Paylaş
Kimi çocuklar için elbise, ayakkabı topluyor, kimi okulu için kitap, kırtasiye istiyor kimi de hasta bir yakını için ilaç, tedavi parası talep ediyor. Bizim gibi yardımsever bir toplumda bu tür taleplerin karşılıksız kalmadığını görüp seviniyorum ama 80 milyonluk bir ülkede yardım faaliyetlerini el yordamıyla, denetlenmesi mümkün olmayan mekanizmalarla yürütmek elbette akıl kârı değil. Diğer modern toplumlarda olduğu gibi bizde de ‘yardımlaşmak’ artık üzerinde düşünmemiz, organize etmemiz gereken bir sektör. Peki kimilerinin 3. sektör dediği bu alanda durumumuz nedir?
VAKIFLAR MEDENİYETİ...
Bugünkü duruma dönmeden önce bizde yardım kuruluşlarının tarihine kısaca bir bakmakta yarar var. Sivil toplum kuruluşu olarak yardım vakıflarımızın geçmişi aslında Anadolu kadar eski. Selçukluların ilk yıllarından itibaren devletle birlikte sivil toplum da vakıflar etrafında örgütlenmiş... Yani devlet kadar sivil toplum örgütleri de tarihimizin asli bir parçası... Öyle ki 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde devletten bağımsız olarak yardım faaliyeti organize eden vakıf sayısı 20 bini buluyor. Daha da önemlisi bu vakıfların toplam geliri Osmanlı Devleti’nin toplam gelirinin üçte birine denk geliyor. Osmanlı vakıflarının temel faaliyet alanında da büyük bir zenginlik var. Kuşlara ev yapan da var, çeşmelere bakan da... Çoğu bugün de devam eden Darüşşafaka gibi eğitim işiyle uğraşanlar çoğunlukta... Dini yardım faaliyeti ile uğraşan vakıf oranı ise tahmin edilenden daha az, yüzde 25 dolayında. (Kaynak: TÜSEV, https://www.degisimicinbagis.org/usrfiles/turkiyedevakiflaringelisimi.pdf).
KOMŞUSU AÇKEN TOK YATAN BİZDEN DEĞİLDİR!
Vakıflar doğası gereği kentli kurumlardır. O nedenle eğer siz de benim gibi hayata kırsal kesimde başladıysanız yukarıda sıraladığım tarihsel mirasın dışında kurulan başka bir yardım geleneğinden geliyorsunuz demektir. Geniş aile, feodal bağ, hemşehrilik kültürü içinde kurulan, resmi olmayan yardımlaşma ağı saat gibi işler. Kimin neye ihtiyacı olduğu aile büyükleri tarafından tespit edilir olan, olmayana gider ve günün sonunda gerçekten de komşusu açken tok yatanın pek görülmediği bir düzen işler... Çok değil bundan 30-40 yıl evvel nüfusun yüzde 70’inden fazlası köyde yaşarken bu tarz yardımlaşma faaliyetinden dolayı sıkıntı yoktu ama bugün nüfusun yüzde 75’i kentlerde yaşıyor. Bir de bu sayıya neredeyse tamamı kentlerde yaşayan ve yardımla geçinen 4 milyona yakın mülteciyi ekleyin...
KURUMSALLAŞTIRMAK GEREKİYOR!
Geçmişten günümüze yardımseverliği örgütleyen vakıf geleneğinin vardığı noktayı merak ediyorsanız hemen söyleyeyim. Durum pek parlak değil. Her sene 79 ülkede yardımseverlik faaliyetleri ortamını değerlendiren Filantropi Endeksi’ne göre dünya liginde en alt sıralarda yer alıyoruz. Yardım işi yapma kolaylığı, vergi teşvik sistemleri, uluslararası yardım akışı, politik ortam ve sosyo-kültürel ortam kategorilerinde yapılan değerlendirmeye göre Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu ülkeleri, dünyada devlet dışında yürütülen yardımseverlik faaliyetlerinin en zayıf olduğu ülkeler. Yukarıdaki kategoriler içinde dünya ortalamasının üstüne çıktığımız tek alan sosyo-kültürel yardımseverlik ortamı. Yani yardım etmeyi seviyor, yardım etmek istiyoruz. Dolayısıyla sorun tarihsel ya da kültürel bir sorun değil. Sorun bizim her sorunu devlet eliyle çözme ısrarımızdan kaynaklanıyor. Buna yardım işi de dahil. Oysa devletin asli görevi yardım dağıtmak değil, ilk başta kimseyi yardıma muhtaç etmemek sonra da yardımseverliğin kurumsallaşmasını kolaylaştırmaktır.
ÇOCUKLAR NEREDE ÖĞRENECEK?
Son olarak bir de meselenin çocukları ilgilendiren önemli bir noktasının altını çizmek istiyorum. O da şu: Çocuklarımıza yardımseverliği öğretmemiz gerekiyor! Bunun yolu çocuklara Osmanlı vakıf geleneğini anlatmaktan geçmiyor. Bunun yolu çocuklara köylerdeki imece hikâyeleri anlatmak da değil. Yardımseverlik yaparak, yaşayarak öğrenilen bir davranış biçimi. Araştırmalar da gösteriyor ki yardımseverlik faaliyetine katılan çocuklar hem kendilerini daha iyi hissediyor hem geleceğe daha güvenle bakıyor hem de toplumsal sorunlara çok daha duyarlı oluyor. Peki özellikle bugün kentlerde yaşayan çocuklar yardımseverliği, toplumsal dayanışma ruhunu nerede nasıl kazanıyor? Sosyal medya kampanyalarıyla bunu ancak bir yere kadar gerçekleştirebiliriz. Ötesi için ülkemizde her alanda yardımseverlik faaliyeti yürüten kurumların sayısının artması şart...
#KİTAPSOKAKTA
GEÇTİĞİMİZ hafta parkta bir arkadaşımla yürürken bir ağacın dibinde üç kitap buldum! Tesadüf eseri kitapların ikisini okumuştum ama üçüncüsü benim için tam bir sürpriz oldu zira kitabın adı: Turkish Reflections! Mary Lee Settle’ın Türkçeye ‘Anadolu’da Bir Zaman Çemberi’ olarak çevrilen kitabı.Düşünsenize New York’un ortasında binlerce insanın geçtiği bir parkta bu kitap beni bekliyor... Belli ki bu kitapları biri okudu sonra da onları başkası okusun istedi... Benim köşeyi takip edenler bu tür kişisel anekdotları sizden bir talebim olduğu zaman anlattığımı biliyor artık... Gelin biz de aynı şeyi deneyelim.
ELDEN ELE KİTAP SERVİSİ!
Gelin hep beraber bir ‘Elden ele kitap servisi’ kuralım. Elimizdeki bir kitabı başkalarının görüp alacağı bir yere bırakalım! Ama biz farklı bir boyut da katalım bu kampanyaya: Her bıraktığımız kitabın içine küçük bir not da düşelim! Kitabı bulan #kitapsokakta etiketi ile sosyal medyada bir paylaşım yapsın. İster yeni bir kitap bırakın, ister kütüphanenizden bir kitabı seçip bırakın... İster şiir kitabı bırakın, ister ansiklopedi... Yeter ki tanımadığınız birine okuması için bir kitap bırakın... Kitap fiyatlarının hızla yükseldiği, yeni baskıların seyreldiği bu dönemde elimizdeki kitapların ömrüne ömür katalım. Haydi! #kitapsokakta
Paylaş