İngiltere'de yaşayan Courtney Gibbons, Ağustos 2021'de iç çamaşırında kan lekeleri görmeye başladı. O sırada henüz 22 yaşında olan iki çocuk annesi kadın, semptomlarını regl döneminden kaynaklandığını düşünerek geçiştirdi.
Bir bakım evinde yarı zamanlı olarak çalışan Gibbons, kısa süre içinde semptomları nedeniyle günlük işlerinin altından kalkamaz hale geldi.
Ekim 2021'e gelindiğinde, ne zaman ağır bir şey kaldırsa veya öksürse kanaması olan Gibbons, midesinde 'alışılmadık' bir ağrı hissetmeye başladı. Ancak tüm bunların çok ciddi bir hastalığın belirtisi olduğundan habersizdi. Genç kadın, ağrıları nedeniyle üç yaşındaki oğlu Kamiy ve beş yaşındaki kızı Ariah'yı kucağına almakta bile zorlanmaya başlayınca doktora görünmesi gerektiğine karar verdi.
Gibbons'ın doktoru, bunun olası olmadığını düşünmesine rağmen klamidya testi yapmak istedi. Test sonuçları negatif çıktı. Kanamayı ve ağrıyı kontrol altına almak için reçete edilen ilaçlar işe yaramadı.
“Sürekli mide ağrısı yoğun hayatıma ayak uydurmamı zorlaştırıyordu” diyen genç kadın, bir sonraki hafta başka testler ve rahim ağzı taraması için hastaneye gitti. Testlerin ve taramanın ardından doktoru ile birkaç hafta sonra görüşmek üzere sözleşerek ayrıldılar.
HİÇBİR ŞEY OLMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORDU, HABERİ TELEFONLA ALDI
Rahim ağzı kanserinin ana nedeni olan HPV’ye karşı aşılanmış olan Gibbons, hastaneden ayrılırken ‘hiçbir şey olmayabileceği' konusunda umutlu olduğunu ve gerçekler hakkında endişelenmek için 'çok meşgul' olduğunu söyledi.
Ancak testler ve tarama sonrası doktorla görüşmesi için birkaç hafta beklemesi gerekmedi. Genç kadın sadece birkaç gün sonra çocuklarıyla dışarıdayken gelen bir telefonla kötü haberi aldı:
Yargıtay, 04.10.2016 tarihinde karı-koca ilişkileriyle ilgili çok önemli bir emsal karar verdi. Karara göre, eşini aile toplantısı, düğün ve sosyal ortamlarda yalnız bırakan koca kusurlu bulundu ve manevi tazminat ödemesine hükmedildi.
Bu karar geçtiğimiz günlerde, sosyal mecralarda bir kez daha gündeme geldi ve tartışmalara konu oldu. Biz de hem evliliğinde ‘yalnız’ hisseden insanları dinledik hem de emsal teşkil eden Yargıtay kararının ayrıntılarını ve akıllardaki soruların yanıtlarını Avukat Elvan Kılıç'tan aldık.
* * * * *
TEK İSTEDİĞİ EVDE VAKİT GEÇİRMEKTİ, HER YERE TEK GİDİYORDUMÖzge G. (35)
Geçtiğimiz aylarda sekiz yıllık evliliğim sona erdi. Aslında boşanmayı çok uzun zamandır düşünüyordum ama içimde bir yerlerde tam anlamıyla 'Bitsin' diyemiyordum. Son yıllarda çok fazla fikir çatışması yaşamaya başlamıştık. Hayat görüşlerimiz de birbirinin aksi yönüne doğru ilerlemeye başlamıştı. Bu hayat görüşü farklılığı bir süre sonra ilişkide benim yalnız hissetmeme neden olma noktasına geldi.
Eski eşim ilk evlendiğimiz zamanların aksine son yıllarda deyim yerindeyse asosyal biri oldu. Bunu dile getirdiğimde artık bu şekilde yaşamak istediğini, dışarı çıkmaktan, arkadaşlarıyla ve hatta ailesiyle bile görüşmekten pek keyif almadığını söylüyordu. İşin kötüsü benimle baş başa da herhangi bir aktivitede bulunmuyordu. Tek istediği evimizde vakit geçirmekti. Bütün aile ziyaretlerine, arkadaş buluşmalarına, doğum günlerine tek başıma gitmek zorunda kalıyordum.
