Paylaş
Bir zamanlar Macintosh elması ile meşhur bu bölge, daha sonra sırasıyla Boeing, Microsoft, Starbucks ve Amazon gibi markalarıyla biliniyor. Tarımdan sanayiye, oradan bilgi teknolojilerine ve son olarak da Sanayi 4.0 dediğimiz yeni ekonomiye geçişin en başarılı örneklerinden birini Seattle’da görmek mümkün. Amerika’daki pek çok eyalet ekonomik çöküntü yaşarken, Silikon Vadisi’nden kilometrelerce uzakta, yağmuru ve kapalı havası ile bilinen bu bölge bir ekosistemin nasıl topyekûn kalkınma hikâyesi yazılabileceğine de güzel bir örnek.
YA ÜRETECEĞİZ YA BORÇLANACAĞIZ!
Herhangi bir ekonomiyi kalkındırmanın iki yolu var. Ya kaynaklarınızı akılcı bir şekilde kullanıp katma değeri yüksek üretime geçeceksiniz ya da dışarıdan borç alarak kalkınmanızı finanse edeceksiniz. Biz Cumhuriyet’in ilk döneminde ilk yolu tercih ettik. Tarımdan sanayiye geçişin ilk adımları o yıllarda atıldı. Sonradan özelleştirilen pek çok sanayi tesisinin temeli de o döneme dayanıyor. Ancak daha sonraki yıllarda, global sermayenin yatırım ihtiyacının artmasıyla birlikte bizim gibi ülkelerde de dışarıdan borç parayla daha hızlı kalkınma formülü devreye girdi. Son yıllarda düşük maliyetli fonların bolluğundan dolayı bu denklemi pek sorgulama ihtiyacı duymadık ama şu an içinde bulunduğumuz mali tablo karşısında, yeniden temel soruyu sormamız gerekiyor: Acaba Türkiye kendi kaynaklarıyla kalkınabilir mi?
KENDİ KAYNAĞIMIZLA KALKINABİLİR MİYİZ?
Kendi kaynağımız olarak göreceğimiz iki temel sektör var: Tarım ve turizm. Bu iki kaynağı iyi kullanıp buradan elde edilen finansmanı katma değeri yüksek yeni yatırım alanlarına, mesela Sanayi 4.0 dediğimiz yeni teknolojilere yatırmamız gerekiyor. Tıpkı Seattle’da tarımdan gelen kaynağın zamanla imalat sanayisine ve oradan da yeni ekonomiye kaydığı gibi bizim de yeni ve daha verimli üretim alanlarına kaynak aktarmamız gerekiyor. Biz transformasyonu başarıyla gerçekleştiremedik. Daha önce bu köşede tarımda fındık üzerinden, heba ettiğimiz marka yaratma fırsatını, turizmde inşaat ve çevreye duyarsızlıkla kaybettiğimiz kaynakları yazmıştım, o nedenle bugün isterseniz elma üzerinden derdimi anlatayım. Seattle’da olduğum için buradan bir hikâyeyle tarımda katma değer nasıl yaratılır sorusuna bir örnek vereyim.
UÇAKTA SERVİS EDİLEN MEYVE TABAĞI
New York-Seattle uçağında servis edilen ürünlerden meyve tabağı ilgimi çekti. Doğranmış elma, birkaç üzüm tanesi ve bir dilim peynir bir arada, bir paketin içinde satılıyor. Sağlıklı bir seçenek gibi durduğu için aldım. Seattle’da bu elmanın hikâyesini doğrudan kaynağından dinledim. Özgür Koç, İTÜ Gıda Mühendisliği mezunu ABD’den yüksek lisanslı genç bir profesyonel. Kendisi benim de uçakta yediğim doğranmış elma üreten şirkette üst düzey bir yönetici. Anlattığı hikâye hakikaten çok ilginç. Elmalar bahçeden toplanınca en iyileri markete gidiyormuş, iri ve parlak olanlar. Lekeli ve çirkin olanlar da suyundan yararlanılmak üzere bedava fiyatına toplanıyor. Özgür’ün şirketi burada bir fırsat görmüş. Çirkin elmaları alıp özel geliştirilen bir teknolojiyle 12 parçaya bölüyorlar, içlerinde çürük ya da rengi bozuk olanın suyunu çıkarıyorlar, geriye kalan kısmı ise dilimli olarak satıyorlar. Fakat burada da bir sorun var. Dilimli elma rafta en fazla 5 gün kalıyor, sonra çürüyor. Bu sorunu çözmek için de epey Ar-Ge çalışması yapıp, en sonunda raf ömrünü 40 güne kadar çıkarmışlar. Bütün bu çabanın sonucu olarak üreticiden yok fiyatına alınan elma şu an piyasada en pahalı satılan elma olmuş!
