İlkokul çağlarından itibaren mücadeleyi seven, spora eğilimli olarak yetişti. Bunun yanı sıra münazaralar ve şiir yarışmalarına katılmayı seviyordu. Okumayı çok arzu ediyordu ancak çeşitli nedenlerle yolu kesildi.
Eğitimini açıktan da olsa sürdürdü. Anadolu Üniversitesi’nde İktisat Bölümü eğitimi alarak kendisini yetiştirdi. Aynı zamanda bu sürede iş hayatına atıldı. Hitit Mobilya’da çalışmaya başladı. Mükemmeliyetçi bir ruhu vardı. ‘Ne yapıyorsan, en iyisini yap’ düşüncesine sahipti. Çevresini de gözlemleyerek, iç mimarlık eğitimi almak istiyordu. Bunun için dönem dönem İstanbul’a gitmesi gerekiyordu. İş yerinden de aldığı izinle eğitime başladı. 3 yıl boyunca bu tempoyu sürdürdü. Donanımını artırdı.
HAYATI DEĞİŞTİ
1990’larda hayatında bir takım değişiklikler oldu. Bu dönemde kereste ticarethanesi bulunan Vedat Saygın ile tanıştı. Zamanla birbirlerini çok iyi anladıklarını düşünerek, evlenmeye karar verdiler.
PATRONU İLE ORTAK OLDU
Bir diğer değişiklik ise iş yaşamında oldu. Hitit Mobilya’nın sahibi Yakup Altınöz, tekstil şirketi kurmak istediğini Sevgi ile paylaştı ve pay verebileceğini dile getirdi. İçerde birikmiş primleri vardı. Cazip bir teklifti, kabul etti. Yakup Altınöz ile birlikte Nakoteks firmasını kurdular.
İÇ VE DIŞ PAZARA ÇALIŞTILAR
İki yıl tezgahtarlık yaptı. Otobüs ve TIR’ların yedek parçalarını sattı. 1978’de askere gitti. 24 aylık askerliğin ardından tekrar İstanbul’a döndü. Eski iş yerinde çalışmaya başladı. Sektör o zaman çok fazla kalabalık değildi. 4 toptancı, yerli üretim yapan birkaç firma vardı. Herkes birbirini tanıyordu. Hırslı ve azimliydi. Kendi işini kurmayı planlıyordu. Çok gençti ancak ‘Şansımı deneyeyim belki başarılı olurum. Olmazsa da iyi bir satışçı olduğum için kendime iş bulabilirim’ diye düşündü. Yedek parçacılığının toptancılığını yapmaya başladı.
1981’de kurduğu şirketinde 1986’ya kadar toptancı olarak işlerini sürdürdü. Toptancı piyasası farklılaşınca değişiklik yapmak istedi. İstanbul Topkapı’da 1986 ile 1988 yılları arasında otobüs yedek parçacılığında perakendecilik yaptı.
Yumuşak yüzlüydü. Bu nedenle bir takım sıkıntılar yaşadı. Çekle veresiye ile iş yapmak isteyenleri kıramıyordu, dayanamıyordu. Baktı olacak gibi değil, o zamanın parasıyla 50 milyon liralık çekleri yırtıp, attı. ‘Bu işler bana göre değil’ dedi ve iş yapış şeklini değiştirdi.
1988 ile 1994 yılları arasında resmi dairelerin ihalelere girmeye başladı. Otobüs yedek parçalarında belediyeler ile anlaşmalı işler yapıyordu. İETT Genel Müdürlüğü, Bursa, İzmir, Çanakkale, Balıkesir Belediyeleri ve askeri kurumların ihalelerine katılıp, otobüs yedek parçaları temin ediyordu.