Bu konu aramızda sorun olmaya başlayınca çift terapisine gittik. Fakat hayatımızda hiçbir şey değişmeyince ben artık hayatımızı değiştirmeye karar verdim ve boşanmak istediğimi söyledim. Aylarca süren nedenlerin niçinlerin ardından bu evlilikte çok mutsuz olduğuma ikna oldu ve anlaşmalı olarak boşandık. İlişkilerde tarafların yaşayabileceği en acı şeylerden biri hayatında biri varken kendini yalnız hissetmek...
PAZAR KAHVALTISINI BİLE YALNIZ YAPACAKSAM NEDEN EVLENDİM?Gökçe S. (39)
“Yaşadığım apartmanın giriş katına geçtiğimiz aylarda yeni bir kiracı taşındı. Giriş kattaki bu dairenin hem apartman içinden hem de binanın dışından bir girişi var. Yani orada yaşayan kişi ana girişi hiç kullanmadan da evine girip çıkabiliyor. Yeni kiracıyı ben sadece birkaç kez gördüm. Mahalle esnafı da bu daireye sık sık farklı insanların girip çıktığını fark edince apartman yöneticisi hemen ev sahibini aradı. Meğer ev sahibinin evi kiraya verdiği kişi oraya hiç taşınmamış, evi başkasına kiralamış. Kiracının kiracısı ise evi günlük olarak kiralıyormuş. Ev sahibi durumu anlayınca hem kendi kiracısı hem de kiracının evi kiraladığı diğer şahısla konuşmak için daireye gelmiş ve tartışma çıkmış. Kiracılar evi boşaltmama konusunda diretseler de gün sonunda anlaşmaya varılmış ve ay sonunda evden çıkacaklarını söylemişler. Ev sahibi şimdi ay sonunu bekliyor. Evden çıkmazlarsa yasal yollara başvuracağını söylüyor.”
Bu cümleler Beşiktaş’ta yaşayan Emre Y.'ye ait. Emre Y.'nin oturduğu apartmanda yaşanan bu olaya benzer durumlar, zaman zaman gündeme geliyor. Peki bu bağlamda ev sahibinin ve kiracının hakları neler?
Böyle bir durumla karşılaşıldığında yapılması gerekenler başta olmak üzere hem ev sahiplerini hem de kiracıları ilgilendiren detayları Avukat Zühal Akbel’e sordum.
EV SAHİBİNİN YAZILI RIZASI OLMADAN KULLANIM HAKKI DEVREDİLEMEZ
1- Kiraya veren ve kiralayan arasındaki uyuşmazlıklar son zamanlarda ciddi manada arttı. Bu sorunlardan biri de alt kiralama diye tabir ettiğimiz durum; yani kiracıların kiraladıkları gayrimenkulü, başkalarına günlük, haftalık veya aylık kiralamaya çalışmaları. Peki bu yasal mı?
Bu durumda dikkate alınması gereken ilk husus, kira sözleşmesinde kiracının gayrimenkulü alt kiralama yani başkasına kiraya verme hakkına dair özel bir düzenleme olup olmadığının kontrol edilmesi olmalı. Borçlar Kanunu'nun 322/2 maddesine göre, “Kiracı, konut ve çatılı işyeri kiralarında, kiraya verenin yazılı rızası olmadıkça, kiralananı başkasına kiralayamayacağı gibi, kullanım hakkını da devredemez”.
Kira sözleşmesinde, kiracının taşınmazı başkalarına kiraya vermesine izin veren bir madde bulunuyorsa ve ev sahibi bu durumu onaylamışsa, kiracı başkalarına kiralama yapabilir ancak bu kiralamanın, kira sözleşmesinde belirlenen şartlara uygun olması gerekiyor.
Öte yandan bu kiralama kapsamına özel izne ve ruhsata tabi, turizme ilişkin otel, pansiyon tarzı günlük ya da haftalık kiralamalar girmiyor.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bir annenin, “Üç yaşındaki oğlum hâlâ konuşmuyor, ne yapmalıyım?” sorusunu ve psikoloğun verdiği “Çocuklar üç yaşına geldiklerinde 3-4 kelimeli cümleler kurabilmeli ve 1000’e yakın sözcüğü söyleyebilmeli. Bu zamana kadar neden beklediniz?” cevabını gördüm.
