeleri, ki bu işletmeler sadece ailenin geçimini sağlamaya yetiyor. Diğeriyse büyüklüğüyle maliyet kontrollerini yapabilen restoran grupları.En büyük sıkıntıyı tek restoran sahipleri ve bizim gibi 3-5 restoranlı işletmeler yaşıyor. Avustralya’da bir restoranın kâr marjı yüzde 10 civarında. 2021’de Restoran Endüstri Derneği’nin verilerine göre bunu yakalayan işletme oranı sadece yüzde 19. Bugüne baktığımızda, zarar etmemek bile sektörde kutlama sebebi.
Arkadaşım şef Mark Jensen, ürkütücü bir istatistik paylaşmış geçenlerde. Geçen sene aralık ayı itibariyle, iflaslar bir önceki seneye göre yüzde 92 artmış. Böyle giderse ülkenin önde gelen vizyoner restoranları büyümeye ve satın alınmaya gidemeden yüksek oranda kapanmaya devam edecek. Bunun ekonomik etkisinin yanında sektördeki çeşitliliğe ve deneyselliğe de etkisi üzücü boyutta olacak. Bazı restoranlar bu zor dönemi sektörde alışık olmadığımız kurallar getirerek aşıyorlar. Son dakika iptallerini önlemek için kaparo, hatta tüm ödemenin alınması, limitli saat oturumu, değişik gün ve saatlerde sunulan farklı menüler bu adaptasyon sürecinin yeni gerçeklikleri. Bizim sektörün belkemiği kaliteli ürün ve personel. Bu ekonomik sıkıntılar bizim gibi kalite kaygısını kârlılığın önünde tutan işletmeleri çok zorluyor.
Avustralya’daki sıkıntıların başında, güçlü lobisi olan bir sektör derneğinin olmaması var. Güçlü bir dernek KDV kesintilerinden sigorta primi ödeme vadelerine kadar pek çok önemli teşviki masaya getirebilir ve getirmeli de. Zira devletin bir önlemi olmadığı takdirde bu çöküşten zararı bu teşviklerin misliyle fazlası olacaktır.
Bu konuyu önümüzdeki hafta ülkemizdeki sektörel sorunlar üzerinden konuşmaya devam edeceğiz. Sağlıcakla.
Sevgili editörüm yılın başından beri, 2024’ün restoran trendlerini yazmam için kastırıyor.
‘MasterChef’ finali, seyahatler, Avustralya derken kısmet bugüneymiş. Hadi o zaman Türkiye’deki trendlere bir bakalım...OD Urla ürüne saygılı restoranlarımızdan.
Sürdürülebilir menüler
10 yıldır trend olan karbon ayak izine saygılı, sürdürülebilirlik ve sıfır atık politikasını benimseyen restoranlar popüler. Bizim de Neolokal, Hiç, Kaplankaya ve OD Urla gibi doğaya ve ürüne saygılı restoranlarımız var. Sidney’in ilk 5 yeşil yıldızlı restoranlarından Anason ve sebze ağırlıklı restoranımız Maydanoz ile biz de bu konularda öğrendiğimiz felsefeleri, İstanbul’daki Efendy restoranımızda uyguluyoruz. Tahminim daha fazla restoranın sürdürebilirlik ve çevresel etkiyi azaltmaya odaklanan menüler sunması. Yerel, organik ve mevsimsel ürün kullanımının artması. Maalesef çoğu sektördeki yozlaşma bizim sektörde de mevcut. Sorarsanız herkes somonunu Boğaz’dan alıyor, kaya levreği haricinde levrek kullanan yok, domatesini kendi bahçesinde, kuzusunu çevre çayırlarda yetiştirip sadece Taşköprü sarımsağı ve tabii ki siyez bulguru kullanıyor. Tüketici olarak sizden ricam bunu söyleyenlere doğru soruları sorun ki bu kadar kolay atamasınlar.Sipariş alma, ödeme işlemleri dijitalleşiyor.
Teknoloji ve dijital gelişim
Restoranlar sipariş alma, ödeme ve rezervasyon işlemlerinde dijitalleşmeye yöneliyor. Özellikle asgari ücretin yükselmesiyle yenilikçi restoranlar otomasyon ve dijital standardizasyona daha fazla önem veriyor. Mobil uygulamalar, dijital menüler ve çevrimiçi rezervasyon sistemleri gibi teknolojilerin kullanımı yaygınlaşabilir. Dijital gelişimin faydalarının yanında dikkatli olunması gereken tarafları da var. Birkaç işini bilen yemek sevdalısı dışında hikmeti kendinden menkul pek çok influencer (sosyal medyada etkili kişi) sardı restoranları. Çoğu maydanozu kişnişten ayıramaz ama aşkolu keşkolu post’larıyla takipçilerine “Mutlaka gidin, çok cool” önerileri yaparlar. Yemek karşılığı post satan influencer’ları anlıyorum da onları restoranlarına davet edenleri hiç anlamıyorum.