İETT Genel Müdürlüğü 3 bin aracı olan ciddi bir müşterisiydi. Bir gün Malzeme İkmal Müdürü’nün çağırdığı toplantıya katıldı. Mustafa, ‘Biz bu yedek parçaları yerlileştirelim’ önerisinde bulundu. Nasıl olacağını sordular. Rot başı, fren körüğü bunların hepsi ithal geliyordu. Bunların yerlileştirilebileceğini söyledi. Çok sıcak yaklaşılmadı. ‘Malzeme İkmal Müdürlüğü’nde 6 makine mühendisisiniz. Ben iş adamıyım. Çok değerli üreticiler var. Ben bu konuda akademik eğitim almadım ama siz üniversitesini okudunuz. Bu ülkeye sahip çıkacak bizleriz. Bunu yerlileştirebiliriz’ dedi. Birçok fabrikayı gezdiler. Tüketici, üretici ve satıcı üçgenini kurdular. 1991’de belediyeye o zamanın parasıyla 50 milyar lira kâra geçirdi. İlerleyen zamanda farklı nedenlerle bu işten uzaklaşmak durumunda kaldı. Toptancılığa geri döndü. Marmara Bölgesi’nde aynı işi yapmaya devam etti. Birçok üreticinin bayiliklerini aldı. Aktaş, Maysan, Şen Lastik, FSS, Hattat Direksiyon gibi birçok şirketin bayilikleri vardı.
BAVUL TİCARETİ
1996’da Ruslar, Türkiye’ye gelmeye başladı. Mustafa’nın iş yeri Şehremini’deydi. Tekstilde olduğu gibi yedek parçada da bavul ticareti yapmak istiyorlardı. Peşin para çalışıyorlardı ve kâr marjı çok yüksekti. İç pazara çekli, cüzi karla satarken, Ruslar liste fiyatından alıyordu. Keyifli bir işti. Ağırlığı buraya vermeye başladılar. O yıllarda Nijeryalılar’da gelmeye başladı. Bu şekilde çalışmak hoşlarına gidiyordu. Ciddi paralar kazandı. İlk ihracatı böylece 1996’da başladı.
Bursa’da doğdu. Hürriyet Mahallesi’nde yaşıyorlardı. Babası THY’da memurdu. 1977’de Yunuseli Havaalanı kapanınca İstanbul’a taşındılar. İlkokul ikinci sınıftan itibaren Güneşli’de ikamet etmeye başladılar. Bakırköy’de düz liseye başladı. Ancak yapamayınca Bağcılar Endüstri Meslek Lisesi Yapı Ressamlığı Bölümü’ne geçti.
O zaman 4 yıllık eğitim aldı. İnsanlarla diyaloğu da seviyordu. Bir süre sonra askere gitti.
Askerden dönünce Hürriyet Gazetesi’ni okurken, Timsan A.Ş.’nin Bursa şantiyesinde çalışacak eleman ilanını gördü. İnşaat mühendisi, mimar, elektrik mühendisi ve yapı ressamı arıyorlardı. Askerden geleli iki, üç ay oluyordu. Babasına gazeteyi gösterip, ‘Bursa’ya gideceğim, şantiyeye gireceğim’ dedi. 1992 yılının Mayıs ayında Hasanağa’ya ilk girişini yaptı.
Şantiyede kalıyordu. Genelde çalışanlar evliydi. Bekar olduğu için diğerleri İstanbul’a veya oturdukları yere gidiyorlardı. Rıdvan, görevli kalıyordu. Bu sürede gelen firma temsilcileri ile daha fazla diyalog kurma imkanına kavuştu. İşin son günlerinde Çağdaş Bölme’nin o zamanki sahibi Lütfü Demir geldi. Kendisine, ‘Bizim senin gibi adama ihtiyacımız var. Potansiyel bölme işleri, yer döşeme, asma tavan işleri yapıyoruz’ dedi. O zaman bu işler Türkiye’de yeni yeni çıkıyordu. ‘Sen yapar mısın?’ diye sordu. Cazip gelen teklif üzerine Rıdvan, burada çalışmaya karar verdi. 7 sene burada satış müdürlüğü yaptı. Sahada çalışırken, birçok kişi tanıdı.