Bu soru cevap aslında konuyla son zamanlarda çok sık karşılaştığımı hatırlamama yardımcı oldu. Üç yaşlarında ya da daha büyük olan fakat konuşmayan çocuk sayısının artmaya başladığını fark edince Çocuk Gelişimi Uzmanı ve Öğretim Görevlisi Merve Mercan'ı aradım ve konuyla ilgili 8 kritik soru sordum.
1- Öncelikle şunu sormak istiyorum; çocuklar için konuşma yetisinin başlama süreci nasıl işliyor?
Belki çok ilginç gelecek ama dilin sözel üretimi olan konuşma için gerekli önkoşullardan bazıları anne karnından itibaren gelişmeye başlıyor. İşitme, konuşma için yardımcı organların oluşmaya başlaması, anne karnında normal gelişim gösterme gibi süreçleri göz önünde bulundurduğumuzda konuşma için temelin bizim tahminimizden çok daha önce atıldığını görüyoruz. Yapılan araştırmalar bebeklerin anne karnında duydukları sesleri, doğum sonrası duydukları diğer seslere oranla daha farklı karşıladıklarını gösteriyor. Doğum sonrası ilk aylardan itibaren ise bebeğin bizimle iletişim yolu olan ağlamalar zamanla farklılaşıyor ve gığıldama, mırıldanma, mırıldanmanın tekrarı, başkalarının sesini taklit gibi aşamaları tamamlayıp ses-sözcükler aşamasıyla birlikte çok anlaşılır olmasa da ilk sözcükler geliyor. Bu açıdan baktığımızda konuşmayı birbiri üzerine inşa edilen bir süreç olarak ifade edebiliriz. Ancak "Çocuk ilk sözcüklerini ne zaman kullanmaya başlar?" diye soruyorsak "10-13'üncü aylar" diyebiliriz.
İLK SÖZCÜKLER 12'NCİ AYDA ÇIKIYOR, İKİ YAŞINDA 200 KELİME, ÜÇ YAŞINDA 900 KELİMEYE ULAŞIYOR
2- Çocuklarda konuşma durumu kişiden kişiye değişse de aşağı yukarı bir standardı var. Çocuk bir, iki ve üç yaşlarında ne kadar kelime söyleyebiliyor ve kaç kelimelik cümleler kurabiliyor olmalı?
Gelişimin ilkelerinden biri gelişimde bireysel farklılıklar olduğudur. Her çocuk kendi hızında gelişme gösterir. Ancak sizin de ifade ettiğiniz gibi bizim bazı değerlendirmeler yapıp sonuçlara varabilmemiz için çocuğun belli yaşlarda belli gelişimsel özellikleri gösteriyor olması gerekir. Küçük bazı sapmalar kabul edilebilir ancak bu sapmanın küçük olup olmadığına da yine ancak konunun uzmanı karar verebilir. Çocuğun dil gelişiminin seyri açısından bakacak olursak biz dil gelişimini alıcı dil ve ifade edici dil olarak iki ayrı boyutuyla ele alıyoruz. Alıcı dil, çocuğun söylenenleri anlamasını; ifade edici dil ise kendini ifade etmesini ve konuşmayı açıklıyor. Alıcı dil ifade edici dilden önce gelişiyor ve çocuğun anladığı ve konuştuğu kelime sayısı birbirinden farklı seyrediyor. Daha kolay akılda kalması açısından ben bu soruya genellikle çocuğun bir yaşta bir sözcük, iki yaşta iki sözcük, üç yaşta üç sözcüklü cümle kurması gerektiğini belirterek cevap veriyorum. Ancak tabii bu çok genel bir cevap. İlk sözcükler ortalama 12'nci ayda çıkıyor, iki yaş ile kelime haznesi 200’e, üç yaşlarında bu sayı yaklaşık 900’e ulaşıyor. Dilin gramer yapısına uygun konuşma ise ancak üç yaşından itibaren yine belli aşamalarda gerçekleşiyor.
ABD’nin Virginia eyaletinde yaşayan Robin Sipe, 15 yıldır tanıdığı göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Earl D. King'e muayeneye gittiğinde çok üzgündü. Sebebi ise kedisini kısa süre önce kaybetmiş olmasıydı.
Sipe, The Washington Post'a yaptığı açıklamada, muayene sırasında doktoruna, “Kedim kısa süre önce öldü. Kendimi çok üzgün ve depresif hissediyorum" dediğini aktardı.