Yediğin yerde eğlen
Restoranı açtığımızda en çok karşılaştığımız sorulardan biri yemekten sonra ne olduğuydu. Özellikle İstanbul’da gazino kültürünün modern bir versiyonu olan masada yemekle başlayıp göbekle biten yeni nesil meyhaneler, orada görünmek için gidilen after’ı popüler mekânlar, hep bu trendin temsilcileri. La Boucherie gibi bu işi iyi yapan ‘dinner theatre’lar da var elbette. Umudumuz bu kabare tarzı mekânların artması.
Golden Century, Sidney’in en ikonik restoranlarından biri. 1989 yılında Çin Mahallesi’nde açılıyor. Şehrin tam göbeğindeki Çin Mahallesi’nin benim hayatımda yeri önemli. 1995’te öğrenci olarak geldiğim şehirde, tabii ki öğrenci bütçemle Golden Century’de yiyemiyordum ama etrafındaki hem ucuz ve lezzetli hem de inanılmaz zenginlik ve çeşitlilikteki mutfaklarla sadece bölgesel Çin değil; Japon, Malay, Tayland, Tayvan, Endonezya ve Kore gibi mutfakları da öğrenme fırsatı buldum. Bu da benim Asya bölgesindeki mutfaklara olan aşkımın başlangıcı oldu. Daha sonra Hilton’un gece kulübünü işletmeye başladığımda, rekor kırdığımız akşamlar tüm personeli sabah 5’te Alaska kral yengeci yemeye götürdüğümde, öğrenci günlerinin acısını da çıkarmış oldum.
Çin Mahallesi’nin merkezindeki üç katlı Golden Century’nin kurucuları Eric ve Linda Wong. Hong Kong, Kowloon’da Char Siu barbekü restoranı işlettikten sonra Sidney’e yerleşiyorlar. Golden Century’nin menüsü de Hong Kong’un Şanghay stili mutfağından geliyor. Restoranın girişindeki büyük akvaryumlarda canlı ıstakoz, çamur yengeci, kum midyesi, abalone’ler ve çeşitli balıklar sergileniyordu.Çıtır vermicelli erişteli kum midyeleri
Restoranın imza yemekleri sadece akvaryumdan çıkanlarla sınırlı değil elbette. İki yemeği var ki Avustralya’nın yemek kültürüne ciddi damga vurdu. Birincisi, restoranın özel XO sosuyla yapılan çıtır vermicelli erişteli kum midyeleri. Bu tarif sadece Sidney’de değil tüm dünyada o kadar meşhur ki ünlü şef David Chang, XO Pippies’i 2016’da dünyanın en iyi yemeği olarak tanımladı. En az restoran kadar popüler olan bu yemek, Eric ve Linda’nın oğlu Billy’nin Golden Century’nin modern versiyonu olarak açtığı XOPP’nin adına ilham olacak kadar ünlü.
Diğeriyse ‘salt and pepper squid’. Hong Kong usulü tuz ve karabiberli kaplamayla kızartılan sübye, Avustralya’nın en sevilen şeflerinden Dan Hong’a göre ülkenin milli yemeği. Dan’in argümanı çok güçlü; Avustralya, yeni ve çokkültürlü bir ülke olduğu için her kültür kendi ülkesinden gelen bir yemeği Avustralya’nın yerel ürünlerini kullanarak yapıyor, o yüzden de Çin kökenli tuz-karabiber kaplama ve Avustralya’nın sübyesi ülkenin milli yemeği olarak öne çıkıyor.
Golden Century’nin en büyük özelliklerinden biri, sabahın ilk saatlerine kadar açık olmasıydı.
Bu da gece eğlence sonrası yemeği, ketçap ve cheddar peynirli döner kebapla sınırlı olan Sidneylilere çok farklı bir alternatif sunuyordu. Üst kattaki VIP odasında George W. Bush’u da ağırlıyor, Çin Halk Cumhuriyeti’nin başkanı için 3 saat uzaklıktaki başkent Canberra’ya XO Pippies de yolluyordu. Rihanna, Rita Ora, Axel Rose gibi yıldızlar Sidney turneleri sonrası mutlaka gecenin geç saatinde buraya uğrardı. Özellikle hafta sonları, şehrin en iyi şeflerini bir masada oturup saat 5’te yemek yerken görürdünüz.
Restoranın en önemli özelliklerinden bir diğeriyse benzersiz şarap mahzeniydi. Genelde şarap menülerine çok özen göstermeyen Çin restoranlarının aksine, Avustralya’nın Penfold’s Grange and Henschke Hill of Grace’in tüm senelerini burada bulabilirdiniz, tabii şişe başı 1.000 dolar civarı harcamayı kabul ediyorsanız. Şarap mahzeni o kadar geniş ve zengindi ki restoran pandemi sonrası mal sahibiyle anlaşamadığı için kapanma sürecine girdiğinde, bir şarapsever tüm mahzeni 1.2 milyon dolara satın aldı.
Golden Century de tüm dünyada pandemiye yem olan pek çok restorandan biri oldu maalesef. Şimdi aile The Century ve oğulları Billy’nin açtığı XOPP ve Golden Century BBQ ile restorancılığa devam ediyor. Belki de Sidney’in yakın geçmişine en büyük damgayı vuran Golden Century ise hatıralarımızda yer eden bir restoran olarak kalacak her zaman.