AĞAÇTA YETİŞENİ PAZARDA SATMAKLA OLMUYOR!
Bizim kendi kaynağımızla kalkınmayı gerçekleştirebilmemiz için yaptığımız işin her adımına akıl ve tasarım katmamız gerekiyor. Peki bunu ne kadar gerçekleştirebiliyoruz? Verilere bakalım. Türkiye elindeki kaynağın yalnızca yüzde 1’ini Ar-Ge faaliyetlerine ayırıyor. Hal böyle olunca da ortaya yüksek teknolojili ürün çıkmıyor. Nitekim grafikte de gördüğünüz gibi yüksek teknolojili ürün ihracatımız, bizim gibi gelişmekte olan bir ülke için bile kabul edilebilir bir noktada değil. Bizde yüzde 2 olan bu oran Polonya’nın üçte birinden daha az! Aynı şekilde Güney Kore’nin hem Ar-Ge’de hem de yüksek teknolojili ürünlerde zirvede olması boşuna değil. Biri olmadan öbürü de olmuyor.
O halde yapılması gereken belli. İçeride kıt kanaat biriktirdiklerimizi ve dışarıdan büyük bedel ödeyerek getirdiğimiz kaynakları verimli alanlara yatırmalıyız. Ancak bütün bunları yapabilmek için kısa vadede insan kaynağımızı çok iyi kullanmak, uzun vadede de bu kaynağı arttırmak zorundayız. Bu anlamda bir taraftan son yıllarda yurtdışına giderek oldukça başarılı olmuş profesyonel sınıfı Türkiye’ye yeniden kazandırmanın formüllerini aramalıyız. Diğer taraftan da bu insan kaynağını eğitimle arttırmanın yollarını bulmalıyız.
ÜLKEYE HİZMETİN COĞRAFYASI YOK!
Yukarıda kısaca bahsettiğim gibi Seattle’da yaklaşık 200 kişilik bir grupla Cumhuriyet’in 95. yılını kutladık bu hafta. Kitap imzalarken hikâyesini dinlediğim herkesin derdi aynı. Hepsi ülkeyi merak ediyor, ülke için hayal kuruyor. Kimi yazın gidip bir projede çalışıyor, kimi Türkiye’den gençlere internet üzerinden ders veriyor, kimi de memleketin girişimci ve sanayicilerini Amerikan pazarına sokmak için emek harcıyor. Bir de herkes her sabah benim gibi, uyandığında Türkiye haberlerini açıyor. Ve en önemlisi herkes Cumhuriyet’e olan borcunun farkında! Bu anlamda ben umutluyum.
EĞİTİM VİZYON BELGESİ ÖNEMLİ BİR ADIM!
Bir diğer umutlu olduğum konu ise Eğitim Vizyon Belgesi. Geçtiğimiz hafta Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk Hoca tarafından açıklanan Eğitim Vizyon Belgesi de bir anlamda yukarıda sözünü ettiğimiz sorunların çözümü benim için. Açıklanan metinde benim için olmazsa olmazların neredeyse çoğu var. Veri odaklı eğitim politikası belgenin temel çerçevesini oluşturuyor. Okulöncesi eğitimin zorunlu yapılacağı garantisi veriliyor. Belgede STEM alanına özel bir önem verilmiş. En önemlisi dezavantajlı çocukların ve okulların desteklenmesi için ek teşvikler devreye sokuluyor. Belge, adı üstünde bir vizyon metni. Şimdi tüm velilere düşen, tüm yurttaşlara düşen bu belgede ortaya konulan hedeflerin takipçisi olmak. Sonuçta aslolan uygulamadır. Hayırlı olsun!
Paylaş