King, geçmişte hava akışını engelleyen ve nefes almayı zorlaştıran bir durum olan kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) için Sipe’ı tedavi etmişti.
“King, daha önce de yoğun bakımda tedavi görürken üç kez hayatımı kurtardı” diyen 67 yaşındaki Sipe, sorunun ne olduğunu soran doktoruna çok sevdiği kedisinin ölmesinden bu yana yaşadığı yalnızlığı anlattı.
Hastasına yeni bir kedi almayı düşünmesi gerektiğini söyleyen Dr. King, muayenenin ardından Sipe'a ekim ayında yüksek dozda grip aşısı, kasım ayında da koronavirüs aşısı olması talimatını veren bir reçete yazdı.
Ancak reçete bununla sınırlı değildi. Kağıtta dikkat çeken ilginç bir detay daha vardı. Doktor, listenin en başına “Bir kedi alın” yazmıştı.
'EVCİL HAYVANLARIN ETKİLERİNE İLK ELDEN ŞAHİT OLDUM'
63 yaşındaki King, kontrol sırasında Sipe'a bir kedi reçete etmesinin sebebini ise şöyle anlattı:
İki çocuk annesi Beth Gary, ‘Angelina Jolie geni' olarak adlandırılan ölümcül bir meme kanseri genine sahip olduğunu öğrenince çok şaşırdı. Doktorlarının yönlendirmesi ile bir karar vermek zorundaydı: Henüz 33 yaşındayken ya memelerini, yumurtalıklarını ve fallop tüplerini almak için birkaç ameliyata katlanmak zorunda kalacak ya da annesini ve anneannesini öldüren bir hastalığa neredeyse kesin olarak yakalanmayı bekleyecekti.
HATALI GENE SAHİP KADINLARIN DÖRTTE BİRİNDE 50 YAŞINDAN ÖNCE TÜMÖR GELİŞİYOR
Gary’de BRCA2 gen mutasyonu vardı.
Doktorlar, bu hatalı gene sahip kadınların dörtte birinde 50 yaşından önce, yüzde 87'sinde ise hayatlarının bir döneminde tümör geliştiğini söylüyor. Bu mutasyona sahip kadınlar ayrıca genel nüfustaki yüzde 1 ila 2'ye kıyasla yüzde 30 yumurtalık kanseri riski ve daha yüksek pankreas kanseri riski ile karşı karşıya kalıyor.
İki çocuğunun büyüdüğünü görmek isteyen genç anne, 2021'de ooferektomi (yumurtalıkların alınması) ve ertesi yıl da çift mastektomi (meme dokusunun çıkarılması) yaptırmaya karar verdi.
ANNEANNESİNİ YUMURTALIK KANSERİNDEN ANNESİNİ PANKREASTAN KAYBETTİ
Daily Mail'e konuşan 35 yaşındaki Gary, “Bu döngüyü kırmanın bir yolunu bulmam gerektiğini biliyordum. Anneannem ve annem gibi 60'lı yaşlarımda ölemezdim. Sağlıklı olduğumdan emin olduğum her gün, çocuklarımla birlikte olduğum bir başka gün demek” diye konuştu.
Gazeteye anlattığına göre, Gary, anneannesi Joan'ı henüz beş yaşındayken yumurtalık kanserinden kaybetti. O sırada Joan 61 yaşındaydı. Annesi Fran ise gençken yumurtalık kanserinden kurtulduş ancak geçen yıl 68 yaşındayken geç evre pankreas kanseri teşhisi aldı. Gary, Fran'in teşhisten sonra sadece sekiz hafta yaşayabildiğini ifade etti.
Rachel ve Philip Ridgeway çifti, biri kız biri erkek olan ikizleri Timothy ve Lydia'yı dondurulmuş embriyo nakli yoluyla dünyaya getirdi. Hikâyenin en ilginç yanı ise embriyoların 1992 yılında dondurulmuş olması.
İkizlerin biyolojik ebeveynleri, tüp bebek tedavisinden sonra kalan embriyolarını ABD Ulusal Embriyo Bağış Merkezi'ne (NEDC) bağışlamıştı. Kuruluş, bu embriyoları diğer binlerce embriyo ile birlikte sıvı nitrojen içinde saklamıştı. Ridgeway çifti yıllar sonra o embriyoları almaya talip oldu.
