Paylaş
70’lerin başında ailece bilimkurgu romanlarına sarmıştık. A.E. Van Vogt, Philip K. Dick, Daniel Keyes, Robert Merle vd.
O tarihte adı sanı (en azından bizde) pek bilinmeyen Michael Crichton’ın Türkçe’ye Uzay Mikrobu diye çevrilen (The Andromeda Strain) kitabını o günlerde okudum. Ve 12-13 yaşlarında mikrobiyolojist olmaya karar verdim. Yol yordam sorduğum bir prof. bana mealen “Türkiye’de aç kalırsın, üstelik araştırma yapacak ne laboratuvar ne fon ne de destek bulabilirsin. Ama ABD’de okumak ve yaşamak istiyorsan, hiç durma...” dedi. Hevesim kaçtı. Hayattaki sayısız ‘keşke...’lerimden biridir.
Bu sebeple, bağışıklık bilimi uzmanı Prof. Patrice Debré’nin yeni çıkan kitabı L’Homme Microbiotique benim için nostaljik bir keyif vesilesi.
Uzman değilseniz ‘mikrobiyota’ kelimesini duymamışsınızdır. ‘Evsahibi ile uyum içinde yaşayan mikro-organizma popülasyonu’ diyebiliriz. Özetle (konumuz insan olduğuna göre) insan vücudunda yaşayan bilumum bakteri, mantar, virüs vb mikro-organizmalar. Küçümsemeyin çünkü vücudumuzda 2 kiloya yakın mikrop taşıyormuşuz. Sadece bağırsaklarımızda 100.000 milyardan fazla, yani vücudumuzdaki hücre sayısının 2 katı bakteri yaşıyormuş.
Duyunca siz de hayret ettiniz değil mi?
Dr. Debré insan-bakteri ilişkisini “Gerçek bir ortaklık, hassas bir dengeye dayalı bir ortak yaşam” diye özetliyor: “Vücudumuzda, organlarımızı oluşturan somatik hücrelerden çok daha fazla bakteri yaşıyorsa, bu hayat ortaklarımızı tanımak ve karşılıklı görevlerimizi idrak etmek zorundayız”.
Bakteriler olmasaydı, dünya yüzünde hayat olmazdı. İnsan, hiç olmazdı. İnsanevladı mikropsuz doğuyor, sonra ömür boyu, birlikte yaşayacağı ve ‘mikrobiyota’sını oluşturacak mikropları topluyor.
(Bu arada uzmanımız, “Sağken bizde yaşıyorlar; öldükten sonra bizi yiyorlar” diye içimizi de açıyor, sağ olsun.)
*
İnsan, ‘bu bedende yalnız yaşamadığını’ asırlarca önce idrak etmiş. Mikrobiyolojinin babası olarak kabul edilen (Hollandalı kumaş tüccarı ve biliminsanı) Antonie Philips van Leeuwenhoek ta 1683’te “insanın tek bir dişinde, bütün Hollanda Krallığı’ndan daha çok hayvan yaşıyor” diye yazmış. Ancak, 300 küsur yıl sonra, insanevladı ‘beden ortakları’ hakkında hâlâ pek az şey biliyor.
Prof. Debré (14. yy’da, 5 yıl içinde Avrupa nüfusunun yüzde 30 ila 50’sini yok eden) “Kara veba ile ilgili çok konuşuldu ama bağırsaklarımızı işgal eden mikropları bilen yok” diye şevka ediyor.
Her ne kadar (Tanrı’nın evreni ve bütün canlıları kendisi için yarattığını iddia edecek kadar kendini beğenmiş) insanın, hayatını (bütün vücudunu ele geçirmiş olan) mikroplara borçlu olduğunu bilmek işine gelmese de; insan, mikroplarını (besinleri sindirmek, bağışıklık sistemini inşa etmek ve bizi zararlı mikroplardan korumak vs için) ‘kullanırken’, mikroplarımız da var olmak ve gelişmek için bizi aynı şekilde kullanıyor.
Bu bir ‘kazan-kazan’ ilişki yani. “Her birimiz diğerinin hem kölesi, hem efendisiyiz” diyor Prof. Debré.
Aynı 3 yüzyılda, hijyen ve antibiyotikler insan ömrünü ikiye katladı. Ama bu arada, pek çok hastalıkta (astım, alerji, obezite, bazı kanser türleri, kimi ‘akıl’ hastalıklarında) mikrobiyotamıza ‘makul şüpheli’ gözüyle bakılır oldu (yani bu hastalıklara bir takım mikro-organizmaların sebep olduğu düşünülüyor).
Bu bilimsel yazının final cümlesini de, artık boynumun borcudur, bu yazı için fena halde (!) esinlendiğim eleştirmen Soline Roy’ya bırakıyorum:
“Belki de artık insanevladının, birlikte yaşadığı iyi veya kötü mikroplarla, yediği içtiği ayrı gitmeyen bakteriler yahut patojen (bizi hasta eden) mikro-organizmalarla birlikte yaşamayı öğrenmekte fayda var...”
*
Yani “Madem ki bu mikroplardan kurtulmanın çaresi yok, üstelik kimi mikroplara ihtiyacımız bile var; bir şekilde ‘seviyeli bir ilişki’ kurmayı öğrenmesinde fayda var” demek istiyor.
Bunu da, iyi olsun kötü olsun, mikroplardan beklemek aptallık olur, demeye getiriyor.
Böylece her seferinde hayret ve isyan etmekten de kurtulursunuz...
Paylaş