‘SEN YAPARSIN’
Bürosit’in eski genel müdürü Hayrettin Bıçakçı, ‘Bıkmadın mı? 7 senedir aynı işleri yapıyorsun. Büro Art diye yeni ofis mobilyaları şirketi kuruluyor. Sahibi Necati Kirişçi’nin Türkiye geneli satış pazarlama müdürüne ihtiyacı var’ dedi. Rıdvan, bu işlerin daha farklı olduğunu ve bayilik yapısını kurmanın kolay olmadığını dile getirdi. ‘Sen yaparsın’ dedi. Bir, iki görüşmenin sonunda firma sahibinin yanına götürdü. ‘Gider bakarsın, işine nasıl gelirse onu yaparsın’ dedi.
Sakarya’da yetişti. Babası esnaftı. İnsan ilişkileri o dönemlerde çok önemliydi. Zaman zaman babasına yardıma gittiği için o ortam içinde büyüdü. Çocuk yaşlardan itibaren insan ilişkilerine önem verdi.
Ortaokulun ikinci yılında eve giderken, yolda ‘Sakarya Radyo Televizyonuna yetiştirilmek üzere spikerler aranıyor’ yazılı bir afiş gördü. Anne ve babasına söylemeden başvuruda bulundu. Yerel televizyonların yaygınlaşmaya başladığı yıllardı. Kameramanlara kablo taşıyordu, jakları takıp ses mikserini kontrol ediyordu. İlk dönemlerde para almadan çalıştı. Arkadaşlarına ‘Sakarya Televizyonu’nda çalışıyorum’ diyordu. Havası çoktu. O süreç içerisinde diksiyon ve tiyatro dersleri aldı. Zamanla radyo programı yaptı, televizyonda haberleri sundu. Canlı yayınlara katıldı. Müzik ve spor programları yaptı.
Lise son sınıfa gelmişti ve üniversiteye hazırlanıyordu. İlk yıl Ankara Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazandı. Ancak coğrafya öğretmenliği istediği için gitmedi. Hazırlıklara başladı ancak Türkiye’yi derinden etkileyen 1999 Marmara Depremi’ni yaşadı. Gece uyuyordu. Uzun ve şiddetli sarsıntı sırasında uyandı. Sarsıntının şiddetinden evleri 25 santimetre aşağı çökmüştü. Dışarı çıktılar. Kentte çok büyük yıkım vardı.
GEMLİK’E YERLEŞTİLER
İlk olarak o zaman erkek arkadaşı olan ve şu anki eşini aradı. ‘İyiyim’ yanıtını aldıktan sonra hat kesildi. Sokağa baktı. Mahallede ev kalmamıştı. Yaşadıkları onda uzun süren travmaya neden oldu. Eylül’e kadar çadırda yaşadılar. Sonra eşinin ailesinin daveti ile Gemlik’e geldiler ve yerleştiler.
ÜNİVERSİTEYİ KAZANDI
Babası inşaat malzemeleri satıyordu. Bursa Çimento’nun bayisiydi ve kurucu üyelerindendi. Kendisi de girişimci bir ruha sahipti. Babasının isteği ile 1996’da Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’ne yöneldi. Babası ‘İlerde birlikte çalışırız. İşleri devralır’ diye düşünüyordu. Düşündüğü gibi oldu ve Seval, mezun olduktan sonra babasıyla çalışmaya başladı. Ancak bir süre sonra baba-kız çatışmaya başladı. Mezun olduğunda bilgileri çok teknikti ve bunları pratiğe dökmesi gerekiyordu. Babasının yanındayken bunu pratiğe dökebilmeyi mümkün görmüyordu. Babası ile konuştu ve ‘Ben gideyim, başka yerde çalışayım. Zorlansam da bu işi öğreneyim’ dedi. Birkaç yere başvuruda bulundu. Çemtaş A.Ş.’nin pazarlama bölümünün finansman kısmında çalışmaya başladı.