‘BUNU DÜŞÜNMEK BİLE AKILLARA DURGUNLUK VERİYOR’
Philip, "Tanrı bu embriyolara hayat verdiğinde ben 5 yaşındaydım, Rachel ise 3 yaşındaydı” dedi ve ekledi: “Bunu düşünmek bile akıllara durgunluk veriyor. Konuştuğumuz hemen hemen herkes bunu idrak etmekte zorlanıyor."
Yaşları 2 ile 8 arasında değişen dört çocuğu olan çift, NEDC'ye ilk olarak Aralık 2019'da başvurdu. Hormon artırıcı bir ilaç kullanan Rachel, "İlk üç çocuğumuza hamile kalmak için doğurganlık tedavisine ihtiyaç duymuştuk” diye konuştu.
Dördüncü kez anne baba olmak isteyen çift, bu kez doğurganlık tedavisi için harcayacakları parayı dondurulmuş embriyoları evlat edinmek için kullandı. NEDC'den dondurulmuş bir embriyo evlat edinmeyi seçen Ridgeway'ler dördüncü çocuklarını 2020 yılında kucaklarına almayı umuyorlardı.
“Normalde doğurganlık tedavisi için harcayacağımız parayı embriyo evlat edinmek için kullanmaya karar verdik. Bu yolu izlemek istedik” diyen Rachel, birkaç ay sonra şimdi 2 yaşında olan dördüncü çocuğuna doğal yolla hamile kalınca işler değişti.
EMBRİYOLARI ‘ÖZEL DEĞERLENDİRME’ BÖLÜMÜNDEN SEÇTİLER
İngiltere, Batı Sussex’te 12 Ağustos 2022'de doğdu Charlie... Vickie Thompson, oğlunu dünyaya getirdikten sonra mutluluktan havalara uçtu. Vickie’nin hamileliği sorunsuz geçmiş kendisinde de bebeğinde de bir problem olabileceğine dair hiçbir belirti ortaya çıkmamıştı.
Ancak Worthington Hastanesi'ndeki doktorlar tarafından yapılan detaylı muayene sonucu şok edici gerçek ortaya çıktı: Bebeğin anal açıklığı yani anüsü yoktu! Yaklaşık 5.000 bebekten birinde görülen bir sağlık sorunu ile dünyaya gelen Charlie, o zamandan beri hayatını değiştiren altı ameliyat geçirmek zorunda kaldı.
'DURUMU ÖĞRENİNCE DEHŞETE DÜŞTÜM'
Güzellik terapisti olan anne Vickie Thompson, MailOnline’a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Doktorlar bana bebeğimin durumunu söylediğinde dehşete düştüm, oğlumun öleceğini düşündüm. Doktorlar ‘Anal açıklığı olmadığını düşünüyoruz’ dediler. Çok korkmuştum…”
Doktorlar, anüsünde açıklık olmadığını kesinleştirdikten sonra Charlie, yenidoğan yoğun bakım ünitesine (YYBÜ) nakledildi ve midesinin içeriği çıkarıldı. Bebek, ertesi gün tedavisine devam edilmek üzere Brighton Hastanesi'ne nakledildi ve burada sağlık görevlileri bir stoma oluşturdu.
BÜYÜK AMELİYAT SONRASI KOMADA KALDI
Charlie büyük ameliyattan sonra ikisi komada olmak üzere üç gününü YYBÜ'de geçirdi. Bebeğini ancak yedi gün sonra evine götürebilen Vickie, “Onu kaybedeceğim diye ödüm kopuyordu. Bebeğimi yaşam destek ünitesine bağlamak zorunda kaldılar ve ben sürekli öleceğini düşündüm. Hep en kötüsünü düşündüm. İlk kez anne olmak zaten zor bir deneyim, buna bir de stoma eklenince çok daha zor oldu” dedi ve yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:
“Çok stresliydi ve zaman zaman kendimi yalnız hissettim çünkü insanlar stoma ile ilgilenmekten korkuyorlardı, bu yüzden her şeyi ben yapmak zorunda kaldım. Arkadaşlarım ve ailem yanlış bir şey yapıp enfeksiyona neden olurlar diye Charlie'nin stomasını değiştirmekten korkuyorlardı. Bu riski göze alamadılar. Kesinlikle çok zor bir süreçti.”