2005’te çıkardıkları “Hafif Müzik”ten tam 12 yıl sonra gelen albümü sanki aradan bunca zaman geçmemiş, onca aşk yaşanmamış, onca kayıplar olmamış gibi tertemiz bir duyguyla dinledim.
Bir albümü beş kez üst üste dinlemek de pek alışık olmadığım bir durum! Dile kolay, 220 dakika...
“Tamam artık” deyip çalmayı bıraktığımda gözlerim nemliydi... Sanki boşa geçmiş bir zaman dilimi girmişti grupla aramıza...
Şarkılar, Beyoğlu’nda bir duvara dayanıp da elimizde içeceklerle gelecekte ne olacağımızı konuştuğumuz zamanlardaki gibiydi sanki...
Kolay değil 12 yıl boyunca cebindekileri dinleyiciye sunmak... Ya sevmezlerse, ya olmamış derlerse...
Vega, yani Deniz Özbey ve Tuğrul Akyüz, bu süre zarfında kızları Ceylin’i de büyüttü, okul çağına getirdi.
Ama söz konusu rock olduğunda, ‘üçüncü yeni’ denilen alternatif rock’çılara yardım neredeyse sıfır!
Nicedir bir grubun/sanatçının, turnesinde alt grup ya da bilinen adıyla açılış grubu seçtiğine şahit olmadım. Halbuki dünyada böyledir.
Ortamı senden önce ısıtan, senin müziğine yakın bir isim ya da grup sahneye çıkar.
Bu olmayınca, birbirinin sahnesine çıkan, düet yapıp fair play’in altını çizen isimler, sadece göstermelik birer iyi niyet örneği gibi kalıyor.
Yeni isimleri, özellikle de garip isimli grupları aşağılamak, onları küçümsemek, onları tehdit olarak görmek çok yanlış.
Bir de ciddiye almayıp yok saymaları var...
İlk gün sıkıntılı başladı; ulaşım sorunu yüzünden festival alanına iki saatte varabildiğimizden, George Ezra konserinin ancak sonuna yetişebildim. Üstüne üstlük, Ezra tatlı tatlı şarkılarını söylerken teknik bir sorun yaşandı, ses gitti! Hem de en güzel parçalarından biri olan “Budapest” çalarken!
Bunlar nazar boncuğudur, hatasız festival olmaz diyerek güzelim alanda gezmeye başladım. Telefonun bile çekmediği Rennbahn Hoppegarten’da gerçekten bir hayal alemi yaratılmıştı.
Ve ben gezinirken, 27 Eylül’de Garanti Caz Yeşili Konserleri kapsamında Zorlu PSM’de konser verecek olan Michael Kiwanuka çıktı sahneye...
Nasıl da ruhumuzu besledi. Dingin, melodik, yer yer hareketli ve neşeli bir konser oldu. Kaçırılmaması gereken bir performanstı. Keşke ana sahnelerdeki müzik de bu konsere dahil olmasaydı!
Devamında Mumford&Sons’ı en önden izleme şerefine nail olduk. Muhteşemdiler. Ses, müzik, enstrüman hakimiyeti, ışık... Onlar için ekstra laf kalabalığına hiç gerek yok. Konser sonrası açıkçası Two Door Cinema Club’a şöyle bir ucundan bakıp şehre dönmek için yola koyuldum.
Almanlar ulaşımda tıkır tıkır işleyen sistemleriyle meşhur, malumunuz... Yola çıkalım dememle 3 saatlik yolculuk başladı. 85 bin kişinin katılacağı bir festival organize edenler, onca insanı dağ başındaki alandan şehre nasıl taşıyacaklarını hiç hesap etmemişlerdi.
Ben de XOXO dergisinin sosyal medyası sayesinde bu durumun farkına vardım.
27 Ağustos-4 Eylül arasında düzenlenen Burning Man’de Karaböcek’in sesi arkada yankılanıyor, koca çölde dans etmeyen insan kalmıyor. Bu görüntüyü unutamayacağım sanırım.
Yabancıların Selda Bağcan ve Nükhet Duru’dan sonra Neşe Karaböcek’le tanışması, ona olan sevgileri hafif bir gurur verdi açıkçası.
Yıllarca yurtdışına açılalım, Türk sanatçılar neden tanınmasın dedik durduk.
Arzu edilen o ilgi eski Türk müzikleri ve türküler sayesinde yakalandı.
Sonuçta son dönem yabancı pop ve dans müziklerde çok farklı bir vokal tekniği, çok derinlikli sözler görmek mümkün değil. Müziklerse malum, hepsi tanıdık geliyor.
Sertab Erener’in 18. Çatalca Erguvan Festivali’nde protokole ayrılan yeri fazla bulması sebebiyle belediye başkanına çıkışmasının ardından, Aleyna Tilki de 18. İpsala Çeltik Festivali ve Tarım Fuarı’nda protokol için ayrılan bölümü büyük bulup kendisini yakından izleyemeyen seyircilerini sahne önüne davet etti.
Tilki’nin hayranları bir anda sahneye koşmaya başlayınca zabıta ekipleri devreye girdi, Tilki’nin hayranlarının sahneye çıkmasını engelledi. Halbuki öncesinde Aleyna “Sizi çok özledim, yakına gelin” demişti...
Sertab Erener de Aleyna Tilki de güvenlikten ziyade protokol alanının genişliğinden mustaripti.
Belediye başkanlarının ve şürekâsının konserleri yakından izleme keyfini anlıyorum, sonuçta beldesindeki halkı sanatçıyla buluşturan kendileri, parayı veren belediye, neden yakından izlemesin ki?
Ama burada sanatçının moralini bozan yegâne durum devreye giriyor: Coşkusuzluk.
Protokol alanı ne kadar genişse, sanatçının gözünün önünde o kadar fazla “oturan insan” var demektir.
9 Eylül: Anne-Marie
Anne-Marie, Instagram’da Türkiye’den bir benimle düet yapmamıştı, onu da gerçekleştirmeye geliyor!
9 Eylül’de Babylon Soundgarden’da olacak.
Gelsin de gerçek yeteneğini birlikte görelim.
27 Eylül: Zoe Keating
Salon’da sezon 22 Eylül’de Roosevelt ile açılıyor. Zoe Keating de sezonun en heyecanla beklenen ismi.
Pop ve klasik müziğin homojen birleşimi Keating’den sonra Salon’da Flunk, Com Truise, Olof Arnolds, Lola Marsh, Wild Beasts çıkacak.
Haşa, bu konuda uzman değilim ama naçizane birkaç uyarıda bulunabilirim
değil mi?
İlk adımdan başlayalım.
Seyircilerin ellerinde sürekli telefon... Konserleri izlemek yerine kesintisiz canlı yayın yapacaklarsa, neden o konsere gidiyorlar anlamak mümkün değil. Evden, oturduğum yerden bu ‘canlı’ yayınlar yüzünden bütün Harbiye konserlerini izledim yahu!
Sanki konsere gitmek, sevdiğin ismi dinlemek, onunla bağ kurmak, o anı yaşamak değil de Instagram demek, safi sosyal medyacılık demek, hatta bol “like” demek.
Kulübe gidilince yapılıyor ister istemez Snapchat’çilik, InstaStory’cilik tabii, biraz da ortam bunu gerektiriyor.
Bir kere Teoman sadece “sahnedeki rock star” değildir, gece hayatını da sever. En azından bir kez olsun, eğlence mekanlarından çıkarken çekilmiş bir fotoğrafına rastlamışsınızdır.
Seneler evvel Hayal Kahvesi’nde düzenlenen “Teoman’ın Sevdiği Şarkılar” gecelerinde, salt kendi sevdiği şarkıları çalardı. Birkaç kez denedikten sonra çok kişisel bir set hazırladığını düşünüp bu işleri bırakmıştı.
Sonra bir daha DJ olarak anılmadı, ta ki geçtiğimiz günlere kadar.
Hikaye, nisan ayında özel bir gecede işletmeci Şeniz Bengüer’in “Teoman DJ’lik yapsın” demesiyle başladı. Önce aklına yatmasa da sonradan kabul etti.
Şimdilik üç etkinlikte çaldı. Ama bununla bitmiyor.
“O” albümünde yer verdiği “Kişisel Bir Şey” şarkısı, DJ’lik macerasının da başlığı oldu. İsim annesi ise menajeri Funda Sanlıman.