Yaklaşık 10 sene burada çalıştı. Tecrübe edindi. 2000’de evlendi. İş hayatına devam etti. 2004’te ilk kızı dünyaya geldi. 2005 yılında babasını trafik kazasında kaybetti. O sıralar buhranlı zamanlar geçirdi ve işinden ayrıldı. ‘Önce çocuğumu büyüteyim’ diye düşündü. İlk kızı anaokuluna başlarken, ikinci kızı dünyaya geldi. O da büyüdü ve anaokuluna başladı. Bir sene daha dinlenip, sonra iş hayatına girmeye karar verdi. Ancak gelişmeler ona bu fırsatı tanımadı.
Elinde bir miktar birikim vardı. Ablasıyla hareket edecekti. Ablası ev hanımıydı. İş tecrübesi yoktu. Bu nedenle öncelikle franchise işlere baktılar. O dönem fiyatların çok fahiş olmasının yanında cirodan da çok fazla pay istediler. Cazip gelmedi ve pazarlama riski yüksekti. Kafasında satış ve pazarlama riski yüksek olmayan bir iş yapmak vardı. Tekrar bir yere girip çalışmak istemiyordu. Kendi işi ve yatırım maliyetinin de kısa sürede geri döneceği bir iş istiyordu. Önceliği buydu. Diğer öncelik ise pazarlama ve satış riski olmayacaktı.
YILMAZ KEFİL OLDU
Ablasının karşı komşusu tavuk firmalarına ilaç satan bir şirkete sahipti. Bir gün komşuyla sohbet ederken, ablası, ‘Biz de Seval ile iş kurmak istiyoruz ama ne kuracağımıza karar veremedik’ diyordu. Komşusu da ‘Siz neden tavuk çiftliği kurmuyorsunuz? Her şey otomatik, fazla çalışana ihtiyacınız yok. İlaç, yem entegreye ait. Sadece bakıcılık yapıyorsunuz’ diye cevap verdi. Ablası bu öneriyi kardeşi Seval ile paylaştı. Canlı sektörüydü ve riski çok yüksekti. Bilgi isteyen bir işti. Seval’in eşi o sıralarda TOFAŞ’ta bir birimde müdür olarak çalışıyordu. O da yardımcı olamayacaktı. Hastavuk’un sahiplerinden İsmail Hakkı Yılmaz, Seval’in babasının yakın arkadaşlarındandı. Seval, ‘Ona gidelim danışalım. Bizi en iyi o yönlendirir’ diye düşündü. Gittiler, o da ‘Benim zaten tavuk kümesine ihtiyacım var. Bende bunu yapacak insan arıyordum’ diye karşılık verdi. İsmail Hakkı Yılmaz, hem annesine, hem kardeşine, hem de ablasına kümes açmasını teklif etti. Seval, strese girdi. ‘Yapabiliriz miyiz, nasıl olur?’ derken, Yılmaz, ‘Ben size kefilim, veteriner falan neyse hepsini hallederiz. Hiç korkmadan bu işe girin’ dedi. Bu durum girişimci adayı iki kız kardeşi cesaretlendirdi. İsmail Hakkı Yılmaz, konuşmasında TKDK’dan da bahsetti. ‘Sizi birileriyle tanıştıracağım’ dedi. ‘Ben rüyada mıyım, bu bir şaka mı?’ diye düşünürken, bir haftada tavuk şirketi kurdu.
KİTAPLARLA BAŞLADI
Tavukçuluğa kitaplarla başladı. Her gün eşiyle birlikte kitaplar okudu. Kendi tabiriyle ‘Tavukçuluğun Üniversitesi’ni okudu. Sonra TKDK’ya yöneldi. Hibe desteği almak için başvuracaktı. Bir ay süreleri vardı. Bu süre içinde dosya hazırlayacaktı. Kabul edildiği takdirde yüzde 50 hibe alacaktı. Arazi dağlık alanda olursa yüzde 10, girişimci kadın olursa yüzde 5 şeklinde ek katkılardan da faydalanabilecekti. Yüzde 65 hibe için dosya hazırlamaya başladı. Bir danışman şirketle dosyayı hazırladı ama o dosya başarılı olamadı. TKDK’dan aradılar, ‘Siz Bursa’nın yerlisisiniz ama dosyanızı kara listeye almak istemiyoruz. O yüzden bunu geri çekin. Bir dahaki çağrıda düzenleyip, tekrar yollayın’ dediler.
Uğur Uslukılıç, elektronik mühendisiydi. TSE’de çalışıyordu. Sanayide standartlarla ilgili düzenlemeler başlamıştı. ISO 9001 yeni yeni duyuluyordu. Bilinirliği azdı. Kalibrasyon kavramı sanayinin gündemine gelmeye başlamıştı. Uğur’un eşi makine yüksek mühendisiydi. Standartlarla ilgili yeni gelişmeleri gördüklerinde sürekli düşündükleri ‘Ne yapabiliriz?’ sorusunun yanıtını bulduklarını düşündüler. Yeni bir alandı ve bu alanda büyük bir boşluk bulunuyordu. Uğur, sanayideki işleyişi gözlemledi. Büyük firmalar, bu ihtiyaçlarını yurt dışında karşılıyordu.
Bu yeni sektöre adım atmadan önce Uğur, eşiyle birlikte önce araştırma yaptı. 6 ay ders çalıştı. Kalibrasyon konusunda Kayseri’de, Ankara’da farklı eğitimler aldı. Teorisini öğrendi. Sonunda şirketi kurdu.
Sırameşeler Mahallesi’nde 4 katlı bir apartmanın altında 30 metrekarelik bir dükkan kiraladı. İlk işi kurduklarında 4 cihaz kalibrasyonu yapabiliyordu. Başlangıçta sermaye olmadığı için sınırlı sayıda cihaz ile işe başladı.
ZARARLA BAŞLADI
İlk 2 sene zarar etti. İki sene sonunda işlerini yapabilecekleri cihazı üreten bir üretici buldu. Kazandıkça ödeme şartıyla işini genişletti. İki senede kar etmeden işlerini yürüttü. Ayakta kalabilmek için kendisi ve eşinin arabasını, düğünden kalan altınlarını satmak zorunda kaldı. Bu şekilde idare ettiler. 4 senenin ardından ise artıya geçmeye başladı.
Tasarıma ilgiliydi. Kendini geliştirmek için bu alanda eğitim aldı. Güzel Sanatlar Lisesi’nden mezun oldu. Ardından da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bitirdi. İlk olarak İstanbul’da çalışmaya başladı. Tekstil sektöründe farklı büyüklükteki firmalarda çalıştı. Bir süre desen tasarımı üzerine çalıştıktan sonra Tasarımcı asistanı olarak iş buldu. Bu firmada işi öğrendi. Kendisini en çok burada geliştirdi.
Yeteneklerini sergiliyordu. Güzel işlere imza atıyordu. Çevresinin de teveccühünü kazanan Ezgi, tavsiyelerle birçok firmadan teklif almaya başladı. İstanbul’un dışından da çağrılıyordu. Bursa’dan gelen güzel bir teklifin ardından memleketine geri döndü.
Bursa’da da farklı firmalarda çalıştı. Deneyimler elde etti. Ancak Bursa’da çalışmakta zorlanıyordu. İstanbul’da çalışırken, yöneticilerinin teşvikiyle daha özgürdü ve tasarımcının daha özgür bırakılması gerektiğini düşünüyordu.
CESARET VE İNANÇ
Son çalıştığı yerde de katı kurallar yaşayınca mutsuz olduğunu hissetti. Farklı bir adım atması gerektiğine inanıyordu. Kendi işini kurmasının zamanının geldiğini düşünüyordu. İstifa etti. Bazı endişeleri vardı. Sermayesi yoktu. İş yerini kurduğunda yeni ev almıştı. Borcu vardı. Piyasaya tutunma konusunda tereddütlüydü. Onu en fazla motive eden durum cesaret ve kendine olan inancıydı.
TASARIM